فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِذَا | zaman |
|
2 | جَاءَتْهُمُ | onlara geldiği |
|
3 | الْحَسَنَةُ | bir iyilik |
|
4 | قَالُوا | derler |
|
5 | لَنَا | bizimdir |
|
6 | هَٰذِهِ | bu |
|
7 | وَإِنْ | eğer |
|
8 | تُصِبْهُمْ | kendilerine ulaşırsa |
|
9 | سَيِّئَةٌ | bir kötülük |
|
10 | يَطَّيَّرُوا | uğursuz sayarlardı |
|
11 | بِمُوسَىٰ | Musa |
|
12 | وَمَنْ | kimseleri |
|
13 | مَعَهُ | ve beraberindeki |
|
14 | أَلَا | iyi bilinki |
|
15 | إِنَّمَا | ancak |
|
16 | طَائِرُهُمْ | onların uğursuzluğu |
|
17 | عِنْدَ | katındadır |
|
18 | اللَّهِ | Allah |
|
19 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
20 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
Buradaki iyilikten (hasene) daha çok yağış, ürün bolluğu ve refah gibi maddî nimetler; kötülükten de (seyyie) kuraklık, kıtlık ve geçim sıkıntısı gibi maddî problemler anlaşılmıştır (bk. Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 141; Râzî, XIV, 215).
Âyetteki tetayyür, tayr (uçma) kelimesinden türetilmiş olup bir olayı, nesneyi veya kişiyi “uğursuz sayma” (teşe’üm, teşâüm) anlamına gelir. Câhiliye döneminde oldukça yaygın bulunan bir hurafeye göre bir kimse yolculuğa çıktığında ilk karşılaştığı bir kuşun, kendisine göre sağ tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu yolculuğu için uğurlu sayar, sol tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu da uğursuz kabul ederdi. Yolculuğa çıkana da “ale’t-tâiri’l-meymûn” (uğurlu kuşla karşılaş) diyerek iyi dilekte bulunurlardı. Böylece tetayyür ve tıyara kelimeleri aslında hem uğuru hem de uğursuzluğu ifade etmekle birlikte giderek sadece uğursuzluk anlamında kullanılmaya başlandı. Aynı anlamda olmak üzere teşe’üm kelimesi de kullanılmakta; bir olay, nesne veya kişinin uğurlu sayılması ise tefe‘ül kelimesiyle ifade edilmekteydi. Türkçe’de buna, bazı hadislerdeki bir tabirle (İbn Mâce “Tıb”, 43; Müsned, II, 332) “fâl-i hasen” veya “fâl-i hayır” denilmektedir. Hz. Peygamber, gelecek için iyimser olma imkânı sağladığı, ümit ve güven telkin ettiği için tefe’ül veya fâl-i haseni yararlı görüp tavsiye ederken (Buhârî, “Tıb”, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 110-113; İbn Mâce, “Tıb”, 43; Müsned, II, 332), uğursuzluk telakkisinin Câhiliye müşrikliğinin bir kalıntısı olduğuna işaret etmiş ve İslâm’da bunun yeri olmadığını açıklamıştır (Buhârî, “Tıb”, 17, 19, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 102, 107; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24; İbn Mâce, “Nikâh”, 55; “Tıb”, 43).
Firavun ve adamları, 130. âyetin sonunda da ifade buyurulduğu gibi, başlarına gelen felâketler üzerinde düşünüp ders almaları, bu çektiklerinin kendi kötülük ve zulümleri yüzünden olduğunu kabul etmeleri gerekirken, hâlâ eski idraksizliklerini sürdürerek, nâil oldukları iyiliğin zaten kendi hakları olduğunu ileri sürerken, uğradıkları kötülüğü Hz. Mûsâ ve ona inananlardan kaynaklanan bir uğursuzluk sayıyorlardı.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577
Resûl-i Ekrem “ uğursuzluk yoktur” buyurmuştur. (Buhâri, Tıb 19,43-45; Müslim , Selâm 102,116); uğursuzluğa inanmayanların hesapsız, azapsız Cennet’e gireceklerini söylemiş ( Buhâri, Rikâk 50; Müslim, Îman 374); Muâviye bin Hakem’in “ aramızda uğursuzluğa inanan adamlar var” demesi üzerine de “ Bu onların gönüllerinde hissettikleri duygudur. Bu duygu onları işlerinden alıkoymasin “ buyurmuştur.
(Müslim, Mesâcid 33).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا) nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْحَسَنَةُ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ ‘dir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi لَنَا هٰذِه۪ۚ ’dır. قَالُٓوا fiilinin mef'ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. لَنَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
İşaret ismi هٰذِهِ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تُصِبْهُمْ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَيِّئَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı يَطَّيَّرُوا ’dur. يَطَّيَّرُوا fiili, نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَطَّيَّرُوا fiilinin aslı يَتَطَيَّرُوا şeklindedir. تَ harfi طَ harfine dönüşmüştür.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir.
Şart cümlesi mazi ve muzari fiille olur. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِمُوسٰى car mecruru يَطَّيَّرُوا fiiline müteallıktır. مُوسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mecrur olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, atıf harfi وَ ’la بِمُوسٰى’ya matuftur. مَعَ mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. اَلَٓا tenbih harfidir. اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
طَٓائِرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لٰكِنَّ’nin haberi لَا يَعْلَمُونَ ’dir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ
فَ atıf harfidir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı اِذَا ’nın müteallakıdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli لَنَا هٰذِه۪ۚ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَنَا mahzuf mukaddem habere müteallıktır. هٰذِه۪ۚ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenin önemini vurgular.
هٰذِه۪ۚ ile onlara gelen iyiliklere işaret edilmiştir. Bu nedenle işaret isminde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ
وَ atıf harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ müspet, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat bulunan önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
Şartın cevabı فَ karinesiyle gelen يَطَّيَّرُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası, mahzuftur. مَعَهُ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır. Her zaman mevsûlü takip eden sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ cümlesi ile وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
الْحَسَنَةُ ile سَيِّئَةٌ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Uğursuzluk Musa (a.s.) ve beraberindekilerde değildir. Başınıza iyilik de gelse kötülük de gelse, Allah’tandır. Kötülüğü sen hak etmişsindir. İyilik de Allah’ın fazlındandır.
Burada vukuu kesin olan şeye اِذَا ve mazi fiil gelirken, vukuu nadir olan şeye اِنْ ve muzari fiil gelmiştir. Ayrıca ilk şart cümlesinde الْحَسَنَةُ marife gelirken ikinci şart cümlesinde سَيِّئَةٌ nekre olarak gelmiştir. Zemahşerî bunun sebebinin iyiliğin çokluğu ve sanki vacipmiş gibi hissettirildiği, kötülüğün ise nadiren meydana gelmesi olduğunu söylemiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi, Beyzâvî)
اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ
اَلَٓا istiftah harfi, kendisinden sonra gelen haberin ihtimamını ifade eder. (Âşûr)
Tenbih harfi اَلَٓا ’nın dahil olduğu cümle müstenefedir. Kasr ve tenbih edatı ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَٓا isim cümlesinin başına gelerek muhatabın gelecek sözü can kulağıyla dinlemesini sağlamıştır. (Meydânî, Kur’an’ı Anlamanın Kaideleri)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عِنْدَ اللّٰهِ mahzuf habere müteallıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّمَا edatı ile yapılan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr konusu tabiri olarak mevsuf denilen عِنْدَ اللّٰهِ, sıfat olan طَٓائِرُهُمْ’ye kasredilmiştir. عِنْدَ اللّٰهِ yani maksûr/mevsuf, طَٓائِرُهُمْ ’a yani maksûrun aleyhe/sıfata tahsis edilmiştir.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat, zikredilen mevsûfta, bu sıfattan başka bir sıfat olmadığını ifade eder. Ama bu sıfat, başka mevsûflarda bulunabilir.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak اِنَّمَا ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri )
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Öncesindeki önemli haberin vehmettirdiği mana sebebiyle istiftah edatı لَكِنَّ ile başlayıp kasr üslubuyla gelmiştir. Akıllıların bilmesi gereken bir şey istidrak harfiyle başlayan ve bu kişilerin çoğunun bilmediğinin haber verildiği bu cümleyle ifade edilmiştir. (Âşûr)
“Bilmeme” keyfiyetinin onlardan çoğuna tahsisi, bazılarının hakikati bilmelerine rağmen kibir ve inatları yüzünden bilmezden gelmeleri sebebiyledir.(Ebüssuûd)
يَطَّيَّرُوا - طَٓائِرُهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette, kavl-i bi'l mûcib sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim, muhatabın bir sorusu veya sözü üzerine kullandığı kelimelerden birini farklı bir konumda kullanır. Bu sanatı “muhatabın sözünü başka bir vecihle tasdiklemek” şeklinde de tarif etmişlerdir. Kazvînî bu sanatı iki alt başlıkta inceler:
a. Muhatabın sözünde veya sorusunda geçen bir kelime, mütekellim tarafından asıl olması gerektiği şekilde kullanılır.
b. Yine muhatabın sözünde yer alan bir kelime mütekellim tarafından müteallakının zikriyle onun muradının aksine kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)