Enfâl Sûresi 60. Ayet

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ  ...

Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَعِدُّوا hazırlayın ع د د
2 لَهُمْ onlara karşı
3 مَا
4 اسْتَطَعْتُمْ gücünüz yettiği kadar ط و ع
5 مِنْ
6 قُوَّةٍ kuvvet ق و ي
7 وَمِنْ
8 رِبَاطِ ve cihad için bağlanıp beslenen ر ب ط
9 الْخَيْلِ atlar خ ي ل
10 تُرْهِبُونَ korkutursunuz ر ه ب
11 بِهِ bununla
12 عَدُوَّ düşmanını ع د و
13 اللَّهِ Allah’ın
14 وَعَدُوَّكُمْ ve sizin düşmanınızı ع د و
15 وَاخَرِينَ ve başkalarını ا خ ر
16 مِنْ
17 دُونِهِمْ onların dışında د و ن
18 لَا
19 تَعْلَمُونَهُمُ sizin bilmediğiniz ع ل م
20 اللَّهُ Allah’ın
21 يَعْلَمُهُمْ bildiği ع ل م
22 وَمَا ne ki
23 تُنْفِقُوا harcarsanız ن ف ق
24 مِنْ
25 شَيْءٍ herşeyden ش ي ا
26 فِي
27 سَبِيلِ yolunda س ب ل
28 اللَّهِ Allah
29 يُوَفَّ tam olarak ödenir و ف ي
30 إِلَيْكُمْ size
31 وَأَنْتُمْ ve siz
32 لَا
33 تُظْلَمُونَ hiç haksızlığa uğratılmazsınız ظ ل م
 

Allah’ın âdet ve kanunlarına göre zafer ve başarının şartlarını açıklayan âyetler (45-46) içinde bu âyete de işaret edilmişti. İslâm’a göre savaş gücüne sahip olmaktan, savaş için hazırlanmaktan maksat, dinleri başka da olsa fiilen savaşarak insanları öldürmek olmayıp onların maddî ve mânevî olarak kendilerine ve başkalarına zarar vermelerini engellemektir. Bu da, düşmandan daha güçlü olmakla mümkündür. Sağduyusunu yitirmemiş olan topluluklar, ortada zaruret bulunmaksızın kendilerinden daha güçlü bir topluluğa saldırmazlar. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulhu salâh” şeklinde manzumlaştırılmış bulunan bu ilke, barışın ancak, bunu isteyenlerin caydırıcı güce sahip olmaları sayesinde gerçekleşebileceğini ifade etmektedir. Âyetin bu kısmı evrensel bir gerçeği dile getirmektedir. Buradaki “Savaş atları” ve bazı sahih hadislerde (Müslim, “İmâre”, 167) teşvik edilmiş bulunan okçuluk ve atıcılık ise tarihî şartlar içinde yapılmış bir tavsiyedir, bir semboldür. Bunun günümüze yansıyan anlamı ise “en uygun, maksadı gerçekleştirmede en etkili olan silahlar ile diğer araç gereçler, askerî eğitim, savunma ve savaş stratejisi gibi savunma ve zafer için gerekli olan her türlü askerî güç ve imkânlar” demektir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 

Cilt: 2 Sayfa: 702-703

 

ربط Rabeta : رَبْطٌ kelimesinin aslı korumak ve muhafaza etmek gayesiyle atı bir yere bağlamaktır. رِبَاطٌ muhafız ve bekçilerin içinde kalması için tahsis edilen mekan olarak adlandırılmıştır. Kuran-ı Kerim’de de geçen mufâale babındaki murâbata مُرَابَطَةٌ terimi iki türlü olur: Birincisi müslümanların sınırlarında, sınır boylarında; ikincisi ise nefsin murâbatasıdır. Zira nefsin bedeni gözetlemesi bir sınır noktasına yerleşip oranın koruma ve gözetlemesi kendisine tevdî edilmiş kişinin durumuna benzer. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri râbıta, irtibat, merbut, raptiye ve (zaptu) rapttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

خيل Hayele : خَيَالٌ Asıl olarak soyut sûret anlamlarına gelir. Rüyada görülen sûretler, aynadaki şekiller, gözden kaybolan cisimlerin suretlerinin kalpte/hafızada canlanması da bu kapsamda yer alır. تَخْيِيلٌ bir şeyin hayalini zihinde canlandırmak, تَخَيُّلٌ ise bunu düşünmektedir. Bu kökten gelen خُيَلاَءُ sözcüğü insanın kendinde bir üstünlük/büyüklük olduğunu hayal ederek tekebbür edişidir. İşte Kuran-ı Kerim’de de geçmekte olan خَيْلٌ at kelimesi de bu mana düşünülerek verilmiş bir isimdir. Zira ata binen hiç kimse yoktur ki kendinde bir gurur hissetmesin. Asıl olarak hem atların hem de süvarilerin ismidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hayal, tahayyül, hayalet, muhayyile ve muhayyeldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ

 

  

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَعِدُّوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru  اَعِدُّوا  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اسْتَطَعْتُمْ  ‘dur. İrabdan mahalli yoktur.

اسْتَطَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قُوَّةٍ  car mecruru mahzuf aid zamirin haline müteallıktır.

مِنْ رِبَاطِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مِنْ قُوَّةٍ ‘e müteallıktır.  الْخَيْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun irabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُرْهِبُونَ  fiili  اَعِدُّوا ‘deki failin veya mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vâv-u haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و   gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

تُرْهِبُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِهٖ car mecruru  تُرْهِبُونَ  fiiline müteallıktır.

عَدُوَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَدُوَّكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عَدُوَّ اللّٰهِ ‘ye matuftur.  اٰخَرٖينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عَدُوَّ اللّٰهِ ‘ye matuf olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مِنْ دُونِهِمْ  car mecruru  اٰخَرٖينَ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَطَعْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.  

 

لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ 

 

  

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يَعْلَمُهُمْ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 

  وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

 

  

وَ  atıf harfidir.  مَا  iki fiili cezm eden şart ismidir.  تُنْفِقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

 تُنْفِقُوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

فٖي سَبٖيلِ  car mecruru  تُنْفِقُوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Şartın cevabı  يُوَفَّ اِلَيْكُمْ ‘dur.  يُوَفَّ  illet harfinin hazfiyle meczum, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اِلَيْكُمْ  car mecruru  یُوَفَّ  fiiline müteallıktır.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَا تُظْلَمُونَ  haber olarak mahallen merfûdur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zü’l-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vâv-u haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُظْلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

يُوَفَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

تُنْفِقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

 

وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ 

 

  

وَ , istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  اَعِدُّوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

 

Hitap, Müslümanlar grubuna ve yöneticilerine yöneliktir, çünkü gruptan maksat, milletin maslahatını gözeten vekillerdir ki işleri onlar yönetir. (Âşûr)

 

القُوَّةُ  kelimesi mecazen etki sahibi bir şeyin etki şiddeti ve tesir şiddetinin sebebi için kullanılır. قُوَّةُ الجَيْشِ  ifadesi ordunun düşman üzerindeki şiddeti, silah ve teçhizatının kuvveti demektir ki burada da bu mana kastedilmiştir. Bu ifade; iki vasıtayla mecaz-ı mürseldir. Eski çağlardaki orduların gücü olan kılıç, ok ve yay edinmek günümüz orduları için de tank, tüfek, uçak ve füze edinmektir. (Âşûr)

رِباطِ الخَيْلِ  ifadesi hususun umuma atfı kuvvetindedir. Bu hususi durumun önemi sebebiyledir. (Âşûr)

 

والرِّباطُ  mufâale sıygasındadır. Savaş için bir çok at yetiştirme manası için mübalağa maksadıyla zikredilmiştir. (Âşûr)

 

الرِّباطُ , cephe karargâhında bulunan askerler ve hayvanlar demektir. Veya rabît kelimesinin çoğuludur. Bu tıpkı, fısal kelimesinin fasîl (sütten kesilmiş yavru) lafzının çoğulu olması gibidir. Bağlanıp beslenen atların, cihat aletlerinin en kuvvetlilerinden olduğuna şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî) 

 

مِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ Cihat için bağlanıp beslenen atlar; kuvvetin kapsamına dahil olduğu halde ayrıca zikredilmesi, diğer savaş bineklerinden daha önemli olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

اَعِدُّوا  fiilinin failinden veya mef’ûlünden hal olan  تُرْهِبُونَ بِهٖ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَرٖينَ مِنْ دُونِهِمْ  cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَدُوَّ اللّٰهِ  izafeti muzâfın tahkiri içindir.

 

تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وعَدُوَّكُمْ  cümlesi, ya istînâfî beyâniyye cümlesi olarak umum şeylerin zikrinden sonra hususen ribatın zikrinden kaynaklanan bir sorunun cevabı niteliğinde gelmiştir ki kuvvet manasındadır, ya da  وأعِدُّوا  fiilinin zamirinden haldir. (Âşûr)

 

Allah'ın düşmanı ve düşmanları müşriklerdir. İzafetle marife olmaları, en kısa yol olduğu içindir. Bu izafet; onlarla savaşmayı, onları korkutmayı, Rablerinin düşmanı olduğu için onları kınamayı ifade ederken Müslümanları kendilerine düşmanlık ettiklerinde onlarla savaşmaya teşvik eder. Çünkü onlar Allah’ın, tevhidin, Resulullah'ın (sav) düşmanıdır ve bunu açıkça ortaya koymuşlardır. Müslümanların da düşmanıdırlar. Müslümanlar ise Allah'ın dininin koruyucusu, destekçileri ve dini ayakta tutanlardır. (Âşûr)

 

آخَرِينَ مِن دُونِهِمْ  ile kastedilen, Müslümanların özelde veya genel olarak tanımadıkları düşmanlardır. Ve onlar, Müslümanlara düşmanlık ve hıyanet besleyen ve bazı kabileler gibi çevrelerini saran kimselerdir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا تَعْلَمُونَهُمْ  cümlesi,  اٰخَرٖينَ  için sıfattır. 

اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, اٰخَرٖينَ ‘nin üçüncü sıfatı konumundadır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.

اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesi, bu diğerlerine yönelik tehditle tarizdir. Bu yüzden haber kinai manada gelmiştir. Yani Allah onları takip eder, eleştirir ve iyi bir şey yapmaya teşvik eder. Müslümanlara Allah'ın koruması altında oldukları nimetini hatırlatan bir tarizdir. Çünkü düşmanlarını saymış ve Müslümanları onlara karşı uyarmıştır. (Âşûr)

 

لَا تَعْلَمُونَهُمْ  ve  اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْ  cümleleri arasında mukabele vardır.

يَعْلَمُهُمْ - لَا تَعْلَمُونَهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

 

اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ  cümlesinde müsnedün ileyhin haber konumunda olan fiile takdim edilmesi manayı güçlendirmek içindir. Yani haberin doğrulanması ve tekid içindir. Kastedilen şey; anlamın lazımının doğrulanmasıdır. Anlamın aslına gelince, kimse bunu inkâr edemeyeceği için teyit edilmesine gerek yoktur. Burada takdimin ihtisas manasına hamledilmesi güzel olmaz. Burada  ويَعْلَمُهُمُ اللَّهُ  buyurulsaydı öncesindeki cümleyle birlikte  لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ و اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ ifadesinde kasr manası olurdu ama  لا تَعْلَمُونَهُمُ  cümlesiyle fasıl yapılmıştır. (Âşûr)

 

مِنْ قُوَّةٍ - مِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ  kelimeleri müsebbep alakasıyla savaşmak manasındadır. Yani mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi)

Sebebiyet alakası ile silah yerine kuvvet kelimesi kullanılmıştır. Mecaz-ı mürsel vardır.

اَعِدُّو - تُرْهِبُونَ  - لَا تَعْلَمُونَ - يَعْلَمُ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 

وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

 

  

İstînâfiyye cümlesi  وَاَعِدُّوا لَهُمْ   cümlesine matuf, şart üslubunda haberî isnaddır.

مَا  şart ismidir. تُنْفِقُوا  fiilinin mukaddem mef’ûlun bihidir.  تُنْفِقُوا şart fiilidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُوَفَّ اِلَيْكُمْ  cevap cümlesidir.  ف۪  karînesi olmadan gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

والتَّوْفِيَةُ , hakkın tam olarak ifasıdır. Allah bu infakı Allah'a borç vermek saymış ve buna bir karşılık vermiştir. Bu yüzden de mükâfatı istiare-i mekniyye yoluyla  التَّوْفِيَةُ  kelimesiyle isimlendirmiştir.  التَّوْفِيَةُ , ahiret mükâfatıyla birlikte bu dünyadaki mükâfatı da içerir. Bu mana İbn Abbas'tan nakledilmiştir. (Âşûr)

 

يُوَفَّ اِلَيْكُمْ  şeklindeki ifadede fiil kullanılmıştır. Vefalı olarak ödenecek şey Allah yolunda infakın karşılığıdır. Böylece ödenecek şeyin sevap olduğu hissettirilmiştir.  التَّوْفِيَةُ  yani karşılık, infakın miktarı kadardır. Bu manada  وفّاهُ دَيْنَهُ (Borcunu ödedi.) denir.

İsnad; ya mecaz-ı aklî, ya da hazif mecazıdır. (Âşûr)

اِلَيْكُمْ ’deki zamirden hal cümlesi olan  وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ شَيْءٍ  ibaresinde  مِنْ  harfi ba’diyet içindir.  شَيْءٍ  kelimesi de nekre gelerek, ‘Allah yolunda çok az şey bile harcasanız’, manasındadır.

فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  izafetinde  lafza-i celâle muzâf olması  سَبٖيلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَبٖيلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Allah isminin kalplerde tazim, telezzüz ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.