A'râf Sûresi 101. Ayet

تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ  ...

İşte memleketler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun, peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah, kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ işte o
2 الْقُرَىٰ ülkeler ق ر ي
3 نَقُصُّ anlatıyoruz ق ص ص
4 عَلَيْكَ sana
5 مِنْ -nden
6 أَنْبَائِهَا onların haberleri- ن ب ا
7 وَلَقَدْ ve andolsun
8 جَاءَتْهُمْ onlara getirmişlerdi ج ي ا
9 رُسُلُهُمْ elçileri ر س ل
10 بِالْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
11 فَمَا fakat hayır
12 كَانُوا onlar ك و ن
13 لِيُؤْمِنُوا inanmadılar ا م ن
14 بِمَا ötürü
15 كَذَّبُوا yalanladıklarından ك ذ ب
16 مِنْ
17 قَبْلُ önceden ق ب ل
18 كَذَٰلِكَ işte böyle
19 يَطْبَعُ mühürler ط ب ع
20 اللَّهُ Allah
21 عَلَىٰ üzerini
22 قُلُوبِ kalbleri ق ل ب
23 الْكَافِرِينَ kafirlerin ك ف ر
 

“Arz”dan maksat, yukarıda kıssaları anlatılan kavimlerin yaşadığı topraklar; “yeryüzüne vâris olanlar” ise Kur’an’ın indiği dönemde o topraklarda eski kavimlerin yerlerine yerleşip yurt kuran Arap topluluklarıdır, bunların başında da Kur’an’ın ilk muhatabı olan Mekkeliler geliyordu.

 Önceki âyetlerde, geçmişteki beş peygamberin (Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb) kavimlerinin kıssalarından örnekler verilerek, bu peygamberlerin getirdikleri açık seçik mesajlara, belgelere veya mûcizelere (bey-yinât) rağmen, inkârcılıkta direnen eski toplumların mâruz kaldıkları felâketler anlatılmıştı. Bu âyetlerde ise İslâm davetine muhatap olanların, bu olup bitenlerden ders almaları istenmektedir. 100. âyette Hz. Peygamber’in muhatapları iki tehlike karşısında uyarılmaktadır: Onlar eğer iman etmezlerse ya herhangi bir yıkımla yok olup gidecekler veya –hayatta kalsalar bile– küfürde ısrar ve inat etmeleri yüzünden Allah onların kalplerini mühürleyecektir (Râzî, XIV, 187). Burada iki defa geçen “kalplerin mühürlenmesi” Kur’an üslûbunda genellikle, inkâr ve kötülükte direnen insanların, zamanla akıllarını kullanma ve sağlıklı düşünme yeteneklerini kaybetmeleri, giderek artan bir taassupla sapık inanç ve yaşayışa şartlanmaları şeklindeki zihin ve ruh halini ifade eder. Genel planda evrendeki bütün oluşlar Allah’ın kuşatıcı iradesiyle gerçekleştiği için bu şartlanma “Allah’ın kalpleri mühürlemesi” şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim 101. âyetteki “Fakat onlar önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi” şeklinde çevrilen bölüm de insanın daha önce inkâr ettiği şeyleri kabul etmesinin veya inanıp benimsediği şeyleri terk ve reddetmesinin güçlüğüne işaret etmektedir.

 Müfessirler, 102. âyetteki ahd kelimesini çoğunlukla “Allah’ın Hz. Âdem’in sulbüne, soyuna ve dolayısıyla bütün insanların fıtratına bahşettiği hakkı ve hakikati bulma, kabul etme meyli, her insanın yaratılışının en başında potansiyel olarak sahip kılındığı iman ve iyilik istidadı” anlamında açıklamışlardır. Kur’an’da, insanın böyle bir olumlu eğilim ve istidadı varlığının özünde saklayarak dünyaya gelmesi, onun Allah’a karşı olan bir tür ahdi ve borcu, buna karşılık mükellef bir insan haline geldikten sonra fıtrat dinini tanımayarak bâtıl inançlara, çirkin davranışlara sapması da “Allah’ın ahdini bozma” şeklinde dile getirilir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 561-562

 

تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الْقُرٰى  kelimesi işaret isminden bedel veya atf-ı beyandır.

نَقُصُّ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  نَقُصُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

عَلَيْكَ  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır.  مِنْ اَنْـبَٓائِهَا  car mecruru  نَقُصُّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَتْهُمْ  fiiline müteallıktır.  اَلْبَيِّنَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. 


فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُٓوا  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri; ما كانوا مؤهّلين أو مستعدّين للإيمان (İman etmeye ehil veya hazır olan değillerdi.) şeklindedir.

يُؤْمِنُٓوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُؤْمِنُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُ  ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline mütellıktır.  قَبْلُ  cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَذَّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ‘dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.  


 كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  ‘’gibi’’ demektir. Bu ibare, amili  يَطْبَعُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.  Takdiri;  طبعًا مثلَ ذلك الطبع يطبع الله على قلوب الكافرين (Allah bu mühürlemeye benzer şekilde kâfirlerin kalplerini mühürler.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَطْبَعُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلٰى قُلُوبِ  car mecruru  يَطْبَعُ  fiiline müteallıktır. 

الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak içindir. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade etmek içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تِلْكَ الْقُرٰى [O memleketlerden] maksat, daha önce bahsedilen beş kavim, yani Nûh, Hûd, Salih, Lût ve Şuayb (as)'ın kavimleridir. Bu, "Biz sana, onların nasıl imha edildiklerinin haberlerini veriyoruz. Ama onların dışında kalan kavimlerin haberlerini ise, henüz sana anlatmadık" demektir. Allah Teâlâ, özellikle bu kavimlerle ilgili haberlerden bahsetmiştir. Çünkü onlar, kendilerine verilen onca nimetlere karşılık, uzun zaman başlarına bir azap gelmemesinden dolayı aklanmışlar ve kendilerinin hak üzere olduklarını sanmışlardır. İşte bu sebeple Hak Teâlâ, aynı duruma düşmekten ve bu gibi şeyleri yapmaktan sakınsınlar diye, Muhammed (sav) ümmetinin dikkatini çekmek için bu hadiseleri zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)

مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ  ibaresindeki  مِنْ , ba’diyet ifade eder. (Beyzâvî, Âşûr)

Kelamın başında zikredilen haberler memleketlere izafe edilmiştir. Oysa anlatılanlar, o memleketlerin halkının haberleridir ve maksat da o halkın hallerini beyan etmektir. "Andolsun ki onlara Peygamberleri beyyineler getirmişlerdi" cümlesi de bunu bildirir. (Ebüssuûd)


وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ 

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  قَدْ  ve  لَ  tekid ifade eder.

جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۘ  şeklindeki cevap cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Peygamberlerin, beyyine (mûcize)ler getirmeleri, her peygamberin tek bir mucize değil fakat hikmetin gerektirdiği kadar ve şekilde bir çok mucize getirmesi anlamındadır. (Ebüssuûd)

Menfi  كَان ‘nin dahil olduğu  فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur.

لِيُؤْمِنُوا  cümlesine dahil olan  لِ , cümleyi gizli bir  أن ’le sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde  كَان ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir, 3/79)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  لِيُؤْمِنُوا ,  مَا ‘e müteallıktır. Sılası  كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُۜ  kavliyle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Mevsûlde, müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.

Bu haberlerde olaylar hep karyeye, şehre isnad edilmiştir. Ancak haberler şehre değil, yaşayanlara aittir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 

لِيُؤْمِنُوا - كَذَّبُوا   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لِيُؤْمِنُوا ’daki lâm, olumsuzlamayı pekiştirir ve imanın onların bu küfürde ısrarcı hallerine tamamen ters olduğu anlamını verir. (Keşşâf, Beyzâvî)


كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Takdiri;  طبعًا مثلَ ذلك الطبع يطبع الله على قلوب الكافرين (Allah bu mühürlemeye benzer şekilde kâfirlerin kalplerini mühürler.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilenlerin durumunun ne derece kötü olduğunu ifade eder.

يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Müsnedin muzari olarak gelişi hudûs, tecessüm ve teceddüt bildirir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Kalplerin mühürlenmesi ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

نَقُصُّ  cümlesindeki azamet zamirinden, bu cümlede gaib zamire iltifat vardır.

طْبَعُ , mühürledi demektir. Matbaa, tabiat kelimeleri buradan gelir. Hamdi Yazır, küfrü onların tabiatı kılmak şeklinde açıklamıştır. Aynı kökten olduğu için bu manayı da verebiliriz. Kalplerini mühürleriz, küfür onların tabiatı haline gelir.

الْكَافِر۪ينَ  ifadesindeki marifelik, cinsi tarif içindir. İstiğrak için olması da uygundur. Yani, zikredilen ve zikredilmeyen tüm kâfirler demektir. (Âşûr)

Ayetin fasılası, öncesi için tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelir. 

الكافرين - كَذَّبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.