ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | بَعَثْنَا | gönderdik |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَعْدِهِمْ | ardlarından |
|
5 | مُوسَىٰ | Musa’yı |
|
6 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizle |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn’a |
|
9 | وَمَلَئِهِ | ve onun ileri gelenlerine |
|
10 | فَظَلَمُوا | haksızlık ettiler |
|
11 | بِهَا | (ayetlerimize) |
|
12 | فَانْظُرْ | fakat bak |
|
13 | كَيْفَ | nasıl |
|
14 | كَانَ | oldu |
|
15 | عَاقِبَةُ | sonu |
|
16 | الْمُفْسِدِينَ | bozguncuların |
|
Bu sûrenin 59. âyetinden 102. âyetine kadar olan bölümünde, daha önce yaşamış ve risâleti sona ermiş bulunan bazı eski peygamberler ve onların tebliğlerinde yer alan başlıca esaslar hakkında bilgiler verildikten sonra 103. âyetle, Kur’ân-ı Kerîm’in inzâli sırasında varlığını sürdüren İsrâiloğulları’nın dinî tarihine dair bilgilere geçilmektedir. 156. âyete kadar devam eden bu bilgilerden sonra Hz. Muhammed’in risâletinin kesinliğini vurgulayan iki âyetin ardından İsrâiloğulları hakkındaki açıklamalar sürdürülecektir.
Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki per’ao (veya per’aâ) kelimesinden gelen fir‘avn (firavun) kelimesinin İbrânîce veya Süryânîce’den Arapça’ya geçtiği sanılmaktadır. Kelime, milâttan önce 1370’lerde “kral” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Eski Mısır inancında firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu.
Eski Ahid’de firavun kelimesi otuz dokuz yerde yalın bir unvan olarak, iki yerde de Kral Neko ve Kral Hofra’nın isimleriyle birlikte geçmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yetmiş dört defa tekrarlanan firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmekle birlikte, asıl ismi verilmemektedir. Yahudi kaynaklarında, İsrâiloğulları’na zulmeden firavunlar olarak I. Seti, onun oğlu II. Ramses ve II. Ramses’in oğlu Menephtah’ın isimleri anılır. İslâmî kaynaklara göre ise firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Bunlardan Reyyân b. Velîd, Hz. Yûsuf’un dinini kabul etmiş; fakat onun yerine geçen Kåbûs b. Mus‘ab ve daha sonra gelen Ebü’l-Abbas b. Velîd inkârcılığa sapmışlardır. Özellikle sonuncusu Hz. Mûsâ’nın mücadele ettiği kral olup firavunların en zalimi idi (ayrıntılı bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121; İsrâiloğulları için bk. Bakara 2/83 vd.; Mûsâ için bk. Kasas 28/ 7 vd.).
Âyette, yukarıda kıssaları anlatılan peygamberlerden sonra, onların temel öğretilerini ihya etmek üzere, mûcizelerle desteklenmiş olarak Hz. Mûsâ’nın gönderildiği; fakat Firavun ve çevresindeki vezirler, kâhinler, kumandanlar, danışmanlar vb. ileri gelenlerin, eski dönemlerdeki benzerleri gibi küfürde direndikleri bildirilmektedir. Buradaki “zalemû” (zulmettiler) kelimesi çoğunlukla “Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeleri inkâr ettiler” mânasında açıklanmaktadır. Nitekim Lokmân sûresinin 13. âyetinde “Çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuş; diğer birçok âyette zulüm kelimesi küfür veya şirk mânasında kullanılmıştır. Bununla birlikte âyet, “Firavun ve önde gelen adamları, halkın Mûsâ’ya ve onun peygamberliğini kanıtlayan delillere inanmalarını engelleyerek onlara kötülük ettiler” anlamında da yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 136; İbn Âşûr, IX, 35-36). Âyetin sonunda Firavun ve adamlarının “fesatçılar” şeklinde nitelenmesi de bu yorumu destekler mahiyettedir. Ancak âyette inkârcılığın, hem bireylerin ruhlarını ve amelî hayatlarını hem de toplumsal düzeni ve değerler dünyasını fesada uğratan en büyük bozgunculuk olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 564-565
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. بَعَثْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِهِمْ car mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُوسٰى mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubtur.
بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru بَعَثْنَا fiiline müteallıktır. فِرْعَوْنَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَلَا۬ئِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la فِرْعَوْنَ ‘ye matuftur.
فَ atıf harfidir. ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِهَا car mecruru ظَلَمُوا fiiline müteallıktır.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الْمُفْسِد۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُفْسِد۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَظَلَمُوا بِهَاۚ
Ayet, وَجَدْنَٓا cümlesine tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ harfi ile atfedilmiştir. ثُمَّ ; birbirine bağladığı manalar arasında kısa da olsa bir süre olduğunu ifade eder. Bu atıf harfi terahi ifade eder, sıralama bildirir. Terahi; sözlükte sonra olmak ve gecikmek anlamındadır.
Ayetin ilk cümlesi müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde azamet zamirine muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
بِاٰيَاتِنَٓا ifadesindeki بِ mülâbese içindir ve Musa (as)’ın hali olarak gelmiştir. (Âşûr)
Aynı üslupta gelen فَظَلَمُوا بِهَاۚ cümlesi, makabline فَ ile atfedilmiştir. Sonra anlamına gelen ثُمَّ kelimesiyle beraber مِنْ بَعْدِهِمْ ibaresinin gelmesi, Musa’nın (as) ba’s edilmesinin de diğer peygamberlerin birbiri ardınca gönderilmesi şeklindeki ilâhi sünnete uygunluğunu gösterir. Firavun; Mısır’a hükümdar olan kralların genel ünvanıdır. Özellikle Firavun ve kavminin önde gelenlerinin zikredilmesi işlerin idaresinde asıl olmalarından, emir ve yasaklarda halkın kendilerine bağlı olmasındandır. فرعن kelimesinin kökü olan فرع fiili zorbalık yapmak, zalimleşmek demektir. (Ebüssuûd)
الْمَلَأ ; göz dolduran kişiler, dalkavuklar demektir. Ayrıca الْمَلَأُ kelimesinin eşraf ve yöneticiler anlamı da vardır. Bunun, beraberinde kadınların olmadığı erkekler anlamında olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd)
فَظَلَمُوا بِهَاۚ ifadesi, ayetlerimizi inkâr ettiler anlamına gelir; zulüm, küfür yerine kullanılmıştır. Çünkü bunlar aynı vadideki fiillerdir. ‘’İnsanlara bu sebeple, yani onları korkutup hak yoldan alıkoyarak, müminlere eziyetler ederek zulmettiler’’ anlamına da gelebilir. (Keşşâf)
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin muahhar ismi, الْمُفْسِد۪ينَ ‘ye muzâf olan عَاقِبَةُ ’dur.
كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
الْمُفْسِد۪ينَ kelimesi isim olarak gelerek fesat çıkarmanın onların devamlı bir hali olduğuna işaret etmiştir.
الْمُفْسِد۪ينَ - ظَلَمُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Onlara açıkça müfsit denmemiş, tariz yolu ile müfsid oldukları söylenmiştir.