Enfâl Sûresi 25. Ayet

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ  ...

Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّقُوا sakının و ق ي
2 فِتْنَةً fitneden ف ت ن
3 لَا
4 تُصِيبَنَّ erişmekle kalmaz ص و ب
5 الَّذِينَ kimselere
6 ظَلَمُوا haksızlık edenlere ظ ل م
7 مِنْكُمْ aranızdan
8 خَاصَّةً yalnızca خ ص ص
9 وَاعْلَمُوا bilin ki ع ل م
10 أَنَّ muhakkak
11 اللَّهَ Allah’ın
12 شَدِيدُ çetindir ش د د
13 الْعِقَابِ azabı ع ق ب
 

Fitne yani “toplum içinde imanın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukukun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hâkim olması ve böylece kulluk imtihanının kaybedilmesi tehlikesi” ya el birliği ile engellenecek ya da bunun zararı sınırlı kalmayacak, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunacaktır. Çünkü onlar da fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmadıkları, haksızlığa karşı mücadele etmedikleri için kusurlu ve sorumludurlar. Bunların içinde hiçbir kusuru olmayan çok küçük bir grubun (âcizler) bulunması tabiidir. Allah bunlara, günahları ve kusurları olmadığı halde başkaları yüzünden uğradıkları felâket ve acıların karşılığını âhirette verecek, bu acılara değen, “Keşke dünyaya tekrar dönsem de buna benzer acılar yaşasam” dedirten ödül ve karşılıklar lutfedecektir, O’nun sünneti (kanunu) böyledir. 

Peygamber efendimiz fitne konusunda ümmetini uyarmış, “Toplumda pislik çoğalırsa içlerinde iyiler bulunsa bile helâkten kurtulamazlar” buyurmuştur (Buhârî, “Fiten”, 4, 28). İyiyi toplumsal buyruk, kötüyü de ayıp ve yasak haline getirmedikçe toplumun kötülüklerden sorumlu olacağını ve bunun bedelini ödeyeceğini bildiren birçok hadis vardır (Müslim, “Zühd”, 51; Ebû Dâvûd, “Fiten”, 1-5; “fitne” kavramı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/191-193).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

Cilt: 2 Sayfa: 680-681

 
Riyazus Salihin, 199 Nolu Hadis
Ebû Bekir es-Sıddîk radıyallahu anh şöyle dedi:
Ey insanlar! Şüphesiz siz şu âyeti okuyorsunuz:
“Ey inananlar! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemekte olduklarınızı size haber verecektir” [Mâide sûresi (5), 105]. Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:
“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”
Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20
 

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اتَّقُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِتْنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, سبب فتنة (Fitnenin sebebi) şeklindedir.

لَا تُص۪يبَنَّ  cümlesi  فِتْنَةً  ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfatı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 

1. İsim cümlesi olan sıfatlar, 

2. Fiil cümlesi olan sıfatlar, 

3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Buradaki sıfat cümle olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُص۪يبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Tekid nun’ları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  ظَلَمُوا’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْكُمْ  car mecruru  ظَلَمُوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır.  خَٓاصَّةً  hal olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (isim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. Burada hal müfred şekilde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 


 وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اعْلَمُٓوا  fiili  نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. 

Bu ayette  اعْلَمُٓوا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  شَد۪يدُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberidir.  الْعِقَابِ۟  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ

 

Nidanın cevabı olan  اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ  cümlesine matuf olan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

فِتْنَةً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder. 

فِتْنَةً  için sıfat olan muzari fiil sıygasındaki cümle  لَا تُص۪يبَنَّ, nûn-u sakile ile tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. 

لَا تُص۪يبَنَّ  (Çarpmakla kalmaz) cümlesi ya emrin cevabı ya emirden sonra nehiy ya da fitnenin sıfatıdır. Cevap kabul edildiğinde anlam “size geldiğinde yalnızca zalimlere bulaşmaz, bilakis hepinizi kapsar” şeklinde olur. (Keşşâf, Âşûr)

لَا تُص۪يبَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  ظَلَمُوا مِنْكُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

مِنْكُمْ  [sizden] ibaresindeki  مِنْ  harfi, ba'diyet değil beyânî de olabilir. Bu takdirde şöyle bir anlama dikkat çekilmiş olur: Sizin zulmünüz, başkasının zulmünden daha çirkindir. İşte bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ'nın azabı, azabı mûcib hareketi bilfiil işlemeyenlere de zulme karşı sessiz kalmalarından dolayı isabet eder. (Ebüssuûd)

لَا تُص۪يبَنَّ ,خَٓاصَّةًۚ  fiilinin failinden hal olarak ıtnâb sanatıdır. 

لَا تُص۪يبَنَّ ifadesinde emrin cevabına tekid nûnu nasıl gelmiştir, denirse biz deriz ki:

Bu hususta iki izah yapılmıştır:

a. Emrin cevabı, nehiy sıygasıyla gelmiştir. Durum her ne zaman böyle olursa, o nehye tekid nûnunun bitiştirilmesi güzel olur. Bu, tıpkı senin “Hayvandan in, seni atmasın veya sakın seni atmasın.” demen gibidir. Ve yine bu Cenab-ı Hakk'ın tıpkı “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin. Sakın Süleyman ve ordusu ...sizi kırmasın.” (Neml Suresi, 18) ayeti gibidir.

b. Bu ayetin takdirinin, “Sizden sadece zalim olanlara isabet edecek fitneden sakının.” şeklinde olmasıdır. Ancak ne var ki bu ifade, fitnenin sadece zalimlere isabet etmeyeceğini iyice beyan etmek için nehiy sıygasıyla getirilmiştir. Böylece, zalimlere has olan o fitne, sadece onlara has olmaktan çıkarılmış olur da böylece sanki o fitneye, “Sadece zalim olanlara isabet etme!” denilmiş olur ki bundan maksat da istiare yoluyla böyle bir tahsisin bulunmadığını iyice anlatmaktır. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ

 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle و ’la وَاتَّقُوا  cümlesine atfedilmiştir. 

Tekid ifade eden masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ  cümlesi, masdar teviliyle  اعْلَمُٓوا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük, telezzüz, haşyet uyandırmak ve korkuyu artırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهَ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

شَد۪يدُ  kelimesi,  الْعِقَابِ  lafzının sıfatı olmasına rağmen öne geçmiş ve mevsûfuna muzâf olmuştur. “Allah’ın cezası şiddetlidir.” yerine “Allah, cezası şiddetli olandır.” buyrulmuştur. Bu ifadede bir vurgu vardır.

Düzensizlik ve noksanlığa sebep olan her şeye fitne denir. Bu iki özelliği taşıması durumunda mal, evlat, görüş farklılığı, bir konuda aşırı gitme, azap, küfür, cünun, iptila vs. için kullanılır. Anne, baba ve evlat kişiye fitne olur, onları kişi kendisi seçmez. Ama bunun dışındakileri kendimiz seçeriz. Dolayısıyla fitne kapsamına girmez.

العِلْمِ  kelimesinin emir fiil olarak gelmesi, uyarının ciddiyetine dikkat çekmek ve ihtimam içindir. (Âşûr)