اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِذْ | o vakit |
|
2 | يَقُولُ | diyorlardı |
|
3 | الْمُنَافِقُونَ | Münafıklar |
|
4 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinde |
|
7 | مَرَضٌ | hastalık |
|
8 | غَرَّ | aldatmış |
|
9 | هَٰؤُلَاءِ | bunları |
|
10 | دِينُهُمْ | dinleri |
|
11 | وَمَنْ | oysa kim |
|
12 | يَتَوَكَّلْ | dayanırsa |
|
13 | عَلَى |
|
|
14 | اللَّهِ | Allah’a |
|
15 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
16 | اللَّهَ | Allah |
|
17 | عَزِيزٌ | daima galibtir |
|
18 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Münafıklarla “kalpleri çürük”, hastalıklı olanlar aynı kişiler değildir. Burada kalbin çürük olup olmaması iman ile ilgilidir. Münafık, içinden inanmayan, kâfir olan kimsedir, böyle olanlara kalbi iman bakımından çürük, hastalıklı denemez, çünkü onun imanı yoktur. Kalbi çürük olanlar, inkârları zayıflamış olmakla beraber iman da edememiş bulunan, ikilemde kalmış olan kimselerdir. İşte müminlerin çevresinde bulunan bu iki grup, güçlü müşrik ordusuna karşı savaşmaya kalkıştıklarını görüp işitince onları kınamış, eleştirmiş, “dinlerinin kendilerine yaptığı telkine uyarak ölüme atıldıklarını” söylemişlerdi. Bunlar Allah’ın gücünü, olağan dışı yardımını, O’na güvenenlerden esirgemediği desteğini bilmiyorlardı. Asıl sapık ve gevşek inancın aldattığı kimseler kendileriydi.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 699
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
اِذْ zaman zarfı, mahzuf olan اذكر fiiline müteallıktır. يَقُولُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , atıf harfi وَ ’la faile matuftur. İsm-i mevsûlun sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرَضٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
غَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ism-i işareti mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
د۪ينُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zaman mübtedanın haberidir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru يَتَوَكَّلْ fiiline müteallıktır. Bu şartın cevabı, devamının delaleti dolayısıyla mahzuftur. Takdiri; يغلب (galip gelirsiniz) şeklindedir.
فَ harfi mahzuf bir şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. عَزِیزٌ lafzı اِنَّ ‘nin haberidir. حَكِیمࣱ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَوَكَّلْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zaman zarfı اِذْ , önceki ayetteki اِذْ ’den bedeldir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan ...يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki اِذْ يَقُولُ ifadesinin başına atıf وَ ‘ı gelmediği halde, önceki ayette (.وَاِذْ زَيَّن لَهُمُ الشَّيْطَانُ ..) ifadesinin başına gelmiştir. Çünkü ayetteki, "O zaman şeytan (زَيَّن) süsledi" sözü, bu tezyin (süslü gösterme) işini, müşriklerin durumlarına, çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak çıkmalarına bağlamıştır. Bu ayette ise, اِذْ يَقُولُ ifadesinde bunu daha önceki bir söze atfetmek söz konusu değildir. Aksine bu bir başlangıç cümlesi olup öncesi ile bir irtibatı yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
يَقُولُ fiilinin failine matuf has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki nifakın derecesini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ ifadesindeki مَرَضٌ kelimesinde de istiare vardır. مَرَضٌ bedenî bir hastalıktır. Kalbî bir hastalık olan nifak için müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik her ikisinin de yakaladıkları şeyi ifsad etmeleridir. Maraz bedeni, nifak kalbi ifsad eder. Ayette hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi nifakın bir hastalık gibi kanlarında dolaşacak kadar etkili hale geldiğini ifade etme kastıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi,Âşûr)
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Münafıkların inananları işaret ismiyle göstermeleri, müminleri tahkir etme amaçlarına işarettir.
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
وَ , istînâfiyyedir. Cümle müstenefe, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri يغلب (galip gelirsiniz) olan cevap mahzuftur.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ şartın başına gelen rabıta harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesi mahzuftur. Mahzufla birlikte terkip şart üslubunda faideî haber inkârî kelamdır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Cevap cümlesi şart için ta’liliyye veya tefsiriyyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Keşşâf)
Çoğu yerde حَك۪يمٌ kelimesinin iki manası vardır: 1- Hükmetmek, 2- Bir işi hikmetli olarak yapmak.
Münafıklar diyor ki dinleri bunları aldattı, bunlar zayıflar. Halbuki kim Allah’a tevekkül ederse Allah yenilmezdir, her şeyi bir hikmet üzere yapar ve her şeye O hükmeder.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.