وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | O zaman |
|
2 | زَيَّنَ | süslemiş |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
5 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işi |
|
6 | وَقَالَ | ve demişti |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | غَالِبَ | yenecek kimse |
|
9 | لَكُمُ | sizi |
|
10 | الْيَوْمَ | bugün |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | النَّاسِ | insanlar- |
|
13 | وَإِنِّي | ve elbette ben |
|
14 | جَارٌ | yanınızdayım |
|
15 | لَكُمْ | sizin |
|
16 | فَلَمَّا | fakat ne zaman |
|
17 | تَرَاءَتِ | birbirini görünce |
|
18 | الْفِئَتَانِ | iki topluluk |
|
19 | نَكَصَ | (geriye) dönüp |
|
20 | عَلَىٰ | üzerine |
|
21 | عَقِبَيْهِ | iki ökçesi |
|
22 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
23 | إِنِّي | elbette ben |
|
24 | بَرِيءٌ | uzağım |
|
25 | مِنْكُمْ | sizden |
|
26 | إِنِّي | elbette ben |
|
27 | أَرَىٰ | görüyorum |
|
28 | مَا | şeyleri |
|
29 | لَا |
|
|
30 | تَرَوْنَ | sizin görmediğinizi |
|
31 | إِنِّي | elbette ben |
|
32 | أَخَافُ | korkarım |
|
33 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
34 | وَاللَّهُ | zira Allah’ın |
|
35 | شَدِيدُ | çetindir |
|
36 | الْعِقَابِ | cezası |
|
Müşrikler Kinâne kabilesi ile savaş halindeydiler, müslümanlara karşı da bir savaş açtıklarında onlar tarafından arkadan vurulma tehlikesi vardı, bu sebeple tereddüt içinde kalmışlardı. Kervanı kurtarmak üzere yola çıktıklarında bu korkuyu yaşıyorlardı. Yolda aynı kabilenin ileri gelenlerinden Sürâka b. Mâlik ve adamları ile karşılaştılar. Sürâka kendilerine “Bugün sizi yenecek bir güç yoktur, Kinâne adına da ben size teminat veriyor ve yanınızda yer alıyorum” dedi. Bu söz üzerine cesaretleri artan müşrikler Bedir’e doğru sefere devam ettiler. Müslümanlara yaklaşıp kuvvetler birbirini görünce Sürâka, gördüklerinden ve daha önce verdiği bir sözü hatırlamasından dolayı korktu, pişman oldu; –o zamanki şeref ve himaye sözleşmesine sadakat anlayışı böyle gerektirdiği için– açıklama yaparak müşrikleri terketti. Şöyle ki: Sürâka, hicret esnasında Hz. Peygamber’in başına konan 100 develik ödülü kazanmak için onu yakalayıp müşriklere teslim etmek üzere yola çıkan, başına gelenlerden sonra bundan vazgeçen kişi idi. Hicret yolcularına yaklaştığı sırada bir mûcize meydana gelmiş, önce atı tökezlemiş ve kendisi de düşmüş, ısrar edince atın ayakları kuma gömülmüş, bunun üzerine korkuya kapılarak Hz. Peygamber ile karşılıklı bir himaye ve sadakat sözleşmesine razı olmuştu. Sürâka’nın müşriklerden desteğini çekmesinde bu sözleşmeyi hatırlaması da etkili olmuştur. Sürâka daha sonra, Mekke’nin fethinde İslâm’la müşerref olmuştur (İbn Kesîr, IV, 17-18; İbn Hişâm, Sîre, II, 133-135). Sürâka’nın yaptıklarının, bu savaşta Allah’ın müstesna yardımları doğrultusunda iki önemli tesiri olmuştur: a) Müşriklerin Bedir’e yönelme konusundaki tereddütlerini gidermiş, dönmelerini engellemiştir. b) Savaş kaçınılmaz hale geldikten sonra da geri çekilerek düşmanın moralini bozmuştur.
Müfessirlerin bir kısmı, İbn Abbas’ın yorumuna dayanarak bu olayın doğrudan ve gerçek mânada fâili olarak şeytanı göstermişler, “Şeytan Sürâka suretine girerek bunları yaptı” demişlerdir. Bu da mümkün olmakla beraber bize göre burada mecazi bir anlatım vardır. Şeytanın insanları etkilemesi için insan suretine girmesi gerekmemektedir. Onun hem insanlar arasında temsilcileri vardır hem de –deyim yerindeyse– her insanın içinde bir melek ve bir şeytan mevcuttur. Şeytan önce Sürâka’yı etkileyerek müşriklere destek vermeye sevketmiş, sonra bu savaşta Allah’ın müstesna yardımlarını görünce kendisinin de bundan zarar görebileceğini anlamış, korkup çekilmiş, bu sırada Sürâka da aklını başına devşirmiştir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 698-699
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. زَيَّنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline müteallıktır.
الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mekulü’l-kavli, لَا غَالِبَ لَكُمُ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. غَالِبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
لَكُمُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. الْيَوْمَ zaman zarfı, لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
مِنَ النَّاسِ car mecruru لَكُمُ ‘deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
Muttasıl zamir olan ي harfi, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. جَارٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru جَارٌ ‘e müteallıktır.
زَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
غَالِبَ kelimesi sülâsî mücerred olan غلب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
تَرَٓاءَتِ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. تِ te’nis alametidir. الْفِئَتَانِ fail olup müsenna olduğu için ref alameti ا ‘tir.
Şartın cevabı نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ ‘dir. نَكَصَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
عَلٰى عَقِبَيْهِ car mecruru نَكَصَ fiiline müteallıktır.
عَقِبَيْ müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. Sonundaki نَ izafetten dolayı hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. بَر۪ٓيءٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru بَر۪ٓيءٌ ‘e müteallıktır.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَرٰى fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَرَوْنَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَرَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَرٰى fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَخَافُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اَخَافُ merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir اَنَا ‘dir.
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
تَرَوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi رأي ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezahür( görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerret mana (türemiş olduğu mücerret fiille aynı manada kullanılması) anlamları katar.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
شَد۪يدُ haberdir. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ
وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر olan mahzuf fiile muteallıktır. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda ibtidaî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُمُ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, muzâfun ileyh cümlesine matuftur. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ cümlesinde hitap, öncekinden farklı olarak yalnız Peygamber (sav) içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. اِنّ۪ ile tekid edilen bu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Ayette geçen جَارٌ kelimesi, arkadaşını koruyan ve ona gelebilecek her türlü zararı engelleyen anlamına gelir. Komşunun komşuyu koruduğu gibi. Ayette geçen النَّاسِ ifadesi ile müminler kastedilir. (Rûhul Beyân)
İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiği, isim cümlesinden de başlayıp halen devam ettiği kastediliyor ise aralarında atıf yapılabilir. (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ
فَ , atıf harfidir. Şart manalı zaman zarfı لَمَّا ’nın muzâf olduğu تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ , şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap fiili لَمَّا , نَكَصَ ’nın mütallakıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır.
العَقِبَيْنِ [Topukları] kelimesini zikretmekten maksat, geri çekilmenin çirkinliğidir. Çünkü insanın topuğu, toz ve kirle karşılaştığı için en değersiz kısmıdır. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasındaki وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ cümlesi, makabline matuftur. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, اِنّ۪ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kalamdır.
Burada istiare-i temsiliye vardır. نَكَصَ (caymak); görünce değil, karşılaşınca olur. Burada şeytanın amelleri süslemesinden sonra hilenin batıl olduğunun ortaya çıkması, korktuğu şeyden geri dönen kişiye benzetilmiştir. (Mahmut Sâfî)
اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ
Cümle, fasılla gelmiş beyânî istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنّ۪ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kalamdır.
اَرٰى fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası لَا تَرَوْنَ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tevcih sanatı vardır.
Makablini tekid mahiyetindeki اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ cümlesi, kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir.
Aynı üsluptaki iki cümlenin müsnedleri, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)
اَرٰى (görüyorum) - لَا تَرَوْنَ (görmüyorsunuz) arasında tıbâk-ı selb vardır.
جَارٌ (yakın komşu ) - بَر۪ٓيءٌ (uzak, ayrı) arasında îhâm-ı tezâd vardır.
اِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ - اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ arasında mukabele vardır.
تَرَٓاءَتِ - اَرٰى - تَرَوْنَ arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhinin tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmesi, haşyet uyandırma, korkuyu artırmak içindir.
Ayetin isim cümlesi formunda gelen bu son cümlesinde müsnedin, izafetle gelmesiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah cezası şiddetli olandır. عقاب الله شديد yerine böyle bir ifade gelerek vurgu yapılmıştır. Arapçada, cümlede en önemli unsur ne ise, o öne geçirilir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.