يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | تَتَّقُوا | korkarsanız |
|
6 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
7 | يَجْعَلْ | O verir |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | فُرْقَانًا | iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış |
|
10 | وَيُكَفِّرْ | ve örter |
|
11 | عَنْكُمْ | sizin |
|
12 | سَيِّئَاتِكُمْ | kötülüklerinizi |
|
13 | وَيَغْفِرْ | ve bağışlar |
|
14 | لَكُمْ | sizi |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | ذُو | sahibidir |
|
17 | الْفَضْلِ | lutuf |
|
18 | الْعَظِيمِ | büyük |
|
Takvâ Allah’ı saymak, O’nun rızâsına aykırı davranmaktan korunmak ve sakınmaktır. Bakara sûresinin ikinci âyetinde açıkça ifade edildiğine göre Kur’ân-ı Kerîm, takvâ ahlâkına bağlı olarak yaşamak isteyenlere yol göstermek için gönderilmiştir. Bu âyette takvânın üç meyvesinden söz edilmektedir: İnsanda iyi, güzel ve doğruyu kötü, çirkin ve yanlıştan ayırmasını sağlayan bir akıl, sezgi gücü ve vicdan ölçütü hâsıl etmesi (furkan), Allah Teâlâ’nın takvâ sahibi kullarının günahlarını örtmesi ve onları bağışlaması.
İnsanın yaşama tarzının; aldığı gıdaların miktar, cins ve kalitesinin, psikolojik temrinlerin (alıştırmalar) ve ibadetlerle yapılan eğitimin bilgi kaynaklarını etkilediği, ilham, keşif ve sezgi kapılarını açtığı konusunda tecrübeye dayalı bir genel kabul vardır. İbadet ve bilginin imanı arttırması da, amelle zihin ve kalp arasında bir etkileşimin bulunduğunu göstermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de takvânın, insana problemlerden çıkış yolu sunduğu, hayat yolunda yürürken önünü aydınlatan bir nur oluşturduğu başka âyetlerde de ifade buyurulmuştur (et-Talâk 65/2; el-Hadîd57/28). İnsanın akıl ve vicdanının işlevini amaca uygun bir şekilde yerine getirmesini engelleyen maddî ve özellikle mânevî faktörlere karşı takvâ ilâcının tavsiye edilmiş bulunması müminler için eşi bulunmaz bir fırsat ve imkân teşkil etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 683
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ münadadan sıfat veya bedeldir.
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ ’dır. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. تَتَّقُوا şart fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Şartın cevabı يَجْعَلْ لَكُمْ’dur. يَجْعَلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمْ car mecruru يَجْعَلْ fiiline müteallıktır. فُرْقَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُكَفِّرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَنْكُمْ car mecruru يُكَفِّرْ fiiline müteallıktır. سَيِّـَٔاتِكُمْ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubtur. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
تَتَّقُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
يُكَفِّرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
İsim cümlesidir. و atıf harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
Haberi ذُو , harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ’dır. الْفَضْلِ muzâfun ileyhtir. الْعَظ۪يمِ ise الْفَضْلِ’nin sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası olan ءَامَنُوا۟ mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.
İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra Beyân gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
Nidanın cevabı şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi تَتَّقُوا اللّٰهَ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi olan يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ ve وَيَغْفِرْ لَكُمْ cümleleri, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir.
فُرْقَاناً ’deki tenvin tazim ve nev ifade eder.
Takvalı olunduğu zaman verilecek mükâfatlar; furkan, günahların örtülmesi ve mağfiret şeklinde sayılmıştır. Bu, taksim sanatıdır.
يَغْفِرْ - كَفِّرْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kâfir kelimesi burada lügat manasında yani örtmek manasında kullanılmıştır.
Furkan; çıkış yolu manasındadır. Kendilerine furkan verilenler, kendilerine arız olan şüphelerden kurtulur ve hidayete ererler. (Muhsin Demirci)
Furkan; müminin kalbinde birbirine benzer görünen şeyler/durumlar arasında doğruyu seçmesini sağlayan bir nur olarak da tarif edilmiştir. Takva, Allah’ın furkan vermesine vesile olabilir.
Bir kimse şöyle diyebilir: “Bir hükme اِنْ şart edatını getirmek, ancak işlerin sonunun nereye varacağını bilmeyen kimseler için yerinde olur. Bu ise Allah Teâlâ’ya uygun düşmez.” Buna şöyle cevap verilir: “Bizim, “Eğer şu olursa, neticede şu olur.” şeklindeki sözümüz, ancak bu şartın o neticeyi gerektirdiğini ifade eder. Ama şartın mevcut olup olmadığı meselesi, ya bilinir ya şüpheli olur. Bu husus şart edatından anlaşılmaz. Bu edatın bir şüphe ifade ettiğini kabul etsek bile, Cenab-ı Hakk ceza hususunda kullarına sanki şüphe eden bir kimse gibi davranır. Hakk Teâlâ’nın “Andolsun ki sizi imtihan edeceğiz. Ta ki içinizden mücahitleri ve sabr-ı sebat edenleri bilelim “ (Muhammed Suresi, 31) ayeti de bu manadadır.
Bu şarta bağlı hükmün şartı tek bir şeydir. O da Allah'tan ittika etmektir. Allah’tan ittika, bütün büyük günahları işleme hususunda Allah’tan korkmayı içine alır. Biz, bu ittikanın, bilhassa büyük günahlarla ilgili olduğunu söylüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ, şartın cevabı olan (neticesi olan) hükümde, seyyiatın (suçların) bağışlanmasından bahsetmiştir. Halbuki neticenin (cevabın), şart koşulan şeyden başka olması gerekir. Binaenaleyh şart ile ceza (cevap) arasındaki farkın ortaya çıkması için ayette bahsedilen ittikayı, büyük günahlardan korunma; seyyiâtı da küçük günahlar manasına hamlettik. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا hitab ile iman vasfinin vurgulanması, bundan sonrasına önem verildiğini göstermek ve bundan önceki iki hitap gibi, bunlara riayetin imanı gerektiren hakikatlerden olduğunu bildirmek içindir.
Vurgulanan şudur:
Ey iman edenler, eğer siz bütün işlerinizde Allah Teâlâ'ya aykırılıktan sakınırsanız, O, bu sebeple kalbinize hidayet bahşeder; siz de o hidayetle hak ile batılı birbirinden ayırt edersiniz. (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ
İstînâfiyye olan bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir. Ayrıca konunun önemini gösterir.
Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
الْعَظ۪يمِ kelimesi الْفَضْلِ kelimesinin sıfatı olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Itnâb babındandır. Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
Son cümle, makablinin illetini izah eder; Allah Teâlâ'nın onlara takva karşılığı olarak vaadettiklerinin, kendi lütuf ve ihsanı olduğuna, takvanın gerektirdiği nimetler olmadığına dikkat çeker. (Ebüssuûd)