Tahrim Sûresi 10. Ayet

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ  ...

Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ضَرَبَ anlattı ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا misal ile م ث ل
4 لِلَّذِينَ kimseler için
5 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
6 امْرَأَتَ karısını م ر ا
7 نُوحٍ Nuh’un
8 وَامْرَأَتَ ve karısını م ر ا
9 لُوطٍ Lut’un
10 كَانَتَا bu ikisi idiler ك و ن
11 تَحْتَ (nikahı) altında ت ح ت
12 عَبْدَيْنِ iki kulun ع ب د
13 مِنْ -dan
14 عِبَادِنَا kullarımız- ع ب د
15 صَالِحَيْنِ salih ص ل ح
16 فَخَانَتَاهُمَا fakat ihanet ettiler خ و ن
17 فَلَمْ
18 يُغْنِيَا (kocaları) savamadı غ ن ي
19 عَنْهُمَا onlardan
20 مِنَ -tan
21 اللَّهِ Allah-
22 شَيْئًا (hiçbir) şeyi ش ي ا
23 وَقِيلَ ve denildi ق و ل
24 ادْخُلَا haydi girin د خ ل
25 النَّارَ ateşe ن و ر
26 مَعَ beraber
27 الدَّاخِلِينَ girenlerle د خ ل
 

Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koy­ması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).

Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 412-413
 

  Mera'e مرء :

  Eril olarak مَرْءٌ ve إمْرُءٌ  şeklinde, dişil olarak  مَرْأةٌ ve إمرَأةٌ  şeklinde kullanılır.

   مُرُوءَةٌ kelimesi, yiğitlik ve mertliğin en mükemmeli demektir, tıpkı  ٌرَجُولِيَّة kelimesinin adamlığın en mükemmeli anlamında olduğu gibi..

  ٌمَرِئ midenin baş tarafı ve boğaza yapışık olan kursak demektir.

  Bu kelime de şahsi mefhumlar, kendine güvenme, istikamet gibi kişilik sıfatları mülahaza edilir, dikkat çeker.

  Kuran-ı Kerim'de المَرْأةٌ  unvanıyla dokuz kadın zikredilmiştir;

1- Hz. İmran'ın hanımı 3/35

2- Aziz'in hanımı 12/51

3-  Sebe Melikesi 23/27

4- Firavun'un hanımı 28/10

5- Hz. Nuh'un hanımı 66/10

6- Hz. Lut'un hanımı 29/32

7- Hz. İbrahim'in hanımı 71/11

8- Ebu Leheb'in hanımı 111/4

9- Hz. Zekeriyya'nın hanımı 3/41

  إمْرَأةٌ  sözcüğünün meallerde herhangi bir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, kadın diye tercüme edilmesi uygun değildir. Çünkü Kuran ihanet, inanç farklılığı, dulluk, kısırlık gibi unsurların bulunduğu yerlerde zevc sözcüğünü kullanmaz, إمْرَأةٌ ü kullanır. Zevci eşi, imrae'yi ise karısı veya kadını diye Türkçeye çevirmek mümkündür. Ancak bu sözcükler, Kuran mütercimlerinin çoğu tarafından gelişi güzel bir biçimde Türkçeye aktarılmış, mesela imra'e sözcüğüne mukabil gelişi güzel bir biçimde herhangi bir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, karı, kadın sözcükleri kullanılmıştır. (Müfredat-Tahqiq-Kur'an'da Anlam İncelikleri) 

  Kuran’ı Kerim’de dört farklı isim formunda 38 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri murûet ve mürüvvettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ 


Fiil cümlesidir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  ضَرَبَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. امْرَاَتَ  muahhar mef’ûl olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  امْرَاَتَ لُوطٍ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

 

كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً 


İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan tesniye elifi  كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  

تَحْتَ  mekân zarfı  كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.  عَبْدَيْنِ  muzâfun ileyh olup tesniye alameti  يْ ‘dir.  مِنْ عِبَادِنَا  car mecruru  عَبْدَيْنِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحَيْنِ  kelimesi  عَبْدَيْنِ ‘nin sıfatı olup ile ي  ile mecrurdur. Tesniye kelimeler harf ile îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir.  خَانَتَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَمْ يُغْنِيَا  atıf harfi  فَ  ile  خَانَتَا ‘ya matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يُغْنِيَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْهُمَا  car mecruru  يُغْنِيَا  fiiline mütealliktir. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  يُغْنِيَا  fiiline mütealliktir. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذاب الله (Allah’ın azabından) şeklindedir.  شَيْـٔاً  masdardan naib mef’ûlu mutlaktır. Takdiri, شيئا من الإغناء  (Zenginlikte, ihtiyaçsızlıktan biraz) şeklindedir.  

يُغْنِيَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غني ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   


 وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ


وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

Mekulü’l-kavli  ادْخُلَا ‘dir.  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

ادْخُلَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. النَّارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

مَعَ  mekân zarfı  ادْخُلَا  fiiline mütealliktir. الدَّاخِل۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الدَّاخِل۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  دخل  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا امْرَاَتَ نُوحٍ وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

مَثَلاً  mef’ûl olarak mansubdur. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan nev’e işarettir.

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukaddem ikinci mef’ûl olan  مَثَلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  كَفَرُوا   cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا , ihtimam için iki mef’ûle takdim edilmiştir.

وَامْرَاَتَ لُوطٍۜ  izafeti, muahhar ilk mef’ûl  امْرَاَتَ نُوحٍ ‘e matuftur. Cihet-i câmia temâsüldür.

امْرَاَتَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Car mecrurun iki mef’ûle takdim edilmesi, inkâr edenleri ikaz sebebiyle ihtimam içindir. (Âşûr) 

 

كَانَتَا تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ فَخَانَتَاهُمَا فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede icazı hazif vardır.  تَحْتَ عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ  izafeti,  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ  car mecruru  عَبْدَيْنِ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

عِبَادِنَا  için sıfat olan  صَالِحَيْنِ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Dünya ve ahiret hayırlarını ve saadetlerini elde etmek imkanına sahiptiler. Nûh ve Lût (as) anılmışken, hemen peşinden onları tazim için zamir değil de  عَبْدَيْنِ مِنْ عِبَادِنَا صَالِحَيْنِ /iki salih kul" diye açıkça zikredildi. Bu ifade ile, kulluğun ve salâhın şerefi beyan edilmektedir. (Ruhu’l Beyan)

عِبَادِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.

عِبَادِنَا - عَبْدَيْنِ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

فَخَانَتَاهُمَا  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَلَمْ يُغْنِيَا عَنْهُمَا مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاً  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  hükümde ortaklık sebebiyle makabline atfedilmiştir.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لَمْ  harfi  يُغْنِيَا  fiilini cezm ederek manasını menfi maziye çevirmiştir.

عَنْهُمَا  ve  مِنَ اللّٰهِ  car mecrurları  يُغْنِيَا  fiiline mütealliktir.  مِنَ اللّٰهِ  car mecrurunda muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; منْ عذاب الله  şeklindedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

شَيْـٔاً ’deki nekrelik tahkir içindir. (Âşûr) Olumsuz siyakta nekre umum ve şümul ifade eder.

وَق۪يلَ ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ق۪يلَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ادْخُلَا النَّارَ مَعَ الدَّاخِل۪ينَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ق۪يلَ  fiili, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

النَّارَ  kelimesi  ادْخُلَا  fiilinin mef’ûludur.  مَعَ  mekan zarfı  ادْخُلَا  fiiline mütealliktir. İsm-i fail veznindeki  الدَّاخِل۪ينَ  mekan zarfına muzâfun ileyh olmuştur.

الدَّاخِل۪ينَ - ادْخُلَا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَفَرُوا - صَالِحَيْنِ  ve  فَخَانَتَاهُمَا - صَالِحَيْنِ  gruplarındaki kelmeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَخَانَتَاهُمَا  ve  كَفَرُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayeti kerimede cem' ma’at-taksim vardır. Küfredenler misal kelimesinde cem, verilen örneklerde taksim vardır.

Bu ayet, günah işleyenlerin aralarında kan bağı veya evlilik akrabalığı olsa bile yolda ve davranışta kendilerine uymadıkları, salih kişilerin kendilerine faydalarının dokunacağı tarzındaki istek ve umutlarını kesmiştir. (Ruhu’l Beyan)