هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الَّذِي | ki |
|
3 | أَرْسَلَ | gönderdi |
|
4 | رَسُولَهُ | elçisini |
|
5 | بِالْهُدَىٰ | hidayetle |
|
6 | وَدِينِ | ve din ile |
|
7 | الْحَقِّ | hak |
|
8 | لِيُظْهِرَهُ | onu getirsin diye |
|
9 | عَلَى | üstün |
|
10 | الدِّينِ | dinlere |
|
11 | كُلِّهِ | bütün |
|
12 | وَلَوْ | ve şayet |
|
13 | كَرِهَ | hoşlanmasa da |
|
14 | الْمُشْرِكُونَ | müşrikler |
|
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَسُولَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْهُدٰى car mecruru رَسُولَهُ ‘nün mahzuf haline mütealliktir.
د۪ينِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لِ harfi, يُظْهِرَهُ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اَرْسَلَ fiiline mütealliktir.
يُظْهِرَهُ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَى الدّ۪ينِ car mecruru يُظْهِرَهُ fiiline mütealliktir. كُلِّه۪ manevi tekid olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı irabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “te’kid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مَؤَكَّدٌ)” denir. Te’kid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddütünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Lafzî tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden te’kid müekkede uyar.
Manevi tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler: كُلُّ اَجْمَعُونَ , اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
يُظْهِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
وَ haliyyedir. لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. كَرِهَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.
الْمُشْرِكُونَ۟ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُشْرِكُونَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan شرك fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إظهاره (Ortaya çıkarır) şeklindedir.
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek ve tazim içindir.
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
بِالْهُدٰى car mecruru اَرْسَلَ fiilinin failinin mahzuf haline mütealliktir. وَد۪ينِ الْحَقِّ izafeti, بِالْهُدٰى ‘ya matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle اَرْسَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
كُلِّه۪ izafetinde كُلِّ , manevi tekid lafzıdır. Bu kelimeler tekid edilecek kelimenin zamirine muzaf olurlar.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
رَسُولَهُ - اَرْسَلَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, بِالْهُدٰى - الدّ۪ينِ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
د۪ينِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الدّ۪ينِ ‘deki tarif, istiğrak ifade eden cins içindir. (Âşûr)
الدّ۪ينِ iki manada kullanılır. İlki hakiki olarak, şeriat, diğeri de mecazî din ehli manasında kullanılır. (Âşûr)
Ayetteki رَسُولَهُ ”Peygamber'den maksat, Hz Muhammed (sav)'dir. الْهُدٰى ”Hüdâ" (hidâyet)'dan maksat da Kur'an, yahut mucizelerdir. Buna göre hüda, kendisiyle Sırat-ı Müstakîm'e (doğru yola) gidilen şey manasınadır. د۪ينِ الْحَقِّ ‘dan maksat, Cenab-ı Hakkın Resulü ve ümmeti için seçmiş olduğu Hanif dini (İslam)'dır. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Bu ayet, İslam'dan başka hiçbir dinin kalmayacağı manasını ifade etmez. Maksat, İslam'ın üstünlüğünü ve yüceliğini açıklamaktır. (Rûhu’l Beyân)
وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟
وَ , haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki كَرِهَ الْكَافِرُونَ cümlesi şarttır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; إظهاره (Ortaya çıkarır) şeklindedir.
Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
8. ayetteki الْـكَافِرُونَ ile الْمُشْرِكُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetle, onun manasını tekid eden bu ayet arasında tefennün sanatı vardır.
Hak Teâlâ, önceki ayette, وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ "kâfirler hoş görmese de..."; bu ayette ise, وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟ "müşriklerin hoşuna gitmese de..." buyurmuştur. Bunun hikmeti şöyledir: Onlar, Hz Peygamber (sav) ve ona indirilen o kitabı inkâr etmişlerdir. Peygamber ve kitab gönderme ise, Allah'ın bir nimetidir. Bütün kâfirler de küfran-ı nimet (nankörlük) içindedirler. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, önceki ayette, "kâfirler hoş görmese de..." buyurmuştur. Bir de, "kâfir" lafzı, "müşrik" lafzından daha genel ve kapsamlıdır. Binânaleyh burada geçen "kâfirler" ile, yahudiler, hristiyanlar ve müşrikler kastedilmişlerdir. Cenab-ı Hak da bu ayette, "nûr"dan ve onun söndürülmek istenişinden bahsetmiştir. Dolayısıyla, bu ifadeye uygun düşen, "kâfir" lafzıdır. Çünkü kâfirlik, örtmek, kapamak, gizlemek manasını taşır. Çünkü nuru söndürme çabasına giren o nurun son bulmasını sönmesini isteyen olur. Allahü teâlâ, ikinci ayette ise, Hz Peygamber (sav)'den, onu göndermekten ve hak dinden bahsetmiştir ki bütün bunlar, Hz Peygamber (sav) için, büyük bir mevki, büyük bir şeref ve büyük bir mertebe demektir. Peygamber (sav)'e verilen bu dereceleri içe sindirememe ise, aslında Allah'a karşı gelme ve itiraz etme demektir. İtiraz etme ise, şirke (müşrikliğe) uygun bir şeydir. Bir de Hz Peygamber (sav)'e hased edenlerin çoğu, Kureyş kabilesindendir. Kureyş de müşrik idi. Böylece "nûr", "din" ve "peygamber" gibi ifadelerden daha genel bir ifade olduğu için Cenab-ı Hak, "nûr" ifadesine, İslam'ın ve peygamber göndermenin muhalifi olan, ona karşı çıkan "kâfirler" ifadesi ile; "Peygamber" ve "din" kelimeleri, "nûr" kelimesinden daha hususî olduğu için de, buna bu ikinci ayette, "kâfir" kelimesinden daha hususi (dar) olan "müşrikler..." ifadesi ile mukabelede bulunmuştur, yani ona karşılık bunu zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)