Tahrim Sûresi 11. Ayet

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ  ...

Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَضَرَبَ ve anlattı ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا misal ile م ث ل
4 لِلَّذِينَ hakkında
5 امَنُوا inananlar ا م ن
6 امْرَأَتَ karısını م ر ا
7 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
8 إِذْ hani
9 قَالَتْ demişti ق و ل
10 رَبِّ Rabbim ر ب ب
11 ابْنِ yap ب ن ي
12 لِي bana
13 عِنْدَكَ katında ع ن د
14 بَيْتًا bir ev ب ي ت
15 فِي içinde
16 الْجَنَّةِ cennetin ج ن ن
17 وَنَجِّنِي ve beni kurtar ن ج و
18 مِنْ -dan
19 فِرْعَوْنَ Fir’avn-
20 وَعَمَلِهِ ve onun (kötü) işinden ع م ل
21 وَنَجِّنِي ve beni kurtar ن ج و
22 مِنَ -ndan
23 الْقَوْمِ topluluğu- ق و م
24 الظَّالِمِينَ zalimler ظ ل م
 

Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koy­ması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).

Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 412-413
 

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ 


Fiil cümlesidir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  مَثَلاً  mukaddem mef’ûlu bih olup fetha ile mansubdur. 

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ  harf-i ceriyle  ضَرَبَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. امْرَاَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فِرْعَوْنَۢ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

إِفْعَال  babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   


 اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ 


اِذْ  zaman zarfı  مَثَلاً ‘e müteallik olup mahallen mansubdur.  قَالَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.  

ابْنِ  dua manasında illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Nidanın cevabıdır.  ل۪ي  car mecruru  ابْنِ  fiiline mütealliktir. 

عِنْدَ  mekân zarfı  ل۪ي ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْتاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِي الْجَنَّةِ  car mecruru  بَيْتاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.


وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ


Cümle, atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. نَجِّن۪ي  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ فِرْعَوْنَ  car mecruru  نَجِّن۪ي  fiiline mütealliktir. 

فِرْعَوْنَ  gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.  عَمَلِه۪  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  نَجِّن۪ي  atıf harfi وَ ‘la birinci  نَجِّن۪ي ‘e matuftur. 

مِنَ الْقَوْمِ  car mecruru  نَجِّن۪ي  fiiline mütealliktir.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ ‘nin sıfatı olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

نَجِّن۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ اِذْ قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

مَثَلاً  mukaddem mef’ûl olarak mansubdur. Kelimedeki nekrelik, muayyen olmayan nev’e işarettir.

امْرَاَتَ  birinci mef’ûldur. 

Mecrur mahaldeki cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte mukaddem ikinci mef’ûl olan  مَثَلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا , ihtimam için ilk mef’ûle takdim edilmiştir.

ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [İman ehlinin varacağı yer] - ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا  [isyan ehlinin varacağı yer] arasında mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsir) 

Ayetteki, "Allah ... misal olarak gösterdi" ifadesi, "Allah bunların hallerini, bir temsil ile anlattı" demektir. Çünkü onlar, küfürlerinden ve müminlere olan düşmanlıklarından ötürü, korumasız ve sahipsiz, kendileri gibilerine verilen ceza ile cezalandırıldılar. Kendileriyle o peygamberler arasında bulunan akrabalık, o peygamberlere düşman oldukları; Allah katından getirdikleri şeylerde peygamberleri inkâr edip, bu inkârda ısrar ettikleri için, kendilerine hiçbir fayda vermeyecektir. (Fahreddin er-Râzî)

اِذْ  zaman zarfı  ضَرَبَ  fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَتْ رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّ ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ  cümlesi, nida üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir. 

Münada konumundaki  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhe şan ve şeref kazandırmasının yanında, mütekellimin, Allah'ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  ابْنِ ل۪ي عِنْدَكَ بَيْتاً فِي الْجَنَّةِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmesine karşın, cümle emir anlamından çıkarak dua manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ل۪ي  car mecruru  ابْنِ  fiiline,  عِنْدَكَ  şeklindeki mekan zarfı  ل۪ي ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. 

فِي الْجَنَّةِ  car mecruru ise  بَيْتاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Halin ve sıfatın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar  ل۪ي  ve  عِنْدَكَ , ihtimam için mef’ûl olan بَيْتاً ‘e takdim edilmiştir. بَيْتاً ‘deki nekrelik muayyen olmayan nev ve tazim ifade eder.

عِنْدَكَ  izafeti muzâfa tazim içindir.

Firavun’un karısının  زوجة  yerine  امْرَاَتَ  şeklinde anılması, eşiyle olan inanç ayrılığı sebebiyledir.

İlgili ayetler incelendiğinde  زوجة  kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:

- Sadakat  - Allah’ın dinine inanmada birlik  - Üreme imkânı bulunmak  - Nikâhlı olmak

امْرَاَتَ  kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:

- İhanet (aldatma)  - Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık  - Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi)  - Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (Nüsha Dergisi/İsmail Sökmen/Kur’an’da Geçen  زوجة ve  امْرَاَتَ Kelimeleri Üzerine )

Müfredat: canlı varlıklardan eşleşen erkek ve dişi çiftlerin her birisine zevc dendiği gibi bunlardan ve diğer varlıklardan olan çiftlerin her birisine de zevc denir, mest ve ayakkabı gibi.

Şayet ‘’Senin katında’’ ve ‘’cennette’’ ifadelerinin birlikte kullanılmasının anlamı nedir? dersen şöyle derim: Asiye (önce) Allah’ın rahmetine yakınlığı ve O’nun düşmanlarının işkencesinden uzak olmayı talep etmiş; sonrasında da cennette diyerek bu yakınlığın mekanını açıklamıştı. Yahut Asiye cennetteki derecenin yüksek kılınmasını ve kendi cennetinin Arş’a en yakın cennetlerden olan Me’vâ cennetleri olmasını istemişti de böylece ‘’Senin katında’’ demek suretiyle Arş’a olan yakınlığı ifade etmişti. (Keşşâf)

Kâfirlerle bağlantılı olma hallerini Asiye (rha)'nın haline ve durumuna benzetti. Üstelik o, Allah'ın en azılı düşmanlarından birinin nikâhı altında idi. (Beyzâvî) 

 

وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪ وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ


Cümle atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Firavun’un eşinin duasının devamıdır.

Aynı üslupta gelen  وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. 

Her iki cümle de emir üslubunda gelmesine rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الْقَوْمِ  için sıfat olan  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi, ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

نَجِّن۪ي  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَنَجِّن۪ي مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪  cümlesine  وَنَجِّن۪ي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَۙ  cümlesinin atfı, husustan sonra  umumun zikri babında ıtnab sanatıdır.

مِنْ فِرْعَوْنَ وَعَمَلِه۪  yani Firavun’un icraatından yahut Firavun’un habis nefsinden ve despot saltanatından; özellikle de inkâr, putlara tapma, zulüm ve suçsuz yere işkence çektirmeden ibaret olan icraatından… demektir. [Kurtar beni bu zalim kavimden!] Bütün bu Kıptîlerden! Bu ifadede; ağır imtihan ve belalar esnasında Allah’a sığınma, O’na can atma ve O’ndan kurtuluş dilemenin, salihlerin adetleri ve nebi ve resullerin düsturları cümlesinden olduğuna dair bir delil vardır. (Keşşâf)

Zalim topluluktan murad, zulümde Firavun’a tâbi olan Kıbtîlerdir. (Ebüssuûd)