Kalem Sûresi 7. Ayet

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  ...

Şüphesiz senin Rabbin, kendi yolundan sapan kişiyi daha iyi bilir. O, hidayete erenleri de daha iyi bilir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
3 هُوَ O’dur
4 أَعْلَمُ en iyi bilen ع ل م
5 بِمَنْ kim(ler)
6 ضَلَّ sapmıştır ض ل ل
7 عَنْ -ndan
8 سَبِيلِهِ kendi yolu- س ب ل
9 وَهُوَ ve O’dur
10 أَعْلَمُ en iyi bilen ع ل م
11 بِالْمُهْتَدِينَ doğru yoldadır ه د ي
 

Sûrenin başında bulunan “nûn” harfi, “hurûf-ı mukattaa”dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin ilk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldıklarına inanırlardı. Hz. Peygamber’in de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâhin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı (krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti). Bu sebeple Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, iddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Allah’ın lutfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu (Şevkânî, V, 308). 

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler: “(Yazanların) yazdıklarına” diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların, gerçekte kalemler değil, akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu gösterir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılardan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan rabbü’l-âlemîni anlamak gerekir. Öte yandan bu fiilin, “yazmakta oldukları ve yazacakları” anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır (VIII, 5266-5267). “Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yazdıklarından maksat Kur’an’dır” diyenler de olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın düşünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilginin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Kur’an-ı Kerîm’in ilk inen sûresine (Alak) “oku!” buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm’ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi göstermesi açısından oldukça anlamlıdır. Özellikle Hicaz Bölgesi Araplarının ilk defa Kur’an ile birlikte yazılı kültüre geçmelerinde –başka âmiller yanında– bu gibi âyetlerin teşvik edici bir role sahip olduğu söylenebilir. 

Hz. Peygamber’e verilen “bitip tükenmeyen ödül”, dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah’ın yardımı, âhirette ise Allah’ın ona lutfedeceği müstesna mükâfatlardır (İbn Âşûr, XXIX, 62-63). 4. âyetteki “üstün ahlâk” ise Hz. Peygamber’in sahip olduğu Kur’an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiş (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 8). Bu açıklamalar, Hz. Peygamber’in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah’ın lutfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber’e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyarı içermektedir. Burada inkârcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber’i mi yoksa kendilerini mi cin çarpmış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve neye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmaktadır; buna göre inkârcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlayacak ve mutlu kılacak olan Allah’ın dininden ve O’nun yolundan saptıkları için asıl mecnun kendileridir.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 429-430
 

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  هُوَ اَعْلَمُ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اَعْلَمُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  ضَلَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru  ضَلَّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَعْلَمُ  ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

Cümle, atıf harfi  وَ ‘la önceki cümledeki ilk  اَعْلَمُ ‘ya matuftur. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.  بِالْمُهْتَد۪ينَ  car mecruru  اَعْلَمُ ‘ya müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مُهْتَد۪ينَ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi,  هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ  cümlesi haberidir.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبَّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ , haberdir. İsm-i tafdil kalıbında gelmesi müteallik almasına olanak sağlamıştır.

اَعْلَمُ ’ya müteallik, mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Aynı üslupta gelen  وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olan …هُوَ اَعْلَمُ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. 

سَب۪يلِه۪ۚ (O’nun yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

Bu izafette, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve teşrif ifade eder. 

وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ  cümlesiyle,  هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَعْلَمُ  fiili her iki cümlede de ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

هُوَ - اَعْلَمُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِالْمُهْتَد۪ينَ - ضَلَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Delileri yani Allah “yolundan sapanları” gerçek bir bilişle “En iyi senin Rabbin bilir!”. Akıllı olanları “en iyi bilen de O’dur” ki, onlar da hidayete erenlerdir. Veya ifade; “Her iki grubun alacağı karşılığı da en iyi bilen O’dur” anlamında bir tehdit ve vaattir. (Keşşâf)

"Şüphesiz Rabbin daha iyi bilendir." Bu açıklama da Peygamber'e güvenceyi veren yüce Allah'ın ortaktan uzak olan kendi ilahlık şanını; sıfatlarının, ilim ve gücünün yüksekliğini ve dolayısıyle ona inanılıp güvenilerek itaat edilmesi ve aksine hareket etmekten sakınılması gerektiğini anlatmak suretiyle, bir taraftan yapılacak bildiri ve duyuruları başından ve sonundan vesikalandırarak ve özellikle kendisine yönelterek verilecek duyurulara bir hazırlamadır. (Elmalılı)

Yolun (السَّبِيلِ) Allah'a izafe edilmesinde ve bunun mukabili olan doğru yolda olanları saptıran kimseler arasındaki intikalde vaad ve vaîd vardır. (Âşûr)

Bu cümlede O'nun yolundan sapanların umumu(hepsi) ve hidayete erenlerin umumu ifade edilmiştir. Bu cümle delil niteliği taşırken aynı zamanda da tezyîldir. (Âşûr)

Bütün bunlardan sonra bu, Allah'ın ["فَلا تُطِعِ المُكَذِّبِينَ - O halde yalancılara itaat etme"] (Kalem 8) sözü için  giriş ve hazırlıktır. (Âşûr)