Enfâl Sûresi 20. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ  ...

Ey iman edenler! Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve (Kur’an’ı) dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 أَطِيعُوا ita’at edin ط و ع
5 اللَّهَ Allah’a
6 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
7 وَلَا ve asla
8 تَوَلَّوْا dönmeyin و ل ي
9 عَنْهُ ondan
10 وَأَنْتُمْ ve siz
11 تَسْمَعُونَ işittiğiniz halde س م ع
 

Bedir Savaşı Allah ve resulüne itaat etmenin hayırlı sonuçlarını göstermişti. Bu vesile ile müminlere itaatin önemi hatırlatılmakta, bilindiği ve duyulduğu halde ilâhî emirlere uyulmamanın tehlikeli âkıbetine dikkat çekilmektedir. 

 İnsan dışında, yeryüzünde hareket eden, dolaşan canlıların en aşağı derecede olanları sağır, dilsiz ve akılsız olanlarıdır. Gözlerinin gördüğü, kulaklarının işittiği gerçekler üzerinde akıl yormayan, yeterince düşünüp doğru kararlar ve davranışlar için bunlardan yararlanmayan kimselerin, özellikle müşrikler ile münafıkların durumu sağır, dilsiz ve akılsız olan hayvanların durumuna benzetilmiştir. Çünkü duyu organları ve aklı olmayanlarla bunlara sahip bulundukları halde amaca uygun bir şekilde kullanmayanlar arasında, elde edilen sonuç bakımından fark yoktur.

 Kulların karar ve fiilleri iki irade ve gücün birleşmesi sonucu vücuda gelmektedir: Biri Allah’ın mutlak, ezelî, ebedî iradesi ve gücü, diğeri ise O’nun, kullara bahşettiği, onları imtihana tâbi tutmak üzere diledikleri gibi kullanmalarına izin verdiği beşerî irade ve güç. Kul, kullanımı kendisine bırakılmış bulunan iradesiyle mümkün olan şıklardan birini tercih edince Allah da onu tercih (murat) etmekte; yaratıcı gücüyle, kulun gücünün etkisine imkân vermekte, fiilin meydana gelmesini sağlamaktadır. Allah zaman ve mekân sınırlamasına bağlı olmaksızın her şeyi bildiğine göre, zaman ve mekâna bağlı kulların bir gün gelip belli bir kararı alacaklarını ve kararlarını fiile çevireceklerini de bilmektedir. Ancak Allah’ın ezelde bilmesi, kullara mahsus zaman, mekân, bilgi ve irade sınırları içinde karar almalarını ve yapıp etmelerini belirlememekte, onları belli bir karara ve fiile mecbur kılmamaktadır. 23. âyeti bu iman ve vahiy bilgisi çerçevesinde yorumlamak gerekirse şu sonuca ulaşılabilir: Müşrikler, münafıklar ve diğer inkârcılar, kendi serbest iradeleriyle Allah’a ve resulüne muhalefet yolunu seçmişler, peygamberlerin Allah’tan alıp tebliğ ettikleri gerçeklere kulak vermemişler, bunları duydukları halde hiç duymamış gibi davranmışlardır. Allah da imtihan kuralının bir gereği olarak onları zorlamamış, neyi yapmak istiyorlarsa ona imkân ve izin vermiştir. “Onlarda bir hayır görseydi elbette kendilerine işittirirdi…” yani onlar iyi ve doğru olanı benimsemek ve yapmak isteselerdi elbette Allah bunu dileyecek, buna izin verecek, engellemeyecek ve üstelik bundan hoşnut da olacaktı. Fakat onlar şirki, inkârı ve zulmü tercih ettiler; Allah, iradelerine müdahale etmeden doğru ve iyi olanı işittirdiği halde böyle bir yolu seçtiler, peygambere karşı çıktılar, kendi bildiklerini okudular.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 678-679

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ

 

يَٓا   nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.  اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اَط۪يعُوا اللّٰهَ ’dır.  اَط۪يعُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

رَسُولَهُ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَوَلَّوْا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْهُ  car mecruru  تَوَلَّوْا  fiiline müteallıktır.

اَنْتُمْ تَسْمَعُونَ  cümlesi  تَوَلَّوْا  ‘deki failin haline müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَسْمَعُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَسْمَعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

اَط۪يعُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muhataplara söylenecek şeyin önemi dolayısıyla ve bu söyleneceklerin şuurunda olmalarını sağlamak için nida ile başlamıştır. Hazır olan muhatap uzak menzilesine konmuştur. (Âşûr)   

Nidanın cevabı olarak gelen  اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan  ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  sözündeki ism-i mevsûl ile gelen marifelik; sıla cümlesiyle nitelenenlerin kendilerine emrolunacak şeyleri kabul edeceklerine tenbih içindir. (Âşûr)

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ'nın  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  (Ey iman edenler)  sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك  “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

رَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَسُولَ  şan ve şeref kazanmıştır.

اللّٰهَ - رَسُولَهُ  ve  اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)


 وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ

 

وَ ’la nidanın cevabına atfedilen cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve nehiylerin aciliyet ifade edip etmeme durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

التَّوَلِّي  kelimesi “terk etmek” demektir. Daha önce de geçmişti. Burada muhalefet ve isyan için istiaredir. (Âşûr)

عَنْ  ile mecrur olan tekil zamir Resule aittir.  لِلتَّوَلِّي  kelimesi hakiki manasında ise bu zamir münasiptir. Bu zamirin tekilliği terşîh istiaresi içindir. Resule yüz çevirmenin yasaklanması; Allah'ın emrinden yüz çevirmenin yasaklanması demektir. Çünkü Resule itaat, Allah’a itaat demektir.  تَوَلَّوْا  kelimesinin aslı iki  ت  ile  تَتَوَلَّوْا’dir. Hafifletmek için  ت  harfinin biri hazf olmuştur. (Âşûr)

Mübteda ve haberden müteşekkil  وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ  cümlesi,  لَا تَوَلَّوْا ’in failinden hal olarak mansub mahaldedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

“O’ndan” “ عَنْهُ”  ifadesindeki zamir Peygambere (s.a.) aittir. Çünkü anlam “Peygambere (s.a.) itaat edin.” şeklindedir. Yani tek kişi söz konusu olduğundan zamir tekil gelmiştir. (Keşşâf)

Sakın Resulullah’tan (s.a.) yüz çevirmeyin. Burada kastedilen Resulullah'a (s.a.) itaattir ve O’ndan yüz çevirmekten sakındırmaktır. Çünkü Allah Teâlâ'ya itaat, Resulullah'a itaatin içindedir. Nitekim bir ayette şöyle buyrulur:

“Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (Ebüssuûd)

Ayetin ikinci cümlesi ilk cümleyi manen tekid eder.

لَا تَوَلَّوْا - تَسْمَعُونَۚ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Bil ki Cenab-ı Hakk müminlere, “Eğer vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Sayınız çok bile olsa bu sizden hiçbir şeyi def etmez.” (Enfal Suresi, 19) diye hitap edince bunun peşi sıra onları eğitmeyi hedef alan bir hükmü getirerek, “Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kendiniz dinleyip dururken O’ndan yüz çevirmeyin.” buyurmuştur. O burada onların neyi dinleyip durduklarını açıklamamıştır. Fakat surenin başından buraya kadar gelen söz cihad hakkında olduğu için bu ayetten maksadın, “Siz o peygamberin cihad çağrısını ve davetini işitip dururken” manası olduğu anlaşılmış olur. Sonra cihad iki şeyi ihtiva eder:

a. Canı tehlikeye atmak,

b. Mal elde etmek.

İşte canı tehlikeye atmak herkese zor gelip aynı şekilde ele geçirebilecek iken bir malı da bırakmak herkese çok ağır geldiği için Allah Teâlâ bu hususta edep ve terbiye ifade eden hükmünü şiddetlendirerek, “Resulün cihada çağrısına ve Allah ona mal almamasını emrettiği zaman, mal (ganimet) almama konusundaki çağrısına icabet etmede, Allah'a ve Resulüne itaat ediniz.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Eğer “Allah Teâlâ ‘Ondan yüz çevirmeyin!’ buyurarak daha önce Allah ve Resulü zikredilmiş olduğu halde zamir niçin ‘onlardan’ değil de ‘ondan’ şeklinde tekil kullanmıştır?” denilirse biz deriz ki: Allah Teâlâ, Allah'a itaati ve Resulüne itaati emretmiş; sonra da “Ondan yüz çevirmeyin!” buyurmuştur. Çünkü yüz çevirme, Allah'ın Resulü hakkında, ancak ondan, onun sözünü kabul etmekten ve cihadda ona yardımda bulunmaktan geri durmakta yapılmış olur. Daha sonra Cenab-ı Hakk bunu tekid etmek için “Kendileri dinlemedikleri halde ‘dinledik’ diyenler gibi olmayın!” buyurmuştur. Bunun manası şudur: İnsanın, bir teklifi kabul edip üstlenmesi, ancak onu duyduktan sonra mümkün olabilir. Bundan dolayı “duyup işitmek” bir şeyi kabul etmek manasında mecaz kabul edilmiştir. Nitekim müminlerin (namazdaki) “Allah, kendisine hamd edeni duyar.” şeklindeki sözleri de bu manadadır. Buna göre bu ifadenin manası şudur: “Ey müminler sizler, dilleriyle ‘Biz Allah'ın emirlerini kabul ettik.’ dedikleri halde kalpleri ile onları kabul etmeyen kimseler gibi olmayın.” Bu, Cenab-ı Hakk'ın kendilerinden, “Onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman ‘inandık’ derler. Şeytanlarıyla başbaşa kalınca ise ‘Emin olun, biz sizinle beraberiz.’ derler.” (Bakara Suresi, 14) diye haber verdiği münafıkların özelliğidir. (Fahreddin er-Râzî)