A'râf Sûresi 150. Ayet

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  ...

Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, “Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?” dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) “Ey anam oğlu” dedi, “Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا zaman
2 رَجَعَ döndü(ğü) ر ج ع
3 مُوسَىٰ Musa
4 إِلَىٰ
5 قَوْمِهِ kavmine ق و م
6 غَضْبَانَ kızgın غ ض ب
7 أَسِفًا ve üzgün bir halde ا س ف
8 قَالَ dedi ق و ل
9 بِئْسَمَا ne kötü işler yaptınız? ب ا س
10 خَلَفْتُمُونِي arkamdan خ ل ف
11 مِنْ
12 بَعْدِي benden sonra ب ع د
13 أَعَجِلْتُمْ acele mi ettiniz? ع ج ل
14 أَمْرَ emrini (beklemeyip) ا م ر
15 رَبِّكُمْ Rabbinizin ر ب ب
16 وَأَلْقَى ve yere attı ل ق ي
17 الْأَلْوَاحَ levhaları ل و ح
18 وَأَخَذَ ve tuttu ا خ ذ
19 بِرَأْسِ başını ر ا س
20 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
21 يَجُرُّهُ çekmeye başladı ج ر ر
22 إِلَيْهِ kendine doğru
23 قَالَ (Kardeşi) dedi ق و ل
24 ابْنَ oğlu ب ن ي
25 أُمَّ anamın ا م م
26 إِنَّ gerçekten
27 الْقَوْمَ bu insanlar ق و م
28 اسْتَضْعَفُونِي beni hırpaladılar ض ع ف
29 وَكَادُوا ve az daha ك و د
30 يَقْتُلُونَنِي beni öldürüyorlardı ق ت ل
31 فَلَا
32 تُشْمِتْ güldürme ش م ت
33 بِيَ üstüme
34 الْأَعْدَاءَ düşmanları ع د و
35 وَلَا asla
36 تَجْعَلْنِي beni tutma ج ع ل
37 مَعَ beraber
38 الْقَوْمِ bu kavimle ق و م
39 الظَّالِمِينَ zalim ظ ل م
 

Bu levhalarda, yüce Allah’ın, kendisinden korkanlara, yani O’na iman edip buyruklarıyla amel edenlere, hidayet ve rahmetini kazanmaları için gönderdiği hükümler vardı. Buradaki “hidayet” (hüden) ve “rahmet” kelimeleri, bir ilâhî kitabın ve onunla ortaya konan dinin bütün işlevlerini özetler mahiyettedir. Zira hidayet ancak sahih iman ve sâlih amellerle gerçekleşir; bu da insanların, fert ve toplum olarak rahmete yani yüce Allah’ın hidayet üzere yaşayanlara bahşedeceği engin sevgisinin eseri olarak, dünya ve âhiret hayatında huzurlu ve mutlu olmaya götürür. 

Âyette, öfkenin insanlara doğru olmayan işler yaptırdığına dolaylı bir işaret vardır. Nitekim Mûsâ’nın öfke sebebiyle Tevrat levhalarını yere atması, bilinçsizce yapılmış yanlış bir iş olduğu için, öfkesi yatışınca bunun farkına vararak yerdeki levhaları tekrar eline almış ve af dilemiştir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597-598

 

أسف Esefe : أسَفٌ esefün kelimesi hem hüzünlenme ile birlikte olan öfkelenme hakkında hem de ayrı ayrı bunların her biri hakkında kullanılabilmektedir. Asıl manası kalpteki kanın intikam duygusunu harekete geçirmesidir. Bu duygu eğer kişinin kendisinden aşağı düzeyde birine karşı olursa yayılıp öfkeye, kendisinden üst düzeyde birine karşı olduğundaysa içe dönerek hüzne ve kedere dönüşür.İbn Abbas (r.a.) öfke ve hüzün nedir diye sorulduğunda ”kaynakları bir ama isimleri farklıdır” demiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri esef, (maal)esef, teessüf, müessif ve müteessiftir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

  شمت Şemete :

  Şemâte شَماتَةٌ kelimesi, kendisine düşmanlık edilen ve kendisinden de düşmanlık görülen kimsenin bir belaya uğramasından dolayı sevinmek/sevinç duymaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de if'al fiil formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli şamatadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

رَجَعَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَجَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 مُوسٰى  kelimesi maksûr isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  رَجَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى  harf-i ceri mecruruna yönelme,  intiha, tahsis, musahabe,  zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada yönelme manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَضْبَانَ  kelimesi hal olup sonunda elif ve fethalı nun  انَ  bulunan özel isimlerden olup gayri munsariftir.

اَسِفاً  ikinci hal olup lafzen fetha ile mansubtur. Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Mekulü’l-kavl,  بِئْسَمَا’dır.  قَالَ  fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

بِئْسَمَا  zem anlamı taşıyan camid fiildir.  بِئْسَمَا  kelimesinde bulunan  مَا  harfi,  بِئْسَ kelimesinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsufedir.

بِئْسَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri  خلافتكم (Halef oluşunuz.) şeklindedir.

خَلَفْتُمُون۪ي  fiili  مَا ’nın sıfatı olarak mahallen mansubtur.

خَلَفْتُمُون۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

مِنْ بَعْد۪ي  car mecruru  خَلَفْتُمُون۪ي  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ 

 

Hemze istifham harfidir.  عَجِلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَمْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَبِّكُمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَلْقَى  elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْاَلْوَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  بِرَأْسِ  car mecruru  اَخَذَ  fiiline müteallıktır.

اَخ۪يهِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ى  harfidir.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ  cümlesi  اَخَذَ ‘deki failin veya  رَأْسِ  kelimesinin hali olarak mahallen mansubtur.

يَجُرّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُٓ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَجُرُّ  fiiline müteallıktır.

اَلْقَى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  ابْنَ اُمَّ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

Nida harfi mahzuftur.  ابْنَ اُمَّ  mukadder damme üzere mebni münadadır.

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي’dır. 

إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الْقَوْمَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur. 

اسْتَضْعَفُون۪ي  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  اسْتَضْعَفُون۪ي  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  كَادُوا  mukarebe fiillerindendir. Nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

Mukarebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın …, neredeyse …, -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece  كَادَ’nin kullanımına rastlanmıştır.  كَادَ  fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَادُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. 

يَقْتُلُونَن۪ي  fiili  كَادُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  يَقْتُلُونَن۪ي  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. 

اسْتَضْعَفُون۪ي  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi  ضعف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

 

فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُشْمِتْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

بِيَ  car mecruru  تُشْمِتْ  fiiline müteallıktır.  الْاَعْدَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجْعَلْن۪ي  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur.

مَعَ  mekân zarfı,  تَجْعَلْن۪ي  fiiline müteallıktır.  الْقَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الظَّالِم۪ينَ  kelimesi  الْقَوْمِ’nin sıfatı olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan şart cümlesi ...رَجَعَ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

غَضْبَانَ  ve  اَسِفاًۙ  Musa’dan (a.s.) haldir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Her ikisi de nekre gelerek nev ve kesret ifade etmiştir.

Ayette geçen  اَسِفاًۙ  kelimesi hakkında şu iki görüş ileri vardır:

a. Bu, şiddetli öfke ve kızgınlık manasına gelir. Bu, Ebu'd-Derda ile Atâ'nın İbni Abbas’tan rivayet etmiş olduğu görüştür. Zeccâc da bunu tercih etmiştir. Onlar bu kelimenin bu manaya geldiğine, Cenab-ı Hakk’ın, “Nihayet onlar bizi gazaplandırınca kendilerinden intikam aldık…” (Zuhruf Suresi, 55) ayetini delil getirmişlerdir.

b. Bu, İbni Abbas’ın ve Hasan el-Basri ile Süddî’nin görüşü olup buna göre  اَسِفاًۙ kelimesi, esef edip hüzünlenen demektir.

Vâhidi şöyle demektedir: “Bu iki görüş de birbirine yakındır. Çünkü gazap, hüzünden; hüzün de gazaptan meydana gelmektedir. Dolayısıyla senden daha aşağı derecede olan kimselerden sana hoşlanmadığın bir şey gelir, isabet ederse o zaman kızar ve öfkelenirsin. Ama senden üstün olan kimselerden hoşlanmadığın bir şey gelir de sana isabet ederse o zaman üzülürsün. Binaenaleyh bu iki durumdan birisi öfke ve kızgınlık diğeri de hüzün, keder adını alır. Bu sebeple Hz. Musa, kavminin buzağıya ibadet etmesinden dolayı onlara öfkelenmiş; Allah Teâlâ’nın, kavmini sınayıp imtihana çekmesinden dolayı da üzülmüş ve kederlenmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk, Hz. Musa’ya, ‘Biz senden sonra kavmini imtihan ettik.’ (Ta-Ha Suresi, 85) demiştir.(Fahreddin er-Râzî)

Şartın cevabı olan … قَالُوا۟  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا۟  fiilinin mekulü’l-kavli  بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ  ise gayrı talebî inşâî isnaddır.  بِئْسَ  camid zem fiilidir. Mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  خلافتكم  [Halef oluşunuz] şeklindedir.

بِئْسَمَا  ifadesindeki  مَا  nekre olup  بِئْسَ  fiilinin failini izah eden mansub bir harftir; ne kötü bir şeydir, anlamındadır. (Keşşâf)

بِئْسَ  fiilinin gerektirdiği fail ile “mahsûsun biz zemm-özellikte kınanan, zemmedilen şey” nerededir?

Cevap: Fail,  مَا خَلَفْتُمُون۪ي  kelimesinin tefsir ettiği zamirdir. “Mahsusun biz zemm” ise mahzûf olup kelamın takdiri;  بِئْسَ خِلَافَةٌ خَلَفْتُمُونِيهَا مِنْ بَعْدِى خِلَافَتُكُمْ  (Benden sonra benim yerime geçerek yapmış olduğunuz temsilcilik, haleflik ne kötü bir haleflik ve temsilciliktir.) şeklindedir.

İkinci soru; خَلَفْتُمُون۪ي  tabirinden sonra  مِنْ بَعْد۪يۚ  ifadesinin gelmesindeki hikmeti nedir?

Cevap: Bunun manası, “Benden, Allah’ın birliğini, O’nun ortaklarının olmadığını ve ibadetin sırf O’na yapılacağını görüp anlamanızdan sonra veya ‘Onlar, ‘Onların nasıl tanrıları varsa sen de bize öyle bir tanrı yap!’ (Araf Suresi, 138) dediklerinde, benim İsrailoğullarını tevhid akidesine sevketmem ve onları sığıra tapmaktan men etmemden sonra…” şeklindedir. Halbuki halef olan kimselerin, kendilerini halef bırakanların yolundan gitmeleri gerekir. Bu yerine getirilmesi gereken bir vazifedir. (Fahreddin er-Râzî)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

خَلَفْتُمُون۪ي  cümlesi,  مَا ’nın sıfatıdır. Hal ve sıfat dolayısıyla, cümlede ıtnâb sanatı vardır.

خَلَفْتُمُون۪ي  [Bana halef oldunuz] dedikten sonra gelen  مِنْ بَعْد۪يۚ, ıtnâb sanatıdır.

 

اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ 

 

Mekulü’l-kavle dahil olan bu cümle fasılla gelmiş müstenefedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî manadadır.

Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp kınama, taaccüp ve inkâr manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması  كُمْۚ  zamirine, yine Rabb ismine muzâf olması  اَمْرَ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Bir kimse bir işi tamamlamadan bıraktığı zaman عجل عن الامر; aksi için ise  تم عليه  denir. Başkası birinin bir işi yarım bırakmasına sebep olunca  اعجله عنه غيره  denilir. Bu fiilde  سبق  (geçti) anlamı bulunduğu için tıpkı  سبق  gibi  عن ’sız geçişli olabilir; اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  ifadesi, اَعَجِلْتُمْ عن  اَمْر رَبِّكُمْۚ  (Rabbinizim emrini yarım mı bıraktınız?) anlamındadır ki o, Musa’nın ahdini ve tavsiyelerini muhafaza ederek onu beklemekti; oysa siz verilen sürenin sonuna gelindiği halde dönmediğimi görerek içten içe benim öldüğüm kanaati üzerine kurduğunuz bu emri (durumu) ve birçok kavmin peygamberlerinin ardından değiştirdikleri gibi siz de değiştirdiniz! (Keşşâf)

Ayetteki,  اَعَجِلْتُمْ  اَمْرَ رَبِّكُمْۚ  “Rabbinizin emrini (beklemeyip) acele ettiniz ha?!” ifadesine gelince burada geçen “acele etme”nin manası, bir şeyi vaktinden önce yapmak istemek ve ona yönelmektir. İşte bundan dolayı, acele etmek kınanmış; bir şeyi süratle yapmak, çabuk yapmak ise kınanmamıştır. Çünkü hızlılık, bir şeyi, yapılabileceği zaman dilimlerinin ilkinde yapmaktır. Vahidî, bu şekilde söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ 

 

وَ , istinafiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Aynı üsluptaki  وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ  cümlesi makabline  وَ  ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür. 

اَخَذَ  fiilinin  بِ  harfiyle almak, başlamak manasına gelmesi tazmin sanatıdır.

اَخَذَ  fiilinin anlamı almaktır.  بِ  harfiyle kullanıldığında başlamak manasına gelir. (Arapcadeposu.com)

بِرَأْسِ’den veya  اَخَذَ  fiilinin failinden hal olan  يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

اَلْقَى - اَخَذَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ

 

Fasılla gelen cümle beyanî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nida harfinin hazfi, mütekellimin münadaya yakın olma ve onu etkileme isteğine işarettir. 

Nidanın cevabı, اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي  şeklinde, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında gelmesi de sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Makabline matuf  وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür. Müsnedin muzari fiil olması hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesinin bir sebebi de olayın zihinde muzari fiil sayesinde daha kolay canlandırılmasıdır. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kardeşi Musa’ya (a.s.) ismiyle veya kardeşim diye değil, anamın oğlu diyerek şefkatini celbetmek istemiştir.

كَادُوا ; neredeyse manasında bir fiildir.

ابْنَ - اُمَّ - اَخ۪يهِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ

 

Sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfi  فَ  ile gelen  فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi makabline matuftur. Atıf sebebi temâsüldür. Nefy harfinin tekrarı tekid için ıtnâbdır.

الْاَعْدَٓاءَ - الظَّالِم۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَالَ - لَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

ضْعَفُ ; zıt anlamlı kelimelerdendir. Hem kat kat hem de zayıf manası vardır.

Hadis-i Şeriflerde gazap ateşinin, yine ateşten yaratılan şeytanla yakından ilgisi olduğu ifade edilmiş, öfke halinde tatbik edilmesi gereken belli başlı prensipler şöyle belirlenmiştir:

1. Allah’a sığınmak: Resulullah (s.a.), huzurunda birbirine söven iki kişiden birinin yüzünde öfke hali belirince şöyle buyurdu: “Ben bir söz biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer. Bu söz, eûzu billahi mine’ş-şeytani’r-racîm: kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım, cümlesidir.” (Buharî, Edeb, 76; Ebu Davud, Edeb, 3) Ayrıca Efendimizin Ümmü Seleme annemize öğrettiği, “Ey Nebî olan Muhammed’in Rabbi Allahım! Günahlarımı bağışla ve kalbimin öfkesini gider.” (İbni Hanbel, VI, 302) mealindeki duası da gazap ateşinden kurtulmanın çarelerindendir.

2. Abdest almak: Hz. Peygamber, “Gazap şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateş, ancak su ile söndürülür. Biriniz kızdığı zaman abdest alsın.” (Ebu Davud, Edeb, 3) buyurmak suretiyle öfke ateşinin de abdestle söndürüleceğini belirtmiştir.

3. Bulunduğu konumu değiştirmek: Gazap halinde yapılması gereken bir başka şey de kişinin bulunduğu konumdan daha pasif bir duruma geçmesidir. Bu husus, Efendimiz tarafından şöyle beyan edilmiştir: “Dikkat ediniz! Öfke insanoğlunun kalbindeki bir ateş parçasıdır. Gözlerin kızardığını, boyun damarlarının şiştiğini görmez misiniz? Her kim bunun eserini duyarsa, yere uzansın.” (Tirmizî, Fiten, 26) Bir başka hadiste de: “Biriniz öfkelendiğinde ayakta ise otursun. Yine sakinleşmezse yanı üzere yatıversin.” buyrulmaktadır. (Ebu Davud, Edeb, 3)

4. Susmayı tercih etmek: Kavgalı iki kişinin birbirlerine karşı hakaret ettikçe öfkelerinin dozunun arttığı bilinen bir durumdur. Bu sebeple olmalıdır ki Resulü Ekrem, “Biriniz öfkelendiğinde sussun.” buyurmuştur. (İbni Hanbel, I, 239) Zira basit bir sebeple öfkelenen kişinin, gazap halinde hezeyanda bulunması durumunda umulmadık sonuçların ortaya çıkması mümkündür. Hz. Peygamber, huzurunda Hz. Ebubekir’e hakaret eden birisine karşı onun bir süre ses çıkarmamasından hoşnut kalmış, daha sonra aynı şekilde karşılık vermesi üzerine oradan ayrılmak istemişti. Bilahare Hz. Ebubekir, yaptığının yanlış olup olmadığını sorunca Efendimiz, şöyle buyurmuştur: “Doğrusu sustuğun vakit senin adına o kişiye cevap veren bir melek vardı. Ancak aynı şekilde sen de karşılık vermeye başlayınca melek gitti, yerine şeytan geldi. Şeytanın geldiği yerde Ben bulunamam.” (İbni Hanbel, II, 436)

Resulullah’ın kızdığı anlarda öfkelendiği kimseden “yüzünü çevirmesi, onunla ilgilenmemesi” de bu tedavi metodunun bir başka çeşidi olsa gerektir. (Ebu Davud, Libâs, 17; İbni Hanbel, III, 14) (https://www.islamveihsan.com/ofkelenince-ne-yapmali.html)

Kur’an ayetlerinde, o levhaların kırıldığını ifade eden herhangi bir bilgi yoktur. Anlaşılıyor ki Hz. Musa, dinin temeli ve kendisi demek olan tevhid inancının böyle kısa bir zaman içinde sarsıntıya uğraması karşısında, esas meseleyi kökünden halletmek için ayrıntılara ilişkin olan hidayet ve rahmetin faydalı sonuçları durumunda bulunan levhaları geçici bir süre için bir tarafa bırakmış ve herşeyden önce kardeşini bütün gücüyle kendine çekmek teşebbüsünde bulunmuştur. Bu olayda esas tevhid inancında meydana gelen bir sarsıntı ve toplumsal bir bunalım ve inanç zaafı konusunda, ayrıntı ve teferruat sayılan tâlî meselelerin bir tarafa bırakılarak, sıkıyönetim ilanına misal olabilecek bir özellik var demektir.

Musa levhaları bıraktı ve kardeşinin başından tuttu kendine doğru çekmeye başladı. Bundan şunlar anlaşılır:

1. Din işinde öz kardeşi de olsa hatıra gönüle bakmıyor.

2. Kardeşini kendi yerine halef bırakmış olduğundan, her şeyden önce hesap sormaya ondan başlıyor.

3. Kardeş ile işbirliği etmek en önemli iş olduğundan, önce kardeş ile işbirliği etmek gerektiğini gösteriyor.

Buna karşı kardeşi “Ey anamın oğlu” dedi. Hz. Harun, Hz. Musa’nın öz kardeşi yani ana-baba aynı olan bir kardeşi olduğu halde ona böyle hitap etmesi, ananın sevgi ve şefkatte mesel olması ve ana hakkının, özellikle Hz. Musa üzerinde daha büyük ve daha önemli bir yeri olması, bir de analarının mümine bulunması dolayısıyla kardeşinin şefkat ve merhamet duygularını harekete geçirmek amacına yönelik bir belâgat anlamı içerir. (Elmalılı)