يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَغْفِرْ | bağışlasın |
|
2 | لَكُمْ | sizin için |
|
3 | مِنْ | bir kısmını |
|
4 | ذُنُوبِكُمْ | günahlarınızdan |
|
5 | وَيُؤَخِّرْكُمْ | ve sizi ertelesin |
|
6 | إِلَىٰ | kadar |
|
7 | أَجَلٍ | bir süreye |
|
8 | مُسَمًّى | belli |
|
9 | إِنَّ | zira |
|
10 | أَجَلَ | süresi |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | إِذَا | zaman |
|
13 | جَاءَ | geldiği |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يُؤَخَّرُ | ertelenmez |
|
16 | لَوْ | keşke |
|
17 | كُنْتُمْ | olsaydınız |
|
18 | تَعْلَمُونَ | bilenlerden |
|
Nuh a.s.'in duası (Nouman Ali Khan)
Nûh aleyhisselâm, Kur’an’da adı çokça geçen ve dini tebliğ konusunda kavmiyle mücadelesine yer verilen peygamberlerin ilkidir. Kur’an’da Nûh’tan önceki bazı peygamberler de anılmakla birlikte onların inkârcılarla mücadelesi hakkında detaylı bilgi verilmemiştir. Nûh’un soyu, hayatı, peygamberliği, inkârcı toplumuna karşı sergilediği mücadele ve Nûh tûfanı hakkında Hûd sûresinin tefsirinde genişçe bilgi verilmiştir (bk. 11/25-49; ayrıca krş. A‘râf 7/59-64).
Müfessirler, birinci âyette sözü edilen “can yakıcı azab”ın Nûh tûfanı olduğu kanaatindedirler.
4. âyette Nûh’un, bir taraftan “... size belirli bir vadeye kadar süre tanısın” derken, diğer taraftan Allah’ın belirlediği vade geldiğinde artık ecelin ertelenmeyeceğini söylemesi müfessirlerce iki şekilde açıklanmıştır: a) Allah, topluluk olarak iman etmeleri şartıyla insanlar için bir ecel tayin etmiştir. Ancak inkârda ısrar ettikleri takdirde belirlenen ecel gelmeden yine topluluk olarak cezalandırılıp helâk edilmeleri de ilâhî takdirin gereğidir. İman etmeleri halinde ise belirlenen o vakte kadar toplumsal varlıklarını devam ettirirler. b) Maksat, ömrün zamansal anlamda uzayıp uzamaması değil, bereketli, hayırlı ve verimli geçip geçmemesidir. Şu halde burada Allah tarafından belirlenen ecelin değişebileceği bildirilmemiş; fakat insanların değişmeyecek ecelleri gelinceye kadar iman ederlerse bereketli, mutlu ve huzurlu bir ömür yaşayıp ölecekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatlarının da felâketlerle son bulacağı anlatılmak istenmiştir (Zemahşerî, IV, 161; Şevkânî, V, 342).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 464-465يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
فَ karinesi olmadan gelen یَغۡفِرۡ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمۡ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri إن تعبدوا الله ... يغفر لكم (Allah’a kulluk ederseniz sizi affeder) şeklindedir. یَغۡفِرۡ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُم car mecruru یَغۡفِرۡ fiiline mütealliktir.
مِّن ذُنُوبِكُمۡ car mecruru یَغۡفِرۡ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى cümlesi atıf harfi وَ ‘la يَغْفِرْ fiiline matuftur.
يُؤَخِّرْكُمْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرْكُمْ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ ‘in sıfatı olup mukadder kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسَمًّى kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.
يُؤَخِّرْكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَجَلَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اِذَا şart manalı ,cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. جَٓاءَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
(إِذَا): şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ fetha ile mebni mazi fiildir, faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فَ karînesi olmadan gelen لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi şartın cevabıdır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُؤَخَّرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir.
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كُنْتُمْ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur, Takdiri, لآمنتم (Muhakkak iman ederdiniz) şeklindedir.
يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ
Nuh (as)’ın sözlerinin devamı olan ayette فَ karînesi olmadan gelen يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبَكُمْ cümlesi, mukadder şartın cevabıdır.
Talebin cevabı olarak meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Takdiri … إن اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُ (Eğer Allah’a ibadet eder ve O’na karşı takvalı olursanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Şart edatı ve fiilin hazfi, talep ifade eden fiillerden sonra mecburidir. [... bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin..] (Âl-i İmrân, 31.) ayeti buna misaldir. Bu ayette hazif “Eğer bana uyarsanız,” şeklindedir. [İtkan c.2 s.172]
مِنْ ذُنُوبِكُمْ ve لَـكُمْ car mecrurları, يَغْفِرْ fiiline mütealliktir.
يَغْفِرْ - ذُنُوبِكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيُؤَخِّرْكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la … يَغْفِرْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru يُؤَخِّرْ fiiline mütealliktir. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Bu ayetteki مِنْ edatından dolayı يَغْفِرْ لَـكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ cümlesinde, günahların bazısının affedilmesi anlamı ortaya çıkmaktadır. Halbuki Müslüman olmakla günahların tamamının affedilmesi gerekirken ayette bazı ifadesinin bulunması ilk bakışta ayette müşkil bir durumun bulunduğunu düşündürmektedir. Bu durum gerek Arap dilcilerini gerekse müfessirleri bu ayet hakkında düşünmeye ve yorumlamaya sevk etmiştir. Ahfeş gibi dilciler bu ayetteki min edatının zait olduğunu, ayetin aslında يَغْفِرْ لَـكُمْ ذُنُوبِكُمْ şeklinde olduğunu belirtmiştir. Bir diğer görüşte ise ayetin takdirinin يَغْفِرْ لَـكُمْ عن ذُنُوبِكُمْ şeklinde olup عن manasında مِنْ edatı kullanılmıştır. Bu durumda ayet umumilik ifade etmektedir. (İbn Furek, Tefsîru İbn Furek, s. 49)
Bu ayetin mecazî bir ifade ile Müslüman olduktan sonraki günahları ifade etmesi mümkündür. Dolayısıyla “günahların bazısının affedilmesi” ifadesi, Müslümanlıktan önceki günahların tamamını, sonrasında ise tövbe edilen günahları kapsamaktadır. (İzzeddin Abdülazîz b. Abdüsselam, Fevâid fî Müşkîlil-Kur’ân, s. 247.)
اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi ile tekid edilen bu ve benzeri cümleler muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan اِذَا جَٓاءَ لَا يُؤَخَّرُۢ cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan جَٓاءَ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi لَا يُؤَخَّرُۢ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiiller, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari sıyga, anlama tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil bu özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
يُؤَخِّرْ - لَا يُؤَخَّرُۢ ifadeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale's sadr sanatları vardır.
Burada bir taraftan "ertelesin" deniliyor, bir taraftan da "gelince ertelenmez" deniliyor. Gelince ertelenmeyecek bir şey için "ertelensin" demek çelişki olmaz mı denecek olursa, ilk bakışta sorulabileceği zannedilen bu sorunun sorulamadığı az bir düşünme ile anlaşılır. Çünkü gelince ertelenmeyenin gelmeden önce ertelenmesi çelişki değil, gerçeğin ta kendisidir. Zira henüz gelmemiş olan ertelenmiş demektir. Bundan başka "sizi ertelesin" ayetinde ertelenen ecel değil, muhataplardır. Eceliniz ertelensin denilmemiş, siz ecele kadar bağışlanmak suretiyle ertelenesiniz denilmiştir ki bu, bağışlanmış olarak ecele eresiniz demek olur. Oysa çelişki olabilmesi için "ertelesin" denilen şeyle "ertelemez" denilen şeyin aynı olması gerekir. Siz ecele ertelenirsiniz, ecel ertelenmez demek hiç bir zaman çelişki olmaz. Şu kadar var ki, bu mânâya göre burada "Sizi bir belirli ecele kadar ertelesin." cümlesinin açık bir faydası anlaşılmaz. Onun için bundan ilk akla gelen mana çelişki değil, şu olur: Şüphesiz bir belirli ecel vardır. Ondan büsbütün kurtuluşa imkan yoktur. Ancak o ecel gelmeden önce Allah'a îman ve itaat ile iyi korunmak gibi bazı sebeplerden ötürü ertelenebilir. Fakat ecel gelince asla ertelenmez. (Elmalılı Hamdi Yazır)
لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır. Şartın, takdiri لآمنتم (İman ederdiniz) olan cevabı, mahzuftur. Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînlığı arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
لَوْ harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْ edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle, şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi olan تَعْلَمُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Nuh (as) kavmine üç şeyi emretmiştir: Allah'a ibadet etmelerini, O'ndan korkmalarını ve O'na itaat etmelerini. Dolayısıyla, ibadet emri, kalbî ve uzvî tüm vâcip ve mendup olan amellerin hepsini içine alır. Takva emri de, haramlardan ve mekruhlardan sakınmayı içine alır. "ve bana itaat edin..." cümlesi de, Cenab-ı Hakk'a itaati ve emredilen-nehyedilen ne varsa her şeyi içine alır. Bu üçüncü şık, her ne kadar Allah'a ibadet etme ve O'ndan korkma emrini içinde mütalaa edilebilse bile, Cenâb-ı Hak bu emri iyice tekid etmek için, onu, müstakil olarak zikretmiştir.
Allah Teâlâ, Nûh (as)'ın kavmini bu üç şeyle mükellef tutunca, bu üç şeye mukabil onlara iki şeyi vadetmiştir:
a) Ahiret zararlarını onlardan kaldırması ki bu, "Ta ki, (Allah) sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın..." buyruğundan anlaşılmaktadır.
b) İmkan nispetinde, onlardan dünyevi zararları gidermesi. Bu da, onların ömürlerini, mümkün olan en uzun bir biçimde uzatmak suretiyle yapılan bir vaattir. (Fahreddin er-Razi)