يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُرِيدُونَ | istiyorlar |
|
2 | لِيُطْفِئُوا | söndürmek |
|
3 | نُورَ | nurunu |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | بِأَفْوَاهِهِمْ | ağızlarıyle |
|
6 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
7 | مُتِمُّ | tamamlayacaktır |
|
8 | نُورِهِ | nurunu |
|
9 | وَلَوْ | ve şayet |
|
10 | كَرِهَ | hoşlanmasa da |
|
11 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
Fevehe فوه :
Ağızlar anlamına gelen أفْواهٌ sözcüğü فَمٌ'ün çoğuludur.
Yüce Allah her nerede bir sözle ilgili hükmünü ağız sözcüğüyle ilişkilendirmişse bu, o sözün yalan olduğuna bir işarettir ve içte taşınan inançla ağızdan çıkan sözün uyuşmadığına bir dikkat .ekmedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 13 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Fiil cümlesidir. يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِ harfi يُطْفِؤُ۫ا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يُر۪يدُونَ fiiline mütealliktir
ُطْفِؤُ۫ا fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَفْوَاهِهِمْ car mecruru يُطْفِؤُ۫ا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
يُطْفِؤُ۫ا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi طفأ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
Cümle يُر۪يدُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
مُتِمُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
نُورِه۪ mef’ûlun bih olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ cümlesi مُتِمُّ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, لو كره الكافرون نور اللَّه فاللَّه باعث نوره ومظهره (Kâfirler Allah’ın nurunu kerih görseler de Allah nurunu gönderir) şeklindedir.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sebep bildiren masdar harfi لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ cümlesi, nasb mahallinde, يُر۪يدُونَ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade kastıyla gelen نُورَ اللّٰهِ izafetinde, Allah lafzına muzâf olan نُورَ , şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ [Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar.] ayetinde latif bir istiare vardır. Yüce Allah nurunu, dini ve aydınlık şeriatı için müsteâr olarak kullandı. Ve dini iptal etmek isteyen kimseye, istiare-i temsiliyye yoluyla, hakir ağzıyla güneşi söndürmek isteyen birine benzetti. (Safvetü’t Tefâsir)
Allah Teâlâ’nın بِاَفْوَاهِهِمْ (ağızlarıyla) sözünde ilginç ve ince bir mana vardır. Şöyle ki: Yüce Allah bu ifadeyle onların hilelerinin zayıflık ve tutarsızlıklarının etkisizlik derecesini bildiriyor. Bir kimse düşünelim ki, yanmakta olan ateşi, parlayan alevleri sadece üfleyerek söndürmeye uğraşıyor. Elinde, yangın söndürme işinde kullanılması adet olan el ve ayakla bastırma gibi veya üflemekten daha etkili olacak başka söndürme yolları kullanma, mesela su püskürtme, moloz atma ve benzer çarelere başvurma gibi bir imkanı yok. İşte o inkârcıların İslam’a zarar verme çabaları, bu (şekilde yangını üfleyerek söndürmeye uğraşan) adamın yaptığından daha fazla bir sonuç doğurmaz. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Arapçada الاطفاء söndürmek demektir. Burada ”nur"dan maksat, Allah'ın dini veya kitabı yahut da parlak delilidir. (Rûhu’l Beyân)
Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlerin durumu, güneşi söndürmek için ışığına üfleyen ahmakların durumuna benzetilmiştir. (Rûhu’l Beyân, )
الاطفاء "Söndürmek" ile; الإخماد "Alevini dindirmek" fiillerinin ikisi de ateş hakkında kullanlır. Ateş ile benzer durumda olan ziya (aydınlık) ve zuhur (görünmek, ortaya çıkmak) hakkında da kullanılırlar.
الاطفاء "Söndürmek" bir bakıma الإخماد “alevini dindirmek"den farklılık arzeder. Şöyle ki; söndürmek az ve çok hakkında kullanılır. "Alevini dindirmek" ise sadece çok hakkında kullanılır. (Kurtubî)
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪
وَ ’la gelen cümle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Bu cümle … يُر۪يدُونَ cümlesine matuftur. Onların bu konudaki isteklerine ulaşamayacaklarını ve bu dinin yayılıp kemale ereceğini haber verir. (Âşûr)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اللّٰهُ mübteda, مُتِمُّ haberdir.
Veciz ifade kastına matuf مُتِمُّ نُورِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan نُورِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مُتِمُّ , sülasisi تمّمُ olan fiilin, افعال babının ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
اللّٰهُ ve نُورِ kelimelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
نُورِه۪ ifadesi hakkında beş görüş vardır.
1- Bu Kur'an'dır. Onlar Kur'an'ı çürütmek ve sözleriyle yalanlamak isterler. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve İbn Zeyd yapmıştır.
2- İslam'dır. Onlar sözleriyle onu bertaraf etmeye kalkışırlar. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır.
3- Muhammed (sav)'dır. Onlar yalan ve uydurma haberlerle helak olmasını isterler. Bu açıklamayı ed-Dahhâk yapmıştır.
4- Allah'ın hüccetleri ve delilleridir. Onlar inkâr ile ve yalanlamakla onları çürütmek isterler. Bu açıklamayı İbn Bahr yapmıştır.
5- Bu bir örnektir. Yani kim ağzıyla güneşin ışığını söndürmek isterse bunun imkansız olduğunu göreceği gibi, hakkı çürütmeye kalkışanın durumu da böyledir. Bu açıklamayı İbn Îsa nakletmiştir. (Kurtubî)
وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ
وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki كَرِهَ الْكَافِرُونَ cümlesi şarttır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri أتمّه وأظهره (Onu tamamladı ve izhar etti) olan cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hak Teâlâ, bu ayette, وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ "kâfirler hoş görmese de..."; sonraki ayette ise, وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ "müşriklerin hoşuna gitmese de..." buyurmuştur. Bunun hikmeti şöyledir: Onlar, Hz Peygamber (sav) ve ona indirilen o kitabı inkâr etmişlerdir. Peygamber ve kitab gönderme ise, Allah'ın bir nimetidir. Bütün kâfirler de küfran-ı nimet (nankörlük) içindedirler. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, önceki ayette, "kâfirler hoş görmese de..." buyurmuştur. Bir de, "kâfir" lafzı, "müşrik" lafzından daha genel ve kapsamlıdır. Binanaleyh burada geçen kâfirler ile yahudiler, hristiyanlar ve müşrikler kastedilmişlerdir. Cenab-ı Hakk da bu ayette, "nûr"dan ve onun söndürülmek istenişinden bahsetmiştir. Dolayısıyla, bu ifadeye uygun düşen, "kâfir" lafzıdır. Çünkü kâfirlik, örtmek, kapamak, gizlemek manasını taşır. Çünkü nuru söndürme çabasına giren o nurun son bulmasını sönmesini isteyen olur. Allahü teâlâ, ikinci ayette ise, Hz Peygamber (sav)'den, onu göndermekten ve hak dinden bahsetmiştir ki bütün bunlar, Hz Peygamber (sav) için, büyük bir mevki, büyük bir şeref ve büyük bir mertebe demektir. Peygamber (sav)'e verilen bu dereceleri içe sindirememe ise, aslında Allah'a karşı gelme ve itiraz etme demektir. İtiraz etme ise, şirke (müşrikliğe) uygun bir şeydir. Bir de Hz Peygamber (sav)'e haset edenlerin çoğu, Kureyş kabilesindendir. Kureyş de müşrik idi. Böylece "nûr", "din" ve "peygamber" gibi ifadelerden daha genel bir ifade olduğu için Cenab-ı Hak, "nûr" ifadesine, İslam'ın ve peygamber göndermenin muhalifi olan, ona karşı çıkan "kâfirler" ifadesi ile; "Peygamber" ve "din" kelimeleri, "nûr" kelimesinden daha hususi olduğu için de, buna bu ikinci ayette, "kâfir" kelimesinden daha hususi (dar) olan "müşrikler..." ifadesi ile mukabelede bulunmuştur, yani ona karşılık bunu zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)