وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
“Arz”dan maksat, yukarıda kıssaları anlatılan kavimlerin yaşadığı topraklar; “yeryüzüne vâris olanlar” ise Kur’an’ın indiği dönemde o topraklarda eski kavimlerin yerlerine yerleşip yurt kuran Arap topluluklarıdır, bunların başında da Kur’an’ın ilk muhatabı olan Mekkeliler geliyordu.
Önceki âyetlerde, geçmişteki beş peygamberin (Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb) kavimlerinin kıssalarından örnekler verilerek, bu peygamberlerin getirdikleri açık seçik mesajlara, belgelere veya mûcizelere (bey-yinât) rağmen, inkârcılıkta direnen eski toplumların mâruz kaldıkları felâketler anlatılmıştı. Bu âyetlerde ise İslâm davetine muhatap olanların, bu olup bitenlerden ders almaları istenmektedir. 100. âyette Hz. Peygamber’in muhatapları iki tehlike karşısında uyarılmaktadır: Onlar eğer iman etmezlerse ya herhangi bir yıkımla yok olup gidecekler veya –hayatta kalsalar bile– küfürde ısrar ve inat etmeleri yüzünden Allah onların kalplerini mühürleyecektir (Râzî, XIV, 187). Burada iki defa geçen “kalplerin mühürlenmesi” Kur’an üslûbunda genellikle, inkâr ve kötülükte direnen insanların, zamanla akıllarını kullanma ve sağlıklı düşünme yeteneklerini kaybetmeleri, giderek artan bir taassupla sapık inanç ve yaşayışa şartlanmaları şeklindeki zihin ve ruh halini ifade eder. Genel planda evrendeki bütün oluşlar Allah’ın kuşatıcı iradesiyle gerçekleştiği için bu şartlanma “Allah’ın kalpleri mühürlemesi” şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim 101. âyetteki “Fakat onlar önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi” şeklinde çevrilen bölüm de insanın daha önce inkâr ettiği şeyleri kabul etmesinin veya inanıp benimsediği şeyleri terk ve reddetmesinin güçlüğüne işaret etmektedir.
Müfessirler, 102. âyetteki ahd kelimesini çoğunlukla “Allah’ın Hz. Âdem’in sulbüne, soyuna ve dolayısıyla bütün insanların fıtratına bahşettiği hakkı ve hakikati bulma, kabul etme meyli, her insanın yaratılışının en başında potansiyel olarak sahip kılındığı iman ve iyilik istidadı” anlamında açıklamışlardır. Kur’an’da, insanın böyle bir olumlu eğilim ve istidadı varlığının özünde saklayarak dünyaya gelmesi, onun Allah’a karşı olan bir tür ahdi ve borcu, buna karşılık mükellef bir insan haline geldikten sonra fıtrat dinini tanımayarak bâtıl inançlara, çirkin davranışlara sapması da “Allah’ın ahdini bozma” şeklinde dile getirilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 561-562
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِاَكْثَرِهِمْ car mecruru عَهْدٍ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurudur.
مِنْ zaiddir. عَهْدٍ lafzen mecrur, وَجَدْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan zamiri mahzuftur.
وَجَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اَكْثَرَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. فَاسِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
فَاسِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ
Ayet, يَطْبَعُ اللّٰهُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. Menfi mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
Mef’ûl olan مِنْ عَهْدٍۚ ’e dahil olan مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.
يَطْبَعُ اللّٰهُ cümlesindeki lafza-i celâlden bu ayette azamet zamirine iltifat edilmiştir.
عَهْدٍۚ ’deki tenvin ta’zim ifade eder.
Cümle وَمَا وَجَدْنَا cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Muhaffefe اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede şan zamirinin hazf îcâz-ı hazif sanatıdır.
Buradaki اِنْ harfinin ismi veya Zemahşerî’ye göre şan zamiri mahzuftur. Abkari bunun إنّي olduğunu söylemiştir, ي harfi düşmüştür. (Mahmut Sâfi)
اِنْ ’in haberi mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istimrara işaret etmiştir. Onların çoğunun fasık olduğu kesin bir dille belirtilmiştir.
Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara delalet eder. (Vakafat, S. 107)
لَفَاسِق۪ينَ ’de tağlîb sanatı vardır. Müennes, müzekkerde tağlîb yoluyla ifade edilmiştir.
Ayetteki هُمْ zamiri, insanlara râcidir ve bu cümle, bir itiraz cümlesidir. (Ebüssuûd)
وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ cümlesi ile وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِق۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَكْثَرَهُمْ ve وَجَدْنَٓا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَجَدْنَٓا - مَا وَجَدْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
İlk جَدْنَٓا bulmak, ikinci جَدْنَٓا bilmek anlamında ise aralarında tam cinas da vardır.