وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَرْيَمَ | ve Meryem’i |
|
2 | ابْنَتَ | kızı |
|
3 | عِمْرَانَ | İmran’ın |
|
4 | الَّتِي | O |
|
5 | أَحْصَنَتْ | korumuştu |
|
6 | فَرْجَهَا | ırzını |
|
7 | فَنَفَخْنَا | biz de üflemiştik |
|
8 | فِيهِ | ona |
|
9 | مِنْ | -dan |
|
10 | رُوحِنَا | ruhumuz- |
|
11 | وَصَدَّقَتْ | ve doğrulamıştı |
|
12 | بِكَلِمَاتِ | kelimelerini |
|
13 | رَبِّهَا | Rabbinin |
|
14 | وَكُتُبِهِ | ve Kitaplarını |
|
15 | وَكَانَتْ | ve olmuştu |
|
16 | مِنَ | -den |
|
17 | الْقَانِتِينَ | gönülden ita’at edenler- |
|
Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber’in kendisine yasak koyması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sırrı koruyamamış olması bulunuyordu. Bu âyetlerde yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincinde olamadıkları, üstelik onların inançlarına, davalarına hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zalim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Allah’a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorlukları göğüsleyip ithamlara yine afif (iffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışını karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber’in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. âyette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nûh’un karısıyla Hz. Lût’un karısı eşlerine hıyanet ettiklerinden, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koruma sağlayamayacaklardır. Bu iki kadın ve yaptıkları hakkında Kur’an’da fazla bilgi bulunmamaktadır. Tefsirlerdeki bilgilerin özeti şudur: Nûh’un karısı onunla alay eden inkârcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğrendiği vahyedilen gizli bilgileri müşriklere sızdırıyordu. Lût’un karısı da gizlice eve gelen misafirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkârcı toplumuna haber veriyordu. Yaptıkları bu çirkin işler âyette kısaca “onlara ihanet ettiler” şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkârcılıkta direnen ve zulmüyle şöhret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâyişi uğruna Firavun’un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Mûsâ’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda işkencelere mâruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile ileri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhebi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Âsiye”, DİA, III, 487). Yine İmrân kızı Meryem kendisini Allah’a kulluk etmeye öylesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki yüce Allah onu babasız dünyaya getirmeyi murat ettiği Hz. Îsâ’ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffetine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi (Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/35-38, 42 vd.; Meryem 19/34-36). “Ona ruhumuzdan üfledik” ifadesindeki “ona” zamiri “onun rahmine, rahmindekine yani Hz. Îsâ’ya” mânalarıyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ sûresinin 91. âyetinde olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır (Râzî, XXX, 50).
Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: Sorumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakla beraber, belirli konumlarda bulunanların bazan daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna karşılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Peygamber’in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir (bk. Ahzâb 33/30-34). Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durumlardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örneklerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, övgüyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, kadının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla burada, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtuluşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünülmemesi gerektiğine bir ima bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtulmak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir.
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki امْرَاَتَ فِرْعَوْنَ ‘ye matuftur. ابْنَتَ bedel veya atf-ı beyan olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عِمْرٰنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl مَرْيَمَ ‘nin sıfatı olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْصَنَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْصَنَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. فَرْجَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَفَخْنَا atıf harfi فَ ile sıla cümlesine matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَفَخْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru نَفَخْنَا fiiline mütealliktir. مِنْ teb’ıziyyedir. مِنْ رُوحِنَا car mecruru نَفَخْنَا fiiline mütealliktir.
اَحْصَنَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حصن ’dir.
إِفْعَال babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪
Cümle, atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, فحملت بعيسى وصدّقت بكلمات (İsa (as)’ı yüklendi ve kelimeleri tasdik etti.) şeklindedir.
صَدَّقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. بِكَلِمَاتِ car mecruru صَدَّقَتْ fiiline mütealliktir. رَبِّهَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كُتُبِه۪ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
صَدَّقَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صدق ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la صَدَّقَتْ ‘e matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. كَانَتْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تْ te’nis alametidir.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هى ’dir.
مِنَ الْقَانِت۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْقَانِت۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi قنت olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَرْيَمَ ابْنَتَ عِمْرٰنَ الَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا
مَرْيَمَ kelimesi امْرَاَتَ فِرْعَوْنَۢ ’ye atıf harfi وَ ile atfedilmiştir. ابْنَتَ عِمْرٰنَ izafeti مَرْيَمَ ‘den bedel veya sıfattır.
مَرْيَمَ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası olan اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا ibaresi, namusunu korumaktan kinayedir.
فَرْجَ aslında gömlekte veya elbisede olan deliktir, iki şey arasındaki yarıktır. Yine hacet giderme manasında kinaye gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
فَنَفَخْنَا ف۪يهِ مِنْ رُوحِنَا cümlesi atıf harfi فَ ile sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَنَفَخْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
ف۪يهِ ve مِنْ رُوحِنَا , car mecrurları نَفَخْنَا fiiline mütealliktir.
Veciz ifade kastına matuf رُوحِنَا izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُوحِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
النَّفْخُ ifadesi onun rahmindeki oluşumun başlamasındaki sürat manasında müsteardır. مِنْ harf-i ceri ba’diyet içindir. (Âşûr)
وَضَرَبَ اللّٰهُ ‘dan sonra فَنَفَخْنَا ifadesinde, gaib zamirden azamet zamirine iltifat sanatı vardır.
نفح الروح ifadesinde istiare vardır. Burada ruh ile kastedilen, havanın üfürmekle akması gibi İsa Mesih’in (as) ruhunun da Meryem’e (as) akıtılmasıdır. Çünkü ruh, bu suretle erkek spermleri olmadan, rahimde katmandan intikal etmeden Meryem de hasıl olur. Ayrıca burada, İsa Mesih’i (as) yaratması, evlenme ve öncesinde cinsel ilişki olmadan gerçekleştiği için, ululanmaya ve yüceltilmeye layık özel ve seçkin meziyeti sebebiyle Allah Teâla ruhu zatına izafe etmiştir. (Belâgatta bir şeyin yüceliğini anlatmak için Allah Teâla’ya izafe edilmesine ta’zim/teşrif/tekrim izafeti denir. Bu sebeple ayette geçen ruhumdan ifadesi yüce ruhtan demektir.) (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Ayetteki اَحْصَنَتْ kelimesi, "zinadan ve fuhşiyattan korudu" demektir. Buna bu manayı verdik. Çünkü Hazret-i Meryem'e, zina iftirası yapılmıştır. Buna göre ayetteki فَرْجَ kelimesi ile, hakiki manası murad edilmiştir. İbn Abbas (ra) şöyle der: "Cebrail (as), onun elbisesinin yakasına üfledi, yani parmaklarıyla yakasını çekti ve oradan üfledi." Elbise ve benzeri şeylerde bulunan her yırtığa (açık yere), فَرْجَ denilir. Buradaki اَحْصَنَتْ fiiline, تكلفت في عفتها ، والمحصنة العفيفة iffetini korumak için, her türlü külfete katlandı" manası da verilmiştir. Çünkü محصنة kelimesi, ‘iffetli namuslu kadın’ manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
Allah Teâlâ, örnek vermekte dullara teselli ve nefisleri hoş olsun diye kocası olan ve olmayanı birlikte zikretti. Meryem, Kur’anda kendi ismi ile yedi kez zikredildi. Başka hiçbir kadın ismen anılmadı. Çünkü Meryem, olgun bir insan gibi nefsini taatte tuttu. Hazret-i Meryem, ibadet eden kadın anlamındadır. (Ruhu’l Beyan)
وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِه۪ وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ
Cümle takdiri فحملت بعيسى وصدّقت بكلمات (İsa’yı yüklendi ve kelimeyi tasdik etti) olan mukadder istînâfa وَ ile atfedilmiştir. Cümleler arasında, meskutun anh mevcuttur.
Veciz ifade kastına matuf بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا izafetinde Rabb isminin Hz.Meryem’e ait zamire muzâf olmasıyla Hz.Meryem şan ve şeref kazanmıştır. بِكَلِمَاتِ ‘nin Rabb ismine muzâf olması tazim içindir.
كُتُبِه۪ izafeti كَلِمَاتِ ’ye matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَلِمَاتِ ‘ye matuf olan كُتُبِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması كُتُبِ ‘nun tazimi içindir
فَنَفَخْنَا - رَبِّهَا kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
وَكَانَتْ مِنَ الْقَانِت۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Nakıs fiil كَانَتْ ’in dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْقَانِت۪ينَ car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ harfi ibtidaiyye içindir. (Âşûr)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Burada muktezâ-i zâhir ayetin son kısmının كَانَتْ مِنَ الْقَانِتَاتِ şeklinde gelmesini gerektirirdi. Ama ayet-i kerîmede bunun yerine tağlîb yoluyla müennes, müzekker addedilerek الْقَانِت۪ينَ kelimesi tercih edilmiştir. Böylece ayette bahsedilen Hz. Meryem itaat konusunda erkekler kadar başarılı olmuş ve onlardan addedilerek mübalağa yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنَ ‘de kısmîlik için kullanılmıştır; ancak مِنَ ’in başlangıç anlamında olması da caizdir ki, bunun dayanağı da o Meryem’in gönülden itaat edenlerin içinden dünyaya gelmiş olmasıdır; çünkü o, Hazret-i Mûsâ’nın kardeşi Harun soyundan gelmektedir. (Keşşâf)
Bu iki temsilin zımnında surenin evvelinde zikredilen müminlerin iki anasına ve Resûlüllah (s.a.v)’in istemediği bir şeyde, Resûlüllah'a (s.a.v) karşı yardımlaşmalarına kinaye yollu gönderme, sert yollu sakındırma ve bu iki mümin kadın gibi ihlâslı olmaları gerektiğine, Resûlüllah (s.a.v)’in eşi olmalarına güvenmemeleri gerektiğine işaret vardır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
‘İtaat edenler’ anlamına gelen الْقَانِت۪ينَ kelimesinin müzekker olarak kullanılması, itaatkârlar içindeki erkekleri tağlîb veya onun taatinin erkeklerin taatinden aşağı olmadığını ihsas içindir. Hatta onlar cümlesindendir. Bir diğer görüşe göre de: ”O, itaat edenlerin neslindendir," anlamındadır. Çünkü Meryem, Mûsa (as)'nın kardeşi Harun (as)'ın neslindendir. (Ruhu’l Beyan)
Ayeti kerimede cem' ma’at-taksim vardır. 10. Ayetin aksine burada iman eden kadınlar ifadesinde cem’, verilen örneklerde taksim vardır.
Surenin, konunun sonuna işaret eden bu son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.
Hüsn-i intihâ, mütekellimin makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayetin fasılalarındaki harflerinden oluşan musiki, dinleyen ve okuyanı mest etmeye kâfidir. Bu fasılalarda cinas-ı nakıs ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.