وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve onlar ki |
|
2 | امَنُوا | inandılar |
|
3 | مِنْ | -dan |
|
4 | بَعْدُ | sonra- |
|
5 | وَهَاجَرُوا | ve hicret ettiler |
|
6 | وَجَاهَدُوا | ve savaştılar |
|
7 | مَعَكُمْ | sizinle beraber |
|
8 | فَأُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
9 | مِنْكُمْ | sizdendir |
|
10 | وَأُولُو | ve sahipleri |
|
11 | الْأَرْحَامِ | rahim (akrabalar) |
|
12 | بَعْضُهُمْ | birbirlerine |
|
13 | أَوْلَىٰ | daha yakındırlar |
|
14 | بِبَعْضٍ | birbirlerine |
|
15 | فِي | göre |
|
16 | كِتَابِ | Kitabına |
|
17 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
18 | إِنَّ | şüphesiz |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | بِكُلِّ | her |
|
21 | شَيْءٍ | şeyi |
|
22 | عَلِيمٌ | bilir |
|
İman zihinde ve kalpte olan psikolojik bir durum olduğu için dışa vuran işaretleri, delil ve belirtileri olmadan bir kimsede var olup olmadığı bilinemez. İnsanların inanmadıkları halde inanıyormuş gibi görünmeleri mümkündür. Ancak öyle belirti ve deliller vardır ki, bunların bulunması halinde imanın gerçek olduğuna hükmedilir. İnancına göre yaşayabilmek için yurdunu yuvasını bırakıp bir başka ülkeye göç etmek, orada müslümanların safına katılarak düşmanla savaşmak, muhacirlere kucak açarak her şeylerini onlarla paylaşmak samimi imanın dışa vuran güçlü belirtileridir; bunlar bir kimsede görüldüğünde onun mümin olduğuna hükmeden kişi, objektif delillere dayanmış olmaktadır. Âyette geçen “gerçek” niteliği, diğerlerinin, meselâ hicret etmeyenlerin imanlarının asılsız veya geçersiz olduğunu değil, objektif delillerle sabit olmadığını, başka bir deyişle gerçekte var olsa bile, başkalarına göre varlığının sabit olmadığını veya şüpheli bulunduğunu ifade etmektedir. Arkadan gelen âyet ise bu eksiğin nasıl giderilebileceğinin yolunu göstermektedir. Gizli iman da Allah ile kul arasında muteber olmakla beraber müminlerin kuracakları ilişki bakımından bunun söz veya fiil ile açıklanması gerekmektedir. İmanını objektif delillerle ortaya koyan herkese mümin muamelesi yapılır, şartlarını yerine getiren herkes velâyet hakkından istifade eder ve böyle kimseler bütün müminlerin kardeşidir.
Son âyetin son cümlesi, genel olan iman bağına ek olarak, bulunması halinde kandan ve doğumdan yakınlığın, akrabalığın ayrı bir yeri ve değeri bulunduğunu, bu ilişkinin hukukî sonuçlarının da bulunabileceğini ifade etmektedir. Bütün fakih ve müfessirler, akrabadan olan müminlerin ilgi, yardım ve dayanışmada önceliği bulunduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Bu yakınlığın miras hukukuna etkisi konusunda ise görüş ayrılığı vardır. “Mirasla alâkası yoktur; buradaki velâyet önceliği, genel yardımlaşma ve dayanışma ile ilgilidir” diyenlere karşı, içlerinde Ebû Hanîfe’nin de bulunduğu bir gruba göre bu cümle miras hukukunda da önceliği ifade etmektedir, miras âyetlerine yeni bir kayıt getirmekte, hicretin ilk yıllarında uygulanan “muhacir-ensar kardeşlemesine” dayalı miras hakkını kaldırmaktadır. Bu anlayış ve yoruma dayalı olarak Ebû Hanîfe’nin dahil bulunduğu birçok müctehide göre “zevi’l-erhâm” diye bilinen, kızın ve kız kardeşin çocukları, dayı, teyze gibi “kızdan ve anadan olma yakın akraba”, asabe ve belli pay sahibi vârisler (eshâbü’lferâiz) bulunmadığında vâris olurlar (bk. Cessâs, III, 76). Bu hüküm, miras hukuku bakımından akraba olan müminlere, diğerlerine nisbetle bir öncelik bahşedildiğini göstermekte, açıklamakta olduğumuz âyetin de bir uygulamasını teşkil etmektedir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 714-715
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدُ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubturlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazfedilince damme üzere mebni olurlar.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَاجَرُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا fiili atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur. جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَعَ mekân zarfı, جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti, mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
هَاجَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُو۬لُوا mübteda olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْاَرْحَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَعْضُهُمْ اَوْلٰى cümlesi اُو۬لُوا ‘nun haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلٰى haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
بِبَعْضٍ car mecruru اَوْلٰى ‘ya müteallıktır.
ف۪ي كِتَابِ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri; هذا الحكم المذكور موجود في كتاب الله (Bu hüküm Allah’ın kitabında mevcuttur.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ’e müteallıktır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ ise اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ
Bu ayette hitabın değiştirilerek onlara tevcih edilmesi onların şerefini ve yüksek mevkilerini açıkça göstermektedir. (Ebüssuûd)
Ayet 73. Ayetteki وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا cümlesine matuftur. Haberin başındaki zaid فَ sebebiyle faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devam ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir.
Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Aynı üslupla gelen وَهَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ cümleleri mevsûlün sılasına matuftur.
فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ cümlesi الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak merfû mahaldedir. Cümleye dahil olan فَ zaiddir. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcaz-ı hazif sanatı vardır. مِنْكُمْۜ mahzuf habere müteallıktır.
مِنْكُمْۜ sözündeki مِنْ harf-i ceri teb’iz manasındadır. مِنْ ile gelen mecrur zamir, muhacir topluluğa ait kabul edilir. (Âşûr)
Alimler, Hak Teâlâ'nın مِنْ بَعْدُ ifadesiyle neyin murad edildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Vahidî, İbn Abbas'ın bu ifadeye, "Hudeybiye'den sonra..." manasını verdiğini nakletmiştir ki bu da ikinci hicrettir. Bu ifadeye, "Bu ayet indikten sonra.." ve, "Bedir Gününden sonra..." manaları da verilmiştir ki en doğru olan, bundan muradın, birinci hicretten sonra hicret eden kimseler olmasıdır. (Fahreddin er-Razî)
Hak Teâlâ'nın فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْ [onlar da sizdendir.] ifadesi, bu kimselerin derecesinin, önceden hicret eden ilk muhacirlerin derecesinden düşük olduğuna delalet eder. Çünkü, Allah Teâlâ bunları onlara katmış ve onları şereflendirme sadedinde, bu ikincileri birincilerden saymıştır. Şayet, birinci kısmı teşkil edenlerin dereceleri daha üstün olmasaydı, böyle bir mana doğru olmazdı. Allah Teâlâ'nın bu ayetlerde zikretmiş olduğu dört kısmın izahı bundan ibarettir.
وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ
وَ ’la gelen cümle önceki istînâfa yani 73. ayete matuftur.
Sübut ve devam ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifade kastına matuftur. بَعْضُهُمْ ikinci mübteda, اَوْلٰى haberdir.
ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ , takdiri هذا olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Bu hazifler îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, isnadın Allah Teâlâ’ya olması karînesiyle hasr ifade eder. Yani O, her şeyi bilir, bilmediği hiçbir şey yoktur. Mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ maksûrun aleyh, عَل۪يمٌ۟ ise maksûrdur.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَل۪يمٌ ismi nekre gelerek bu ilmin tarifsiz olduğuna dikkat çekilmiştir.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ile önceki ayet gibi başlamıştır. Reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Surenin son ayetleri hüsn-i intehâ sanatının güzel örnekleridir.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi )
Surenin çoğunluktaki fasılaları olan ي - نَ , و- نَ , ي - مَ harflerinde lüzum mâ la yelzem sanatı vardır. Bu harflerle oluşan ahenk, muhatabın sanat zevkine hitap etmektedir.