يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | قُلْ | söyle |
|
4 | لِمَنْ | kimselere |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | أَيْدِيكُمْ | ellerinizde |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْأَسْرَىٰ | esirler- |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | يَعْلَمِ | bilirse |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | فِي | olduğunu |
|
13 | قُلُوبِكُمْ | sizin kalblerinizde |
|
14 | خَيْرًا | bir hayır |
|
15 | يُؤْتِكُمْ | size verir |
|
16 | خَيْرًا | daha hayırlısını |
|
17 | مِمَّا | (fidye)den |
|
18 | أُخِذَ | alınan |
|
19 | مِنْكُمْ | sizden |
|
20 | وَيَغْفِرْ | ve bağışlar |
|
21 | لَكُمْ | sizi |
|
22 | وَاللَّهُ | Allah |
|
23 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
24 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
Peygamberimizin amcası Abbas gibi bir kısım esirler gizlice müslüman olmuşlardı, bir kısmının İslâm’a meyli vardı. Bazıları savaşa razı değildi, ar veya zor belâsı gelmişlerdi, bazıları da amansız İslâm düşmanıydılar, söz verseler bile buna sadık kalmayacak, ilk fırsatta yine müslümanlara karşı hareket edeceklerdi. Bağlı olarak Medine’ye getirilen, içlerinde Hz. Peygamber’in, sabaha kadar iniltisini duyduğu için uyuyamadığı amcasının da bulunduğu esirler perişandı. İç dünyaları bakımından hepsi aynı muameleyi hak etmiyordu; dışa vuran halleri, savaşçı konumları bakımındansa hepsine eşit davranmak gerekiyordu. Fidye karşılığı salınmalarına karar verilince Resûlullah, amcası Abbas’a kendisinin ve bazı yakınlarının fidyelerini vermesini teklif etti. Amcası bu kadar meblağa gücünün yetmeyeceğini, verirse yoksul, dilenci durumuna düşeceğini ileri sürünce ona yakında başka servetlere kavuşacağı müjdesini verdi ve âyetin “sizden alınandan daha iyisini size verir ve sizi bağışlar” şeklinde çevrilen kısmını okudu. Hz. Abbas müslüman olduktan sonra bu olaya atıf yaparak “Allah bana maddî olarak, ödediğim fidyeden daha fazlasını lutfetti; ikinci vaadi günahlarımı bağışlamaktı, onu da umuyorum” demiştir (İbn Kesîr, IV, 35-36; Zemahşerî, II, 186). Bu yoruma göre Allah’ın vereceği daha hayırlı karşılık mal ve bağışlama olmaktadır. Bu karşılığı iman olarak anlayan müfessirler de vardır. Gizli iman taşıyanlar bakımından Allah’ın vereceğini, dünyada mal, âhirette oraya uygun ödül olarak anlamak da mümkündür.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 710
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedel veya sıfattır.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ ‘dur.
قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte قُلْ fiiline müteallıktır.
ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ car mecruru قُلْ fiiline müteallıktır. اَيْد۪يكُمْ kelimesi ی üzere mukadder damme ile merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْاَسْرٰٓى car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf haline müteallıktır. الْاَسْرٰٓى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ‘dur. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. يَعْلَمِ şart fiili olup meczum muzari fiildir.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
ف۪ي قُلُوبِكُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَيْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı يُؤْتِكُمْ خَيْراً ‘dir. يُؤْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
خَيْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte ism-i tafdil olan خَيْراً ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُخِذَ مِنْكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُخِذَ fetha üzere mebni, meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْكُمْ car mecruru اُخِذَ fiiline müteallıktır.
يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
يَغْفِرْ لَكُمْ atıf harfi وَ ’la يُؤْتِكُمْ fiiline matuftur. يَغْفِرْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
لَكُمْ car mecruru يَغْفِرْ fiiline müteallıktır.
خَيْراً kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. ’En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. غَفُورٌ haber olup lafzen merfûdur. رَح۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. ‘Son derece affeden ve son derece merhamet eden’, demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
Müfessirler bu ayetin, sadece Hazret-i Abbas hakkında mı, yoksa bütün (Bedir) esirleri hakkında mı olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazıları, bunun sadece Abbas (ra) hakkında nazil olduğunu söylerken, diğer bazıları bunun, bütün esirler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.
Bu ikinci görüş daha makbuldür. Çünkü ayetin zahiri, şu altı sebepten dolayı, umumi olmasını gerektirir:
1) Ayetteki, اَيْد۪يكُمْ [ellerinizdeki] kelimesi;
2) الْاَسْرٰٓى [Esirlere] kelimesi;
3) قُلُوبِكُمْ [Kalpleriniz] lafzı
4) يُؤْتِكُمْ خَيْراً [Size daha hayırlısını verir…] ifadesi;
5) اُخِذَ مِنْكُمْ [Sizden alınanlardan ] tabiri;
6) يَغْفِرْ لَكُمْ [Sizi bağışlar] ifadesi... Bu altı ifade, ayetin umumi olduğuna delalet ederken, ayetin hususu olmasını gerektiren şey nedir? Bu konuda söylenecek son söz şudur: Ayetin nüzul sebebi, Hazret-i Abbas hadisesi olsa bile sebebin hususiliğine bakılmaz, aksine lafzın umumiliği nazar-ı itibara alınır. (Fahreddin er-Râzî)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla, konunun önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ , şart üslubunda haberî isnaddır. يَعْلَمِ şart fiili müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak ve emre teşvik içindir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin fikirlerindeki hayrı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
ف۪ karînesi olmadan gelen, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … يُؤْتِكُمْ خَيْراً cümlesi, şartın cevabıdır.
خَيْراً ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder.
Ayette iki farklı anlamdaki خَيْراً kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl خَيْراً , مَّٓا ‘a müteallıktır. Sılası اُخِذَ مِنْكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَ ’la sıla cümlesine atfedilen وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يُؤْتِكُمْ - اُخِذَ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
Ayetteki şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.
Müzâvece : Zevc kelimesi eş, tezevvüc ise evlenmek demektir. Istılah olarak da seci, vezin veya bir konuda birbirine benzeyen lafızların kelamda yer almasıdır. Bir diğer tarifi de “Şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi” dir. Müzâvece sadece cezada vuku bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî' İlmi)
63, 64 ve 70. ayet arasında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Allah Teâlâ'nın, اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً [Eğer Allah kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse, şöyle şöyle yapar.] şeklindeki buyruğu, bir şart-ceza cümlesidir. (Burada) şart bu bilmenin meydana gelmesidir. Halbuki şart ve cezanın (yani onun neticesi) gelecekle ilgilidir ki bu da Allah'ın ilminin hâdis (sonradan) olmasını gerektirir, "
Buna şöyle cevap verilir: "Ayetin lafzının zahiri her ne kadar Hişâm'ın ileri sürdüğü şeyi iktiza ediyorsa da deliller Allah'ın ilminin muhdes (sonradan meydana gelen) bir ilim olmasının imkânsız olduğuna delalet ettiği için şöyle denilmesi gerekir: Allah Teâlâ, ilmin mevcut olması, malumun (yani bilinen şeyin) mevcut olmasına delalet edeceği için ayette ilmi zikretmiş ve bununla malumu (bilinen şeyi) murad etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
وَ atıf harfidir. Cümle nidanın cevabına matuftur. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz ve teberrük içindir.
Allah'ın غَفُورٌ ve رَح۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
غَفُورٌ - رَح۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
يَغْفِرْ - غَفُورٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle mağfiret vadeder.
Cenab-ı Allah وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ [Allah Gafûr ve Rahîmdir] buyurmuştur.
Bu daha önce geçen يَغْفِرْ لَكُمْ [Ve sizi bağışlar.] ifadesini tekid etmektedir. Buna göre mana, "Allah Gafûr ve Rahîm iken, nasıl mağfiret vaadini tutmaz " şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)