اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَهْدِ | yola getirmedi mi? |
|
3 | لِلَّذِينَ | kimseleri |
|
4 | يَرِثُونَ | varis olanları |
|
5 | الْأَرْضَ | şu toprağa |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | بَعْدِ | sonra |
|
8 | أَهْلِهَا | sahiplerinden |
|
9 | أَنْ |
|
|
10 | لَوْ | eğer |
|
11 | نَشَاءُ | biz dilesek |
|
12 | أَصَبْنَاهُمْ | kendilerini de cezalandırırız |
|
13 | بِذُنُوبِهِمْ | günahlarıyle |
|
14 | وَنَطْبَعُ | ve mühürleriz |
|
15 | عَلَىٰ | üzerini |
|
16 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinin |
|
17 | فَهُمْ | artık onlar |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَسْمَعُونَ | hiç işitmezler |
|
“Arz”dan maksat, yukarıda kıssaları anlatılan kavimlerin yaşadığı topraklar; “yeryüzüne vâris olanlar” ise Kur’an’ın indiği dönemde o topraklarda eski kavimlerin yerlerine yerleşip yurt kuran Arap topluluklarıdır, bunların başında da Kur’an’ın ilk muhatabı olan Mekkeliler geliyordu.
Önceki âyetlerde, geçmişteki beş peygamberin (Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb) kavimlerinin kıssalarından örnekler verilerek, bu peygamberlerin getirdikleri açık seçik mesajlara, belgelere veya mûcizelere (bey-yinât) rağmen, inkârcılıkta direnen eski toplumların mâruz kaldıkları felâketler anlatılmıştı. Bu âyetlerde ise İslâm davetine muhatap olanların, bu olup bitenlerden ders almaları istenmektedir. 100. âyette Hz. Peygamber’in muhatapları iki tehlike karşısında uyarılmaktadır: Onlar eğer iman etmezlerse ya herhangi bir yıkımla yok olup gidecekler veya –hayatta kalsalar bile– küfürde ısrar ve inat etmeleri yüzünden Allah onların kalplerini mühürleyecektir (Râzî, XIV, 187). Burada iki defa geçen “kalplerin mühürlenmesi” Kur’an üslûbunda genellikle, inkâr ve kötülükte direnen insanların, zamanla akıllarını kullanma ve sağlıklı düşünme yeteneklerini kaybetmeleri, giderek artan bir taassupla sapık inanç ve yaşayışa şartlanmaları şeklindeki zihin ve ruh halini ifade eder. Genel planda evrendeki bütün oluşlar Allah’ın kuşatıcı iradesiyle gerçekleştiği için bu şartlanma “Allah’ın kalpleri mühürlemesi” şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim 101. âyetteki “Fakat onlar önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi” şeklinde çevrilen bölüm de insanın daha önce inkâr ettiği şeyleri kabul etmesinin veya inanıp benimsediği şeyleri terk ve reddetmesinin güçlüğüne işaret etmektedir.
Müfessirler, 102. âyetteki ahd kelimesini çoğunlukla “Allah’ın Hz. Âdem’in sulbüne, soyuna ve dolayısıyla bütün insanların fıtratına bahşettiği hakkı ve hakikati bulma, kabul etme meyli, her insanın yaratılışının en başında potansiyel olarak sahip kılındığı iman ve iyilik istidadı” anlamında açıklamışlardır. Kur’an’da, insanın böyle bir olumlu eğilim ve istidadı varlığının özünde saklayarak dünyaya gelmesi, onun Allah’a karşı olan bir tür ahdi ve borcu, buna karşılık mükellef bir insan haline geldikten sonra fıtrat dinini tanımayarak bâtıl inançlara, çirkin davranışlara sapması da “Allah’ın ahdini bozma” şeklinde dile getirilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 561-562
اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ
Hemze inkâri istifham, وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَهْدِ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte يَهْدِ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَرِثُونَ الْاَرْضَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يَرِثُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ بَعْدِ car mecruru يَرِثُونَ fiiline müteallıktır. اَهْلِهَٓا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
Hafifletilmiş olan اَنْ aynı اَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamir-i şan) olarak alır.
Hafifletilmiş olan اِنْ cümle başında gelebileceği gibi, hafifletilmiş olan اَنْ cümle ortasında gelir.
Hafifletilmiş olan اَنْ ’ in haberi devamlı cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise, edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz.
Haberinin geliş şekilleri şöyledir:
1. İsim cümlesi şeklinde gelirse:
a) Başına herhangi bir edat gelmeyen isim cümlesi.
b) Başına لَا harfi gelen isim cümlesi (Bu لَا cinsi nefy içindir.)
2. Fiil cümlesi şeklinde gelirse:
a) عَسَى ve لَيْسَ gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelir.
b) Bu iki fiilin haricinde başka fiillerden gelirse bu fiil cümlesinin başına س – سَوْفَ – قَدْ – لَنْ – لَمْ – لَو gibi harflerden birisinin gelmesi zorunludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamir-i şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamir-i kıssa (هِيَ – هَا)
Not: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamir-i şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri, kendisinden sonra bir cümle gelecek ve gelecek olan o cümle çok önemli, mesajı verir.
İş zamirleri üçe ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri > هُوَ – هِيَ ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri > ىهُ – هَا ) huruf-u müşebbehe bi’l fiil veya efal-i kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ‘nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.
İş zamirlerinin özellikleri:
1) İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)
2) İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.
3) Muttasıl olduğunda ya huruf-u müşebbehe bi’l fiil’in ismi yahut efal-i kulûb’un birinci mef’ûlu olur.
4) İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.
5) Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sıygaları kullanılmaz.
6) İş zamirinin haberi isminin önüne geçmez.
7) Haberde iş zamirine ait bir zamir bulunmaz.
8) İş zamirinden sonra gelen cümleye tefsir cümlesi de denir. Bu cümlenin îrabdan mahalli vardır. Halbuki diğer tefsir cümlelerinin îrabdan mahalli yoktur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. نَشَٓاءُ şart fiili olup merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَهْدِ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ ‘dir.
اَصَبْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِذُنُوبِهِمْ car mecruru اَصَبْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. نَطْبَعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَلٰى قُلُوبِهِمْ car mecruru نَطْبَعُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَسْمَعُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْمَعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ
Ayetin ilk cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle, اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasındaki cümlede mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ي has ism-i mevsûlü, لَمْ يَهْدِ fiiline müteallıktır. Sılası olan يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا , muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
الإرْثُ : Ölen kişinin malının en uygun olana verilmesidir. Sahip olduğu izzet ve şeref vasıfları dolayısıyla mecaz olarak, diri için ölüye benzetilerek kullanılır. (Âşûr)
الْاَرْضَ kelimesinin marifeliği cins içindir. Yani ‘’herhangi bir araziyi miras alırlar’’ demektir. (Âşûr)
اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ cümlesine dahil olan اَنْ muhaffefe أَنَّ ’dir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tekid ifade eden masdar harfi أَنَّ ‘nin ismi olan şan zamiri mahzuftur. Haberi, şart üslubunda haberî isnaddır. نَشَٓاءُ şart, اَصَبْنَاهُمْ cevap fiilidir.
أَنَّ ve masdar tevilindeki isim cümlesi, لَمْ يَهْدِ fiilinin faili konumundadır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
يَهْدِ fiilinin lâm ile geçişli ( لِلَّذ۪ينَ ) yapılmış olmasının sebebi, beyan etmek anlamında kullanılmış olmasıdır. (Keşşâf)
Arka arkaya 4 ayet-i kerime soruyla başlamıştır.
وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ ifadesinin neye taalluk ettiği konusunda birkaç farklı değerlendirme söz konusudur. İlkine göre اَوَلَمْ يَهْدِ ifadesinin anlamının delalet ettiği şeye atfedilmiştir ve sanki “onlar hidayetten gafil kalır, biz de kalplerini mühürleriz” anlamındadır. İkincisine göre ise يَرِثُونَ الْاَرْضَ ْifadesine matuftur ya da herhangi bir şeye matuf olmayıp وَنحن نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ (ve biz onların kalplerini mühürleriz) anlamındadır. Şayet لَوْ نَشَٓاءُ (istesek) fiili, لو شئنا (istemiş olsaydık) manasında olduğu gibi, نَطْبَعُ (mühürleriz) fiili de وطبعنا (ve mühürledik) anlamında olup اَصَبْنَاهُمْ fiiline matuf olabilir mi?” dersen şöyle derim: Anlam [“… dilesek günahları yüzünden onları da cezalandırabilecek ve kalplerini mühürleyebilecek olmamız …” mealinde olacağından bunu desteklemez; çünkü ayette sözü edilenlerin kalpleri mühürlü olup kendilerinden öncekilerin günah işleme ve günahlar yüzünden azaba maruz kalma özelliğine sahiptirler. Oysa bu şekilde -muzari fiilin mazi anlamında değerlendirilmesi şeklinde- bir yorum onların böyle bir özellikten yoksun oldukları ve şayet Allah Teâlâ dilerse bu özelliğe sahip olacakları anlamına gelir. (Keşşâf)
طْبَعُ , ‘mühürledi’ demektir. Matbaa, tabiat kelimeleri buradan gelir. Hamdi Yazır, ‘küfrü onların tabiatı kılmak’ şeklinde açıklamıştır. Aynı kökten olduğu için bu manayı da verebiliriz. Kalplerini mühürleriz, küfür onların tabiatı haline gelir.
يَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır. Bu ifade Bakara/7 deki ختم اللهغلى قلةبهم ifadesine benzemekle beraber bu fiilde mana açsından daha kuvvetlidir. Çünkü bu fiil para basmakta kullanılır ve gümüş para üzerinde iz bırakmak manasındadır. Çamur veya mum üzerinde iz bırakmak manasında ise ختم fiili kullanılır. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
Ayetin fasılası, نَطْبَعُ cümlesine فَ ‘le atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet-i kerimede işitme duyusu kalplere isnad edilmiştir. Mecazî bir kullanım olabilir. Yani işitmek, anlamak manasındadır. Ya da istiare vardır.