يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | اسْتَجِيبُوا | çağrısına koşun |
|
5 | لِلَّهِ | Allah’ın |
|
6 | وَلِلرَّسُولِ | ve Elçisinin |
|
7 | إِذَا | zaman |
|
8 | دَعَاكُمْ | sizi çağırdığı |
|
9 | لِمَا | şeylere |
|
10 | يُحْيِيكُمْ | sizi yaşatacak |
|
11 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
12 | أَنَّ | muhakkak |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | يَحُولُ | girer |
|
15 | بَيْنَ | arasına |
|
16 | الْمَرْءِ | kişi ile |
|
17 | وَقَلْبِهِ | onun kalbi |
|
18 | وَأَنَّهُ | ve siz |
|
19 | إِلَيْهِ | O’nun huzuruna |
|
20 | تُحْشَرُونَ | toplanacaksınız |
|
Sahâbeden Ebû Saîd el-Muallâ anlatıyor: “Mescidde namaz kılıyordum. Resûlullah beni çağırdı, ona cevap vermedim, namazımı bitirince yanına gittim ve ‘Yâ Resûlullah, namaz kılıyordum’ dedim. ‘Allah ve resulünün çağrısına kulak (cevap) verin buyruğunu işitmedin mi?’ dedi, sonra elimden tuttu ve bana “Mescidden çıkmadan sana Kur’an’ın en faziletli sûresini bildireceğim” buyurdu (Buhârî, “Tefsîr”, 1/1).
İmam Şâfiî ve Evzâî gibi bazı müctehidler âyetin lafza bağlı yorumundan ve ilgili hadislerden yola çıkarak namazda, farz ve gerekli olan bir hareketin veya fiilin namazı bozmayacağı sonucuna varmışlardır. Evzâî’nin verdiği örnek şöyledir: Bir kimse namaz kılarken bir çukura veya kuyuya doğru ilerlemekte olan bir çocuk görüp ona dönerek seslense ve uyarsa namazı bozulmaz (Kurtubî, VII, 390); çünkü bu uyarı hayatı koruma vazifesi gereğidir, farzdır.
Allah ve resulünün çağrısına cevap verme ve gereğini yerine getirme vazifesini daha geniş ve genel bir çerçeve içinde anlamak gerekir. Buna göre Hz. Peygamber zamanında onun çağrısına uymak, yanında yer almak, emirlerini yerine getirmek nasıl çağrıya uymaksa, ondan sonra gelenlerin Kur’an ve Sünnet’in buyruklarına uyması, buna uygun bir hayat sürmesi de onların çağrısına uymaktır. Esasen bu çağrıya uymak yalnızca müminlerin değil, bütün insanların faydasınadır ve insanlığın meselesidir. Çünkü Allah ve resulünün insanlara öğrettikleri ve hayata geçirilmesini istedikleri bilgi, inanç ve uygulamalar insanlara hayat verecek mahiyette ve niteliktedir. Burada “hayat vermeyi, ihya etmeyi” en geniş mânasıyla almak gerekir. Dinin emirleri sağlıklı yaşamanın kurallarını ihtiva ettiğinden, insan fıtratına uygun olduğundan, biyolojik mânada hayat vermektedir. İnsanın ruh ve beden sağlığını tehdit eden stres, yalnızlaşma, ümitsizlik ve çeşitli korkuların önemli sebeplerinden birisi insanın madde dünyasında tutuklu kalıp, iman ve mâneviyâtın huzur ve rahatlık bahşeden geniş ufkundan mahrum olmasıdır. Allah ile beraber olma ve O’nun eşi bulunmaz koruması altında bulunma şuurunun insana verdiği güç onu, psikolojik olarak canlı tutmakta, ihya etmektedir. Dünyayı bir imtihan yeri olarak gören, burada insanların bazı ödevlerinin bulunduğuna inanan, bu ödevlerin yerine getirilmesi halinde kişinin iki cihanda mutlu olacağına iman eden bir kimseye göre dinin emirleri, hayatın amacını gerçekleştirme çabasında ona rehberlik ederek insanı ihya etmekte, hayatın boşa gitmemesini sağlamaktadır. İslâm kelimesinin kök mânası “barış ve esenlik”tir, doğru anlaşıldığında din olarak İslâm’ın da bir barış çağrısı olduğu anlaşılacaktır. Dinin talebi, zulmün ve baskının yer almadığı, hukuk ve adaletin hâkim olduğu bir dünya düzenidir. Bu mânada Allah ve resulünün çağrısı, bütün dünya insanları için “barış içinde yaşama” çağrısıdır.
“İnsan ile kalbinin arası” ifadesi bir deyim olup bundan insanın şuuru, aklı ve duyguları kastedilmektedir. Buralarda bulunan hiçbir bilgiyi, kararı, eğilimi, duyguyu Allah’tan gizlemek mümkün değildir. Allah’ın çağrısına içtenlikle katılanlarla menfaati için öyle görünenleri Allah bilir ve ayırır. Ayrıca hiçbir beşerin giremeyeceği, bilemeyeceği ve müdahale edemeyeceği bu alanlara Allah müdahale edebilir; inanç, bilgi ve duyguların değişmesini sağlayabilir. Bu sebeple kullar rablerine sığınmalı; inanç, duygu ve düşüncelerini güzelleştirmesi için O’na yakarmalı, “Ey durumları değiştiren, gönülleri evirip çeviren rabbim! Halimi ve gönlümü güzelleştir” diye niyazda bulunmalıdır (Hz. Peygamber’in duası için bk. Müsned, IV, 182; VI, 91).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 679-680
Ebu Said b. el-Mualla el-Ensari anlatıyor: Namaz kılarken Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırdı. Ben de namazımı bitirip öyle geldim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): “Seni çağırdığımda neden bana cevap vermedin?” diye sorunca: “Namaz kılıyordum” dedim. Bunun üzerine: “Yüce Allah: ”Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin”[Enfal 24] buyurmuyor mu?” buyurdu ve: “Sana Kur’an sureleri içinden en değerli olan sureyi öğreteyim mi?” diye sordu. Sonrasında ise sanki bunu unuttu veya kendisine unutturuldu. Ona: “Ey Allah’ın Resulü! Bana bir şey öğreteceğini söylemiştim” diye hatırlattığımda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): “Fatiha Suresi’dir. Bu sure Seb’ul-Mesani’dir ve bana verilen Kuran-ı Azim’dir” buyurdu.”
(Lafız Vehb b. Cerir’in lafzıdır.
Tahric: İsnadı sahihtir. Buhari, tefsir (5/146,199) ile fedail (6/103)
Riyazus Salihin, 1492 Nolu Hadis
Şehr İbni Havşeb şöyle dedi:
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya:Ey mü’minlerin annesi! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem senin yanında bulunduğu zamanlarda en çok hangi duayı okurdu? diye sordum. O da şöyle dedi:
Çoğu zaman “Yâ mukallibe’l-kulûb! Sebbit kalbî alâ dînik: Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!” diye dua ederdi.
(Tirmizî, Kader 7, Daavât 90, 124)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذ۪ينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayr-ı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazı salihler Allah Teâlâ'nın يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا (Ey iman edenler) sözünü işitince sanki Allah'ın nidasını işitmiş gibi, لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an'ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.
Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu't Tefasir)
Nidanın cevabı اسْتَج۪يبُوا’dur. اسْتَج۪يبُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru اسْتَج۪يبُوا fiiline müteallıktır. لِلرَّسُولِ car mecruru اسْتَج۪يبُوا fiiline müteallıktır.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
دَعَاكُمْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَعَاكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü, لِ harf-i ceriyle birlikte دَعَاكُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يُحْي۪يكُمْ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يُحْي۪يكُمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَج۪يبُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يُحْي۪يكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi وحي’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanmayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelir, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.
يَحُولُ fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَحُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَيْنَ mekân zarfı, يَحُولُ fiiline müteallıktır. الْمَرْءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَلْبِه۪ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline (kendinden öncesine) matuftur.
وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِلَيْهِ car mecruru تُحْشَرُونَ fiiline müteallıktır. تُحْشَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla meçhul merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olarak gelen اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
Münada olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. İsm-i mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslûp tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhâmdan sonra beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bu ayette nidanın tekrar edilmesi ve Müslümanların iman vasfı ile vasıflandırılmaları, bundan sonra gelecek emirlere uymaya yönelmelerini teşvik etmek ve bu emirlerde imanı gerektiren hakikatler bulunduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولَ şan ve şeref kazanmıştır.
اللّٰهَ - رَسُولَهُ ve اٰمَنُٓوا - اَط۪يعُوا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah'a ve Resule icabet edin (Onu duyun ve Ona uyun), özellikle size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman onun emrine seve seve icabet edin. Çok dikkat çekici bir ifade tarzıdır ki davet fiili, hem Allah'a hem Resule isnad edildiği halde ََدَعَوَاكُمْ diye tesniye sıygası (ikil kipi) ile değil, دَعَاكُمْ şeklinde tekil olarak zikredilmiştir ve üstelik Allah'a değil, Resule isnad edilmiştir. Zira davet birdir. Allah'ın daveti peygamberinden dile gelecek ve Resulün daveti de Allah'ın davetinden başka bir şey olmayacaktır. (Elmalılı)
الِاسْتِجابَةُ kelimesindeki س ve ت harfleri tekid için gelmiştir. الِاسْتِجابَةِ kelimesi çoğunlukla belirli veya genel bir isteği kabul etmek manasında kullanılır. الإجابَةُ (cevap) ise, bir nidanın cevabıdır. Çoğunlukla istifâl babında geldiği zaman çoğunlukla lam harfiyle müteaddi olur. (Âşûr)
ولِلرَّسُولِ sözünde vav bağlacından sonra لِ harf-i cerinin tekrarı bu mecrurun yani resul kelimesinin اسْتَج۪يبُوا fiiline müstakil olarak müteallık olduğuna işaret eder. Resule itaat etmenin Allah’a itaat etmekten daha umumi olduğuna dikkat çeker.
Resule itaat hem hakiki (kapsamlı ve umumi) hem mecazi manada (nidasına cevap vermek yani taat) olduğu için daha kapsamlı ve umumidir. Allaha itaat ise hakiki manadadır. Onlardan her iki manada Resule icabet etmeleri istenmiştir. (Âşûr)
الِاسْتِجابَةِ kelimesinin belirli veya genel bir isteği yanıtlarken istif’al babında kullanımı baskındır. الإجابَةُ (cevap), bu nidanın cevabıdır. Bu babda geldiği zaman daha çok لِ ile geçişli (müteaddi) olarak gelir. (Âşûr)
اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ
Müstakbel zaman zarfı ve şart manalı اِذَا , şart cümlesi دَعَاكُمْ ‘a muzâf olmuştur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri فاستجيبوا له (ona icabet edin) şeklindedir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl دَعَاكُمْ ,مَٓا fiiline müteallıktır. Sılası يُحْي۪يكُمْۚ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Ayette geçen يُحْي۪يكُمْۚ [diriliş] kelimesinde Resulullah’ın çağrısı, ölülerin diriltilmesine benzetilerek istiare yapılmıştır. Bu diriliş insana, nefsindeki kemâli vermektir ki bu kemâl; akılları doğru bir imanla, asil ahlâkla aydınlatır, salih amellere, bireyi ve toplumu ıslah etmeye, şerefle yapılabilecek şeylere sebep olur. Cesaret nefsin canıdır, hayatın istiklali, hayatın hürriyeti, yaşam hallerindeki istikamet hayattır. (Âşûr)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Hükümde ortaklık nedeniyle اسْتَج۪يبُوا cümlesine atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ’nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma kastıyladır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede اَنَّ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يَحُولُ fiilinin muzari sıygasıyla gelmesi, bunun yenilendiğini (teceddüt) ve devam ifadesi içindir. (Âşûr)
Cümle, içeriğine dikkat etmek ve muhatapları bundan sonrası üzerinde düşünmeye sevk etmek için اِعْلَمُوا ile başlamıştır. Anlaşılması istenen haber veya talep içeren cümlelere muhatabın dikkatini çekmek için اِعْلَمْ veya تَعلَّمْ ile başlamak etkili ve güzel (beliğ) konuşmanın yöntemlerinden biridir. (Âşûr)
“Ve şunu iyi bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer.” ifadesi, Allah Teâlâ'nın, kuluna son derece yakın olduğunu anlatır. Nitekim diğer bir ayette de: “Ve Biz insana şah damarından daha yakınız.” buyurulmuştur. Yine bu ayet, Allah Teâlâ'nın, sahibinin bile gafil olabileceği kalbin sırlarını bildiğine dikkati çeker. Yahut bu ayet, arzu edilen şeyi elde etmeden önce kalbi ihlaslı kılmaya ve arındırmaya teşvik anlamını ifade eder. Çünkü arzular, kişi ile kalbi arasına girer. (Ebüssuûd)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu son cümle وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrurun amili olan تُحۡشَرُونَ fiiline takdimi, tahsis ifade eder. Haşrın, sadece ve sadece ona olacağı kasr üslubuyla belirtilmiştir. إِلَیۡهِ maksûrun aleyh, تُحۡشَرُونَ maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
تُحْشَرُونَ fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَيْهِ تُحۡشَرُونَ (O'na haşrolunacaksınız) sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet, söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 4, Zuhruf 85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
“O’nun huzurunda toplanacağınızı biliniz.” Yani diriltilerek bir araya getirileceğinizin ve yaptıklarınızın karşılığını göreceğinizin farkında olunuz. (Ömer Nesefî, Et-Teysîr)
تُحْشَرُونَ fiilinin müteallakının takdimi ihtisas ifadesi içindir. Yani bir başkasına değil, sadece ona toplanacaksınız manasındadır. Bu ihtisas, Allah'tan başka veya onun huzurunda haşrolmaktan başka bir sığınağın yokluğu manasında kinayedir. En beliğ üslupla Allah’ın huzurunda toplanmaktan başka bir mekân olmayışı kinaye ile gelmiştir. (Âşûr)
“Ve bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer” manasındaki وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ sözünde bu ayetle ilgili olarak zikredilen tevillerden birine göre istiare vardır. Manası; “Allah Teâlâ’nın kula kalbinden daha yakın olması”dır. Bu durumda Allah; onunla kalbi arasında sanki bir engel konumundadır. Ya da bunun manası, “Allah Teâlâ’nın kişinin kalbini halden hale değiştirmeye kādir olması”dır. Çünkü Yüce Allah “kalpleri halden hale çeviren (مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ)” sıfatına sahiptir. O zaman mana, “O, (kalpleri) güven halinden korku haline, korku halinden güven haline, üzüntü halinden sevinç haline, sevilme halinden nefret edilme haline çevirir.” şeklindedir. (Şerîf er-Radî) (Safvetu't Tefasir)
Bu ayet-i kerimede İslam ve kuralları “insanları canlandıran şey” olarak tarif edilmiştir.
Peygamber Efendimizin şu duasını ezberleyip vird edinebiliriz:
يَا مُقَلِّبَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْب۪ي عَلَى د۪ينِكَ
Ya mukallibel-kulûb! Sebbit kalbî ‘alâ dînike.
Ey kalpleri halden hale çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl. (Tirmizî, Deavât, 124)