اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | رَبَّكُمُ | Rabbiniz |
|
3 | اللَّهُ | o Allah’tır |
|
4 | الَّذِي | ki |
|
5 | خَلَقَ | yarattı |
|
6 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
7 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
8 | فِي | içinde |
|
9 | سِتَّةِ | altı |
|
10 | أَيَّامٍ | gün |
|
11 | ثُمَّ | sonra |
|
12 | اسْتَوَىٰ | istiva etti |
|
13 | عَلَى | üzerine |
|
14 | الْعَرْشِ | Arş |
|
15 | يُغْشِي | bürüyüp örter |
|
16 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
17 | النَّهَارَ | gündüz(ün üzerin)e |
|
18 | يَطْلُبُهُ | onu kovalayan |
|
19 | حَثِيثًا | durmadan |
|
20 | وَالشَّمْسَ | ve güneşi |
|
21 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
22 | وَالنُّجُومَ | ve yıldızları |
|
23 | مُسَخَّرَاتٍ | boyun eğmiş vaziyette |
|
24 | بِأَمْرِهِ | buyruğuna |
|
25 | أَلَا | İyi bilin ki |
|
26 | لَهُ | O’nundur |
|
27 | الْخَلْقُ | yaratma |
|
28 | وَالْأَمْرُ | ve emir |
|
29 | تَبَارَكَ | ne uludur |
|
30 | اللَّهُ | Allah |
|
31 | رَبُّ | Rabbi |
|
32 | الْعَالَمِينَ | Âlemlerin |
|
سِتَّ Sitte : سِتُّونَ Altı rakamı için kullanılmaktadır. Aslı سِدْسٌ sözcüğüdür. سُدُسٌ altının bir cüzü, altıda bir demektir. سُنْدُسٌ ise ince diba (altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş) manasına gelir. Sündüsle aynı ayette geçen إسْتَبْرَقٌ ise kalın olan diba demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sittîn ve müseddestir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. رَبَّكُمُ lafzı اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza- i celâli, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, lafza-i celalin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ السَّمٰوَاتِ’dir.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
ف۪ي سِتَّةِ car mecruru خَلَقَ fiiline müteallıktır. اَيَّامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. اسْتَوٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلَى الْعَرْشِ car mecruru اسْتَوٰى fiiline müteallıktır.
يُغْشِي fiili خَلَقَ’daki failin hali olarak mahallen mansubtur.
يُغْشِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. النَّهَارَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
يَطْلُبُهُ حَث۪يثاً cümlesi الَّيْلَ veya النَّهَارَ’nın hali olarak mahallen mansubtur.
يَطْلُبُهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. حَث۪يثاً mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; طلبا حثيثا (Takip etmek isteyerek) şeklindedir.
اسْتَوٰى fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsî mücerredi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ kelimeleri atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ’ye matuftur.
مُسَخَّرَاتٍ kelimesi üç lafzın halidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
بِاَمْرِه۪ car mecruru مُسَخَّرَاتٍ’e müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَا istiftah harfidir. Haberin önemi için tenbih ifade eder. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
الْخَلْقُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْاَمْرُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْخَلْقُ’ya matuftur.
مُسَخَّرَاتٍ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır. اللّٰهُ fail olup lafzen merfûdur.
رَبُّ lafzı اللّٰهُ lafza-i celâlinin sıfatıdır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
تَبَارَكَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi برك ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Her bir yıldıza belli bir renk verilmiştir. Mesela; Zühal soluk; Müşteri bembeyaz, merin kırmızı, Güneş ziyalı, Zühre parlak, Utarid sarı ve Ay, aydınlık renktedir. Halbuki cisimler, bütün mahiyetleri bakımından birbirinin aynıdırlar. Öyleyse bunlardan herbirine, değişik belli bir rengin verilmesi, bir takdir, bir yaratmadır ve bunların bir fail-i muhtara muhtaç olduklarına bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)
Müsnedin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır.
اِنَّ ’nin haberi رَبُّكُمْ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan رَبُّ ve اللّٰهُ isimlerinin zikri tecrîd sanatıdır.
Allah lafzı ile birlikte Rabb isminin de geçmesi; Rabbin sadece Allah olduğunu ifade eder. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile sıla cümlesine atfedilen ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ cümlesi خَلَقَ fiilinin failinden, يَطْلُبُهُ cümlesi, النَّهَارَ veya الَّيْلَ ’den haldir. حَث۪يثاًۙ kelimesi amili يَطْلُبُهُ fiili olan mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, طلبا حثيثا (Hevesle isteyen) şeklindedir.
الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ temasül sebebiyle السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir
مُسَخَّرَاتٍ, cümledeki üçüncü haldir.
Hal, anlama açıklık getiren ıtnâb sanatıdır.
Bazı Hanefî ulemasına göre, Arş üzerine istiva, Allahü teâlâ'nın keyfiyeti bilinmeyen bir sıfatıdır. Allahü teâlâ, bir yerde durmak (istikrar) veya bir mekân edinmekten münezzeh olarak, kasdettiği veçhile Arş üzerine istiva etmiştir.
Arş, bütün her şeyi kuşatan bir cisimdir. Yüksekliğinden veya hükümdar tahtına benzetildiğinden dolayı bu ismi almıştır. Bütün işler ve tedbirler oradan nazil olur.
Diğer bir görüşe göre ise, Arş üzerine istiva, bütün kâinat üzerinde hâkimiyet tesis etmek anlamındadır. (Ebüssuûd)
اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ [Arşa kurulmuştur] ibaresinde tevriye sanatı vardır. اسْتَوٰى fiilinin kökü; aynı seviyede olmayı ifade eden سَوٰى fiilidir. Yerle bir hizaya gelmek olduğu için oturmak anlamında kullanılır. Ama esas mana; yönetmek, hükmetmektir. Seviye; aynı seviyede olmak, oturmak demek, bir manası da yönetmektir. Burada uzak mana kullanılmıştır.
Allah’ın arşa istiva etmesi istiaredir. Hakiki manada istiva ile sadece yükselen alçalan doğrudan eğrilen cisimler nitelenir. Burada istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de kudret ve saltanat bakımından hakim olmak anlamı kastedilmiştir. (Şerîf er-Radî)
Demek ki bu ibarede iki farklı sanat düşünülebilir.
يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ [Geceyi gündüze örter] ifadesinde gece ve gündüzün birbirini kovaladığı, ilmî bir üslup ile anlatılmıştır. Bu istiaredir. Allah Teâlâ; geceyi gündüzün ışığı üzerine çekilmiş uzun bir örtü kılmıştır. Bu mana fiilin şeddeli olarak يُغَشِّي şeklindeki şeklindeki kıraate göredir. يَغْشِي şeklindeki kıraate göre kastedilen mana şöyle olur: Allah Teâlâ geceyi gündüzün üzerine sarması, geceyi gündüze saldırtıp üzerine abanmasına imkân vermesidir. Bu ifade, atlıyı takip eden birinin ona yetiştiğinde, ‘’atlıya çullandım’’ demesi gibidir. (Şerîf er-Radî)
يَطْلُبُهُ حَث۪يثاًۙ ibaresinde de istiare vardır. Sanki gece gündüzün peşine takılmış yani ondan gelen bir istek ve ve emre uyarak kendisine yetişmiştir.
الَّيْلَ ve النَّهَارَ (gece-gündüz) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.
Semavat ve arzın altı günde yaratıldığı zikredilmiştir. Bu ifade 6 vakit veya 6 güne eşit bir zaman dilimini ifade eder. Çünkü yaratılış esnasında gün yoktu.
الشَّمْسَ - الْقَمَرَ- النُّجُومَ - السَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِاَمْرِه۪ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, اَمْرِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.
Her bir yıldıza belli bir renk verilmiştir. Mesela; Zühal soluk; Müşteri bembeyaz, merin kırmızı, Güneş ziyalı, Zühre parlak, Utarid sarı ve Ay, aydınlık renktedir. Halbuki cisimler, bütün mahiyetleri bakımından birbirinin aynıdırlar. Öyleyse bunlardan herbirine, değişik belli bir rengin verilmesi, bir takdir, bir yaratmadır ve bunların bir fail-i muhtara muhtaç olduklarına bir delildir. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ
İstinafiyye olarak fasılla gelen isim cümlesinde اَلَا tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)
Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْخَلْقُ muahhar mübtedadır. وَالْاَمْرُ ikinci mübtedadır.
Bu takdim isnadın Allah Tealâ’ya olması karinesiyle kasr ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Îcâz-ı kasr sanatı ihtiva eden bu cümle; her şeyi ve her meseleyi soruşturmayı ifade eder. Bunun için İbni Ömer bu ayeti okumuş ve “Bunlardan başka birşey bilen varsa bana söylesin.” demiştir.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ ibaresi son derece veciz bir ifadedir. Lafızları az olmasına rağmen pek çok mana ifade eder. Her tür işi, her durumu son noktasına kadar kapsar, buna îcaz-ı kasr denir. (Sâbûnî)
الْخَلْقُ وَالْاَمْرُ lafızlarındaki marifelik cins içindir. (Âşûr)
Allah Teâlâ bütün bunları kendi buyruğuyla yarattığını ifade edince “Bakınız, yaratmak da O’na mahsustur buyurmak da.” buyurmuştur. Yani bütün varlıkları yaratan da O’dur, onları arzu ettiği şekilde çekip çeviren de O’dur. (Keşşâf)
تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, veciz ifade içindir. Rabb ismine muzâfun ileyh olan الْعَالَم۪ينَ için şan ve şeref ifade eder.
اَمْرُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَبَارَكَ اللّٰهُ [Allah zengin ve cömerttir.] Hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan. (Keşşâf)
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve ta’zim ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belaği Tefsiri, c. 4, s. 367.)
Bereket; تَبَارَكَ الله (Allah zengin ve cömerttir.) [A‘râf 7/54]) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan demektir. (Keşşâf)
تَبَارَكَ اللّٰهُ ibaresinde iktibas vardır. Mülk Suresi, 1 ayetini hatırlatır.