وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا ادَمُ | Adem |
|
2 | اسْكُنْ | durun |
|
3 | أَنْتَ | sen |
|
4 | وَزَوْجُكَ | ve eşin |
|
5 | الْجَنَّةَ | cennette |
|
6 | فَكُلَا | yeyin |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | حَيْثُ | yerden |
|
9 | شِئْتُمَا | dilediğiniz |
|
10 | وَلَا | fakat |
|
11 | تَقْرَبَا | yaklaşmayın |
|
12 | هَٰذِهِ | şu |
|
13 | الشَّجَرَةَ | ağaca |
|
14 | فَتَكُونَا | yoksa olursunuz |
|
15 | مِنَ | -den |
|
16 | الظَّالِمِينَ | zalimler- |
|
Yüce Allah İblîs’i bulunduğu makamdan kovduktan sonra Âdem’e de, “Sen eşinle birlikte cennette yerleş…” buyurdu. Buradaki cennet kelimesinin ne anlama geldiği tartışmalıdır. Bir görüşe göre bu cennet, sözlük anlamıyla “dünyadaki bağlık bahçelik bir yer” olup Âdem ve Havvâ’nın burada yaşamaları istenmiştir (bu görüşü savunanlar ve ileri sürdükleri deliller için bk. Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, DİA, I, 360-361). Ancak ilgili âyetler topluca değerlendirildiğinde şu sonuçlar çıkmaktadır: İlk insanı Allah özel bir topraktan yeryüzünde yaratmış, ondan eşini de var etmiş, sonra bunları cennete koymuştur. Bu cennetin ve içindeki hayatın yeryüzündeki hayattan farklı olduğu bildirilmiştir. Şu halde bu, kulların ödüllendirileceği, içinde ebedî olarak mutlu yaşayacakları cennettir (ayrıca bk. Bakara 2/35).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 509-510
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا
وَ istînâfiyyedir. يَٓا nida harfidir. اٰدَمُ münadadır.
Nidanın cevabı اسْكُنْ ’dur. اسْكُنْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اَنْتَ munfasıl zamiri اسْكُنْ fiilindeki gizli faili tekit içindir. زَوْجُكَ kelimesi اسْكُنْ ’deki gizli zamire matuftur.
الْجَنَّةَ mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
فَ atıf harfidir. كُلَا fiili نَ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur. مِنْ حَيْثُ car mecruru كُلَا fiiline müteallıktır.
حَيْثُ mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonra gelen cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlun fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubtur.
شِئْتُمَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شِئْتُمَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمَا fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبَا fiili نَ’un hazfiyle meczumdur. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.
İşaret ismi هٰذِهِ mef‘ûl bih olarak mahallen mansubtur. الشَّجَرَةَ işaret isminden bedel veya onun sıfatıdır.
فَ fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.
Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhuddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكما قرب فحصول الظلم منكما (Birbirinize yakın olmayın, yoksa aranızda zulüm olur.) şeklindedir.
تَكُونَا nakıs mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَا ’nin ismi, muttasıl zamir (ا) eliftir. مِنَ الظَّالِم۪ينَ car mecruru تَكُونَا ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ
وَ istînâfiyyedir. Ayet, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَنْتَ tekiddir, اسْكُنْ’deki gizli zamire atıf yapılması için getirilmiştir. Önce ikisine birlikte hitap edilmemesi, verilen hükümde Âdem’in ön planda olmasındandır, onun üzerine atfedilen ise ona tâbidir. (Beyzâvî)
الْجَنَّةَ ’deki elif lam takısı ahd-i haricidir. مِنْ teb’iziyye (تَبْعِيضِيَّةً)’dir. İbtidaiyye (ابْتِدائِيَّةً) olması da caizdir.
Âdem, isminin mele’i a’lâda açıkça zikredilmesi ile tekrim edilmiş ve şanı yüceltilmiştir. (Âşûr)
Bu ayetin başında nida harfinin yer alması, emredilen şeyin yerine getirilmesine pek önem verildiğine dikkat çekmek içindir.
Hitabın Âdem’e tahsisi, vahiy telâkkisinde ve emrin ifasında Âdem’in asıl olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا
Nidanın cevabına فَ ile atfedilen cümlede atıf sebebi tezâyüftür. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
حَيْثُ; müphem mekân ifade eder yani “cennetin neresinde isterseniz orasında” anlamına gelir. شِئْتُمَاۖ [dilediğiniz] ifadesiyle cennette o ikisine mutlak manada izin verilmiş, diledikleri şeylerden yiyebilecekleri ifade edilmiş; akıllarına hiçbir yiyecek ya da cennette yiyeceklerle dolu hiçbir bölge takılıp kalmaması murad edilmiş; böylece bütün bu sayısız ağaç içerisinden gidip sadece birinden yeme konusunda mazeretlerinin kalmaması istenmiştir. (Keşşâf)
اسْكُنْ ’daki müfret zamirden كُلَا ’da tesniye zamirine iltifat edilmiştir.
“Dilediğiniz yerden (cennetin dilediğiniz yerinden) yiyin.” hitabının her ikisine de tevcih edilmesi ise teşrifi ikisine de teşmil etmek ve ikisinin de eşit olarak emre muhatap olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ
İki inşâ cümlesi birbirine tezat sebebiyle atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ [Bu ağaca yaklaşmayın] ifadesinde mübalağa sanatı vardır. Burada asıl yasaklanan ağacın meyvesinden yemektir. وَلَا تَقْرَبَا fiili ile ağaca yaklaşmayı yasaklamak, onun meyvesinden yemeyi şiddetle nehyetmek içindir. Çünkü bir işe yaklaşmayı yasaklamak, o işi yapmayı aşırı bir şekilde yasaklamak demektir. Nitekim “Zinaya yaklaşmayın.”' mealindeki İsra Suresi’nin 32. Ayetinde de bu mana kastedilmiştir. Çünkü zinaya yaklaşmayı yasaklamak, zina fiiline götüren yolları kesmek demektir. (Safvetu’t Tefâsir)
مِنَ الظَّالِم۪ينَ; Allah’a isyan etmek suretiyle kendilerine zulmedenler anlamına gelir. فَتَكُونَا ifadesi, لَا تَقْرَبَا fiiline nehiy ifadesine atıf olarak meczumdur. Ya da bu nehiy fiilinin cevabı olarak mansubtur. (Keşşâf)
[Şu ağaca yaklaşmayın; sonra zalimlerden olursunuz] ifadesinde birkaç yönden mübalağa vardır: Yasak, yemenin öncüllerinden olması dolayısıyla ağaca yaklaşmaya bağlanmıştır. Bu da haram edilmesini ve ondan uzak durulmasını abartmak içindir ve bir şeye yaklaşmanın insanda aşırı şekilde istek ve eğilim meydana getireceğine ve onu akıl ve şeriatın sınırları dışına çıkaracağına dikkat çekmek içindir. Nitekim bir şeyi sevmen seni kör ve sağır eder, denilmiştir. O sebeple Allah’ın haram kıldığı şeylerin etrafında dolaşmamalıdır; çünkü içine düşmekten korkulur. Ona yaklaşmak zalimlerden olmalarına sebep kılmıştır. O zaman günahları irtikap etmek veya saygınlık ve nimetlerine halel getirmekle şanslarını azaltmış olurlar. Çünkü فَتَكُونَا ’daki فَ; yasağa yahut cevaba atıf kabul etsen de sebep manasını taşır. Ağaç da ya buğdaydır ya asmadır yahut incirdir. En iyisi kesin bir şey olmadıkça onu tayin etmemektir. Nitekim bu ayette de kesin bir şey yoktur. Zira ondan hangisi kastedildiği belirtilmemiştir. (Beyzâvî)
Bu ağacın cinsel duygular olduğu da söylenmiştir. Bu duygu uyanmayınca (mesela küçük çocuklarda) avret yeri diye bir mefhum olmaz.
Oturunuz da neresinden dilerseniz yiyiniz, mübahtır. Ancak bir şu ağaca yaklaşmayın ki zalimlerden olursunuz, haddinizi tecavüz ve kendinize yazık etmiş bulunursunuz. Demek ki Âdem ve Havva, cennette diledikleri gibi hareket edebilecek ve istedikleri yerde istediklerini yiyip nimetlenebilecek bir serbestlik ve helal kılma ile iskân edilmiş olmakla beraber bu yetki ve izin hiç sınırı olmayan sonsuz bir hürriyet ve mülk edinme olmayıp bir sınıra kadar idi ki şahsen veya cins olarak tek olan bu ağaç ve bunun meyvesi o sınırı belirlemiş ve ona yaklaşmak kendileri için yaratılışça mümkün ise de dinen ve hukuken yasaklanmıştı. Malumdur ki ağaç örfte yer sınırlarından bir sınırı, onun meyvesinden yemek de davranış sınırlarından bir sınırı gösterir. Bu nokta, Âdem’in cennette bile sorumluluktan kurtulmuş olmadığını ve bu ağaç civarı, aslında cennetten sayılmakla beraber Âdem ve Havva için bir cennet değil bir imtihan alanı olacaktı. Ve her kim olursa olsun ona yüce Allah’ın tayin ettiği sınıra ve hukuk çizgisine tecavüz ederse haksızlık ve böylece kendine zulmetmiş olacağından Âdem ve Havva’ya da “Buna yaklaşırsanız zalimlerden olursunuz.” buyurmuştur. (Elmalılı)
فَتَكُونَا’daki فَ harfi sebebiyyedir.