A'râf Sûresi 152. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ  ...

Buzağıyı ilâh edinenlere mutlaka (ahirette) Rablerinden bir gazab, dünya hayatında ise bir zillet erişecektir. İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 الَّذِينَ kimselere
3 اتَّخَذُوا (tanrı diye) benimseyenlere ا خ ذ
4 الْعِجْلَ buzağıyı ع ج ل
5 سَيَنَالُهُمْ erişecektir ن ي ل
6 غَضَبٌ bir öfke غ ض ب
7 مِنْ -nden
8 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
9 وَذِلَّةٌ ve bir alçaklık ذ ل ل
10 فِي
11 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 وَكَذَٰلِكَ işte biz böyle
14 نَجْزِي cezalandırırız ج ز ي
15 الْمُفْتَرِينَ iftiracıları ف ر ي
 

Allah Teâlâ’nın altın buzağıya tapanlara gazap etmesi, onları cezalandırması anlamına gelir; onların dünya hayatında zillete uğratılması ise, düşmanları karşısında mağlûp duruma düşmeleri veya isyankârlıkları sebebiyle, kendilerine vaad edilen kutsal topraklardan mahrum bırakılarak vatansız duruma düşürülmeleridir. Âyetin “Biz iftiracıları böyle cezalandırırız” ifadesindeki “iftira”dan maksat, bir kimsenin asılsız olduğunu bile bile bir iddiada bulunmasıdır. İsrâiloğulları, hiçbir aklî ve naklî delile dayanmadan, âdi bir nesneden ibaret olan buzağı heykeline tanrılık vasfı yükleyip ona taptıkları için, onların bu tutumları iftira olarak nitelendirilmiştir. Aynı ifadeden, yüce Allah’ın yalnız İsrâiloğulları’nı değil, Allah’ın dışında tanrılar uyduran veya buna benzer yakıştırmalara kalkışan başka toplumları da gazabına ve zillete uğratmasının, O’nun mutlak bir kanunu olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 597

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اتَّخَذُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اتَّخَذُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْعِجْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. İkinci mef’ûl hazf edilmiştir. Takdiri,  إلها şeklindedir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. “Bilmek” manasında olanlar.

2. “Sanmak” manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek gibi manalara gelir.

3. Grupta olan değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller; etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اتَّخَذُوا  fiili, değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَيَنَالُهُمْ  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur. Fiilin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. Merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  غَضَبٌ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  سَيَنَالُهُمْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذِلَّةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  غَضَبٌ’e matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  ذِلَّةٌ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.  Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada  الدُّنْيَا  kelimesi hakiki ve müfred sıfa olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksûr bir isimdir. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل, “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  جزاءً مثلَ ذلك نجزي (Bunun benzeri bir cezayla cezalandırırız.) şeklindedir. 

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

نَجْزِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الْمُفْتَر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

الْمُفْتَر۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ

 

Ayet, fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir amacına matuftur.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  اتَّخَذُوا الْعِجْلَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı gereği tevcih sanatı vardır.

Cümlenin müsnedi olan …سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ, faide-i haber talebî kelamdır. İstikbal harfi ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اتَّخَذُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

غَضَبٌ - ذِلَّةٌ  kelimelerinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. رَبِّهِمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ  ibaresinde istiare vardır. Gazap insana benzetilmiştir.

Allah’tan bir gazap derken farklı bir anlam, Rabblerinden bir gazap derken farklı bir anlam vardır. Rabb, merhamet ve yumuşaklık ifade eden bir isimdir. Buna rağmen onu gazaplandırıyorlarsa yaptıkları yanlış ne kadar büyüktür tahmin edin… Şiddet daha fazladır.

Burada  والنَّوْلُ والنَّيْلُ  (yani  سَيَنَالُهُمْ  kelimesi), almak demektir ve burada bu surenin 37. ayetinde geçen ﴾أُولَئِكَ يَنالُهم نَصِيبُهم مِنَ الكِتابِ﴿  sözü gibi yaralanma ve yıpranma için istiaredir. (Âşûr)

وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ  cümlesi Kur’an’da Allah tarafından bir hitaptır. İtiraz cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir. Allah Teâlâ bu itirazı Musa’nın sözlerini hikaye etmek için tezyîl olarak getirmiştir. Her iftiracıya Musa’nın kavminin iftiracıları hakkında anlattıklarının aynısı ile karşılık vereceğini haber vermiştir. (Âşûr)

O İsrailoğullarına erişen zillet, geçmişte gerçekleştiği halde burada, “onlara erişecektir” şeklinde gelecek kipinin kullanılması, haleflerin halini seleflere teşmil etmek kabilindendir.

Diğer bir görüşe göre ise bu İsrailoğullarından murad, tövbe edenleridir ve gazaptan murad da nefislerini öldürme emridir.

Gelecek kipinin kullanılması da şöyle izah edilmiştir: Bu ifade, kavminin fitneye düşüp buzağıyı tanrı edindikleri zaman Allah Teâlâ’nın, Musa’ya onlara gazap ve zillet erişeceğini haber verdiğinin hikâyesidir. Buna göre onların fiilleri, ilâhî gazaptan önce gerçekleşmiştir.

Ancak malum olduğu üzere ayetin siyak ve sibakı bu manaya açıkça manidir. Nitekim “Ve müfterileri Biz böyle cezalandırırız.” ifadesi de bunun aksini çağrıştırır.

Zira söz konusu görüşe göre onlar, tövbe etmiş ve şehit olmuş kimselerdir. O halde bundan sonra da onları iftira ile vasıflandırmak nasıl mümkün olabilir?

Bir de Allah Teâlâ, iftira edenleri zahiren kahır, batınen lütuf ve rahmet olan bir ceza ile cezalandırmaz.

Bir diğer görüşe göre ise bu ayete konu olan İsrailoğullarından maksat, onların, Resulullah ile çağdaş olan çocuklarıdır. Zira ataların fiillerinden dolayı çocukların ayıplanması meşhur ve örfen sabittir. Nitekim “وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا [Hatırlayın o zamanı ki (hani) siz bir adam öldürmüştünüz… (Bakara Suresi, 72)]”, “Hatırlayın o zamanı ki (hani) şöyle demiştiniz: Ey Musa…” ayetleri de bu kabildendir. Bu görüşe göre ayette zikredilen gazaptan murad, uhrevî gazaptır ve zilletten murad da öldürülmek, yurtlarından sürülüp çıkarılmak ve nihayet cizyeye mahkum edilmektir.  (Ebüssuûd)