وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَكُونُوا | olmayın |
|
3 | كَالَّذِينَ | gibi |
|
4 | خَرَجُوا | çıkan |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | دِيَارِهِمْ | yurtları- |
|
7 | بَطَرًا | çalım satarak |
|
8 | وَرِئَاءَ | ve gösteriş yaparak |
|
9 | النَّاسِ | insanlara |
|
10 | وَيَصُدُّونَ | ve men’edenler |
|
11 | عَنْ | -ndan |
|
12 | سَبِيلِ | yolu- |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
15 | بِمَا |
|
|
16 | يَعْمَلُونَ | onların bütün yaptıklarını |
|
17 | مُحِيطٌ | kuşatmıştı |
|
Müminler için savaşıp yenmenin, çalışıp çabalayıp başarmanın sâik ve gaye bakımından da hukukî-ahlâkî sınırları vardır. Mümin neyi niçin yaptığını, kendi kazancının kimden geldiğini, karşı tarafın kaybının meşrû olup olmadığını düşünmek, bilmek ve buna göre hareket etmek durumundadır. Allah’a iman eden, İslâm ahlâkını özümsemiş bulunan bir fert ve toplum, hak bâtıl, iyi kötü, adalet zulüm ayırımı yapmadan ötekileri taklit edemez, onlara benzeyemez. Müşriklerin Bedir’e doğru hareket etmeleri mallarını koruma zaruretine, dolayısıyla meşrû savunma hakkına dayanmıyordu; çünkü Cuhfe’ye geldiklerinde Ebû Süfyân’ın yol değiştirdiği ve kervanı kurtardığı bilgisini almışlardı. Ebû Cehil şımarıklık ve kendini beğenmişlik psikolojisiyle şöyle diyordu: “Bedir’e varıp orada şarap içmeden, câriyelerin müzik icralarını dinlemeden, Muhammed’i yendiğimizi duyurup yaymak üzere çevrede yaşayan Araplar’a, keseceğimiz develerle ziyafetler vermeden dönmeyeceğiz” (İbn Hişâm, Sîre, II, 270). Ebû Cehil kumandasında hareket eden müşriklerin müslümanları yenmek, varlıklarına son vermek istemeleri, müminlerden kaynaklanan bir insanlık suçuna veya hak tecavüzüne dayanmıyordu; müminler “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri, inandıkları gibi yaşamak istedikleri için zulüm görüyorlar, işkence çekiyorlardı; istenen onları Allah yolundan döndürmekti, tevhide giden yolu tıkamaktı. Müminler böyle böbürlenme, şımarma, çalım satma, gösteriş ve taşkınlık yapma gibi ham ve erdem dışı duygu ve saiklerle çalışamaz ve savaşamazlardı, onların savaşlarının hedefi de ancak herkes için hakkın, adaletin, din ve vicdan hürriyetinin gerçekleşmesi olabilirdi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 697-698
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونُٓوا fiili, ن ’un hazfiyle meczum muzari fiildir.
Zamir olan çoğul و ’ı تَكُونُوا ’nin ismi olup mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur.
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte تَكُونُوا ’nün mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası خَرَجُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
خَرَجُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دِيَارِهِمْ car mecruru خَرَجُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَطَراً hal olup fetha ile mansubtur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir.
رِئَٓاءَ kelimesi atıf harfi وَ ’la بَطَراً ‘e matuftur. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harf-i ceriyle birlikte مُح۪يطٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُح۪يطٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مُح۪يطٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet لَا تَنَازَعُوا cümlesine matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelen ayette كان ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ ["O kimseler gibi olmayın"] ibaresindeki ‘o kimseler’ den murad, Mekke müşrikleridir. Onlar, Şam'dan gelmekte olan kervanı savunmak üzere, çalım, riya ve tekebbür içinde; aynı zamanda gösterdikleri cesaret için insanlardan övgü bekleyerek Mekke'den çıkmışlardı. (Ebüssuûd, Keşşâf)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl كَالَّذ۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘den murad; hususi bir topluluktur. Yani Ebu Cehil ve arkadaşlarıdır.
(Âşûr)
Mevsûlün îrabdan mahalli olmayan sılası خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal konumundaki بَطَراً , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاس ifadesi hal olarak mansubtur. Yani, ‘çalım atarak ve insanlara gösteriş
yaparak’ demektir. Onların masdarla vasıflanması, bu iki sıfatın onlarda yerleştiği
hususunda mübalağa içindir. Çünkü kibir ve gösteriş onların yaratılış
özelliklerindendir. (Âşûr)
Hal vav’ıyla gelen müspet muzari fiil cümlesi وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ , müfred hal olan بَطَراً ’e matuftur.
Müminlerin kibir ve gösterişten nehyedilmesi, müşriklere benzemekten nehyediliş şeklinde gelmesi; müşriklerin hallerinin çirkinliğini ve Müslümanların bu hali kerih görmesi manasını da kapsar. Dolayısıyla burada idmâc vardır. Çünkü bu haller, zemmedildiğinde durum netleşir. Başka birilerinin kınanması durumunda daha açık bir şekilde anlaşılır. Bu üslup, nehiy ve nehyedilen şeyin çirkinliği konusunda daha beliğdir. (Âşûr)
رِئَٓاءَ (Gösteriş yapmak) - بَطَراً (Kibirli olmak) arasında mürâât-ı nazîr vardır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَبِیلِ kelimesi şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrîhi istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazfedilmiş, müstearun minh olan yol zikredilmiştir.
Ayette Müslümanların Bedir savaşından sonraki halleri anlatılmaktadır. Mekke müşrikleri olumsuz olarak Müslümanlara anlatılırken hem isim kalıbı, hem de fiil kalıbı kullanılmıştır. Anlatımda önce isim kalıbı kullanılmış, daha sonra ise fiil kalıbına dönülmüştür. Kervanlarının alıkonmadığı haberi geldiği halde kervanı korumak bahaneleri ile evlerinden çıkmaları kibir ve riya ile olduğu ve bu iki kötü ahlakın onlarda yerleşmiş huy ve karakter olduğuna dikkat çekmek için sübut ve devam ifade eden isim kalıbı kullanılmıştır. Allah yolundan alıkoyma ise onların önlerine çıkan her fırsatta yaptıkları ve yapmaya azmettikleri bir iş olduğu için fiil ile kullanılmıştır. (Bikai, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’l -Ayat ve’s -Süver,8: 297) Allah yolundan alıkoymanın değişme ve yenilenme ihtimali vardır. Bu ihtimal dikkate alınarak fiil kalıbı kullanılmıştır. Diğer taraftan kibir ve riya onların adeti ve dinleri olmuştur. Öyle ki onlarda kibir ve riya Hz Peygamberden (sav) önce de mevcuttu. Allah yolundan alıkoyma ise Hz peygamber zamanında olmuştur.
وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi, ikaz ve korkuyu artırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl amili olan مُح۪يطٌ kelimesine takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O, onların bütün yaptıklarını kuşatır. Kuşatmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası يَعْمَلُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle mesel tarikinde tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Bu sözden maksat bu yapılanların karşılığını sevap ve ceza olarak vereceğini bildirmektir. Bu yüzden lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. ‘Kuşatıcıdır’ lâzım, 'cezalandırıcıdır’ melzûmudur.
İhatanın Allah’a isnadı mecaz-ı aklîdir. Çünkü kuşatan, Allah’ın ilmidir. İhatanın ilim sahibine isnadı mecazdır. (Âşûr)