حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | حَقِيقٌ | borçtur |
|
2 | عَلَىٰ | benim üzerime |
|
3 | أَنْ | ki |
|
4 | لَا | asla |
|
5 | أَقُولَ | söylememem |
|
6 | عَلَى | karşı |
|
7 | اللَّهِ | Allah’a |
|
8 | إِلَّا | başkasını |
|
9 | الْحَقَّ | gerçekten |
|
10 | قَدْ | andolsun |
|
11 | جِئْتُكُمْ | size getirdim |
|
12 | بِبَيِّنَةٍ | açık bir delil |
|
13 | مِنْ | -den |
|
14 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
15 | فَأَرْسِلْ | artık gönder |
|
16 | مَعِيَ | benimle |
|
17 | بَنِي | oğullarını |
|
18 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
Hz. Mûsâ, “Ben âlemlerin rabbi tarafından görevlendirilmiş bir elçiyim” demekle hem risâletle görevlendirilmiş olduğunu ilân etmiş hem de –yüce Allah âlemlerin rabbi olduğuna göre– Firavun’un tanrılık iddiasının geçersiz sayılması gerektiğini ima etmiş oluyordu. Ayrıca o, bütün peygamberler gibi kendisinin de ilk görevinin Allah hakkında gerçeği söylemek olduğunu; bildireceklerinin kuru birer iddia olmayıp bu hususta açık bir “hüccet”e yani aklî kanıtlara veya mûcizelere dayandığını açıkladı (İbn Âşûr, IX, 39). Hz. Yûsuf’un Mısır’da bir üst düzey görevde bulunduğu sırada İsrâil adıyla da bilinen Hz. Ya‘kb ve on bir oğlu da Mısır’a göçmüşler; uzun süre itibarlı bir topluluk olarak yaşamışlardı. Ancak Mısır’da yönetimin el değiştirmesi üzerine, İsrâiloğulları, giderek çoğalmaları yanında, geniş topraklara sahip olmaları ve savaşlar sırasında Mısırlılar’ı arkadan vurmaları ihtimalinin bulunması gibi siyasî ve ekonomik sebeplerle tehlikeli görülmeye başlayıp itibar kaybına uğradılar ve zamanla parya konumuna düşürülerek geri ve ağır işlerde istihdam edilir oldular. Erkek çocuklarının öldürülmesi kararı da nüfus artışının önlenmesi amacına yönelikti (bk. Çıkış, 1/8-17, 22). İşte aynı soydan bir peygamber olan Hz. Mûsâ, Tevrat’ta bildirildiğine göre (bk. Çıkış, 12/40) 400 yılı aşkın bir zamandır Mısır’da yaşayan kavmini bu alçaltıcı durumlardan kurtarmak için, Allah’ın buyruğu uyarınca (bk. Tâhâ 20/47), Firavun’dan, kavmini serbest bırakıp kendisiyle birlikte Mısır’dan Sînâ’ya dönmelerine izin vermesini istedi.
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
حَق۪يقٌ kelimesi önceki ayetteki اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. Veya önceki ayetteki رَسُولٌ kelimesinin sıfatı olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte حَق۪يقٌ’e müteallıktır.
لَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَقُولَ mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru اَقُولَ fiiline müteallıktır. اِلَّا hasr edatıdır. الْحَقَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. جِئْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِبَيِّنَةٍ car mecruru جِئْتُكُمْ fiiline müteallıktır. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru بِبَيِّنَةٍ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, ان كنت بقولي مؤمنا فأرسل (Benim sözüme inanıyorsan gönder.) şeklindedir.
اَرْسِلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. مَعِيَ mekân zarfı اَرْسِلْ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَن۪ٓي mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. اِسْرَٓاء۪يلَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسِلْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
حَق۪يقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ
Önceki ayetin devamı olan cümlede اِنَّ ,حَق۪يقٌ ’nin ikinci haberidir. Mecrur mahaldeki masdar harfi اَنْ ve müteakip müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ cümlesi, masdar teviliyle حَق۪يقٌ ’a müteallıktır.
حَق۪يقٌ kelimesi حريص anlamında kullanılmıştır. (Mahmud Sâfi, Keşşâf) Böylece tazmin olmuştur.
Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. اَقُولَ /sıfat, الْحَقَّ /mevsuftur.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَق۪يقٌ - الْحَقَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette َحَق۪يقٌ kelimesi Allah hakkında doğruyu söylemeyi ve bu konuda son derece istekli olmayı tazammun etmektedir. (Celalettin Divlekci, Ali B. İsa Er-Rummânî’nin İcâz Anlayışı)
İlk gelen عَلَى harf-i ceri mecazî istila anlamında istiare olarak gelmiştir. (Âşûr)
عَلٰٓى harf-i ceri hakkında bazı kıraat alimlerinin izahları şöyledir:
a) Araplar بَا harf-i cerini عَلٰٓى yerinde kullanarak, aynı anlamda رَمَيْتُ عَلَى القَوْسِ veya بِلقَوْسِ (yay ile attım) ve جِئْتُ عَلَى حَالٍ حَسَنَةٍ veya بِحَالٍ حَسَنَةٍ (güzel bir hal ile geldim) derler. Ahfeş şöyle demiştir: “Bu, tıpkı وَلَاتَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَطٍ ‘Her yola oturmayın.’ (Araf Suresi, 86) ayetinde olduğu gibidir. Nasıl bu ayette ب edatı عَلٰٓى yerine kullanılmış ise aynı şekilde عَلٰٓى edatı da (tefsir ettiğimiz) ayette ب edatı yerine kullanılmıştır.” Bu izahı, Abdullah b. Mesud’un (r.a.) kıraatı da tekid etmektedir.
b) Hak, sabit ve devamlı olandır. “Hakik” de bu kelimenin mübalağasıdır (tekidlisidir). Buna göre ayetin manası, “Ben, haktan başka hiçbir şey söylememe üzere sabit ve devamlıyım.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Cümle, اِنَّ ’nin ikinci haberidir. قَدْ ile tekid edilmiş mazi fiil cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
بِبَيِّنَةٍ ’deki tenvin, tazim ifade eder.
Bu ayette geçen بِبَيِّنَةٍ, açık ve kesin olan mucize demektir. (Fahreddin er-Râzî)
قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ açıklanmaya ihtiyaç duyulan, garip bir soruyu akla getirdiği için istînâfî beyaniye cümlesidir. Makam da inkâr makamıdır. (Âşûr)
رَبِّكُمْ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca mütekellimin, Allah Teâlâ’nın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Geldi manasındaki جاء fiili, بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manası kazanır. Bu tazmin sanatıdır.
رَبِّ - اللّٰهِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin son cümlesinde فَ, takdiri ان كنت بقولي مؤمنا [Eğer benim sözüme inananlarsanız...] olan mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mahzufla birlikte şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. فَاَرْسِلْ - جِئْتُكُمْ بِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.