يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | قَاتِلُوا | savaşın |
|
5 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
6 | يَلُونَكُمْ | yakınınızda bulunan |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْكُفَّارِ | kafirler- |
|
9 | وَلْيَجِدُوا | ve bulsunlar |
|
10 | فِيكُمْ | sizde |
|
11 | غِلْظَةً | bir katılık |
|
12 | وَاعْلَمُوا | ve bilin ki |
|
13 | أَنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | مَعَ | beraberdir |
|
16 | الْمُتَّقِينَ | korunanlarla |
|
Vedâ haccı öncesinde bütün Arap beldeleri İslâm’ı kabul etmişti; İslâm coğrafyasına en yakın düşman toprakları hıristiyan Araplar’ın oturduğu, Bizans hâkimiyetindeki Suriye bölgesiydi. Buraya yapılan Tebük Seferi’nde savaş cereyan etmemiş, Mûte Savaşı için bir misilleme yapılmamıştı. Dolayısıyla bu bölge, müslümanların varlıklarını koruyabilmeleri ve İslâm’ın başka yerlerdeki insanlara tebliği açısından oldukça stratejik bir önem taşıyordu. Âyetin tarihî şartlar ışığında yorumlanması halinde, bunu o dönemde müslümanların yakın çevrelerini güvence altına alacak bir fetih hareketini sürdürmeleri yönünde bir buyruk olarak anlamak uygun olur. Nitekim Hz. Peygamber vefatından kısa bir süre önce, Mûte Savaşı’na sebebiyet veren Kudüs-Şam arasındaki hıristiyan Araplar’a karşı bir ordu sevketmeye karar vermiş ve Üsâme b. Zeyd’i bu orduya kumandan tayin etmişti.
Öte yandan âyetin bütün zamanlar için geçerli olmak üzere müslümanlara yönelttiği buyruk, kendi varlıklarını tehdit eden düşmanlarla savaşmaları ve bu konuda özgüven duygularını daima koruduklarını gösteren bir azim ve kararlılık içinde olmalarıdır. Âyetin “yakınınızda bulunan” diye çevrilen kısmından hareketle düşmanlara karşı savaşma yükümlülüğünde mekân faktörünü öne çıkaran yorumlar yapılmışsa da, düşmanın coğrafî faktör yanında başka yönlerden de yakın tehdit haline gelip gelmemiş olduğunun ölçü alınması gerektiği açıktır. Bu buyruğa Kur’an’ın bütünlüğü içinde bakıldığında, burada müslümanların yakın çevrelerindeki gayri müslimlerle hep savaş içinde olmaları gerektiği gibi bir mânanın bulunmadığı, sadece düşmanlık edenlere karşı ortaya konacak tavırdan söz edildiği kolayca anlaşılır. Bu arada dikkat edilmesi gereken diğer bir husus, âyette ortaya konması istenen sertlik ve güç, savaş şartlarının câri olduğu durumlarda tâvizsiz ve kararlı davranma anlamındadır; normal şartlarda yürütülen insan ilişkilerinde, meselâ turizm ve ticaret gibi alanlarda müslüman olmayanlara karşı bu buyruğun işletilmesi düşünülemez (Râzî, XVI, 230).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 75-76
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الَّذٖينَ münadadan sıfat veya bedeldir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Nidanın cevabı قَاتِلُوا الَّذٖينَ ’dır. قَاتِلُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَلُونَكُمْ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْكُفَّارِ car mecruru يَلُونَكُمْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
لْ emir lam’ıdır. يَجِدُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فٖيكُمْ car mecruru يَجِدُوا fiiline müteallıktır. غِلْظَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَاتِلُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
وَ atıf harfidir. اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mâmulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. مَعَ mekân zarfı, اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْمُتَّقٖينَ kelimesi مَعَ ’nın muzâfun ileyhi olduğundan mecrurdur. الْمُتَّقٖينَ ’nin cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّقٖينَ sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi onları tazim ve sonraki konuya dikkat çekmek içindir. Sılası اٰمَنُوا, mazi fiil sıygasında haberî isnaddır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra اَيُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lâmlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)
Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Ey iman edenler] sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah'ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.
Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)
يَٓا nida harfi uzağa seslenmek için kullanılır. Allah Teâlâ kullarına şah damarından da yakın olduğu halde iman edenlere “ya” nida harfiyle hitap etmiştir. Maksat, muhatabın dikkatini çekerek gelecek olan emir veya nehye odaklanmasını sağlamaktır. Yakın birine bu nida harfiyle seslenmek söylenen şeyi ciddi şekilde tekid eder.
”Yakınınızdaki kâfirlerden” maksat Medine’nin çevresindeki Kurayza, Nadir ve Hayber Yahudileridir. Veya bunlar Rumlardır, çünkü onlar Şam’da otururlardı, orası da Medine’ye yakındı. (Beyzâvî)
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Nidanın cevabı …قَاتِلُوا cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَاتِلُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası يَلُونَكُمْ مِنَ الْكُفَّارِ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûlün ism-i mevsûlle gelmesi sonraki habere dikkat çekmek ve bu kişileri tahkir içindir.
Farklı grupları bildiren iki mevsûl arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
“Sen kendi yakın akrabanı uyar!” (Şuara Suresi, 214) emri ile Resulullah'a evvela en yakın aşiretinin inzar edilip uyarılması emredilmiş olduğu gibi müminler de her şeyden önce en yakın düşmanlara karşı savaşmak ve vuruşmakla emrolunmuşlardır. Zira yakın olanlar sevgi ve kurtarılmaya daha layıktırlar. Zarar da yakından gelir. En yakın tehlike demek olan yakın düşmanları bırakıp da uzaktaki, isteseler de Müslümanlara fazla bir zarar veremeyecek durumdaki düşmanlarla uğraşmak savaşın hikmetine aykırı bir tutumdur. (Elmalılı)
Emir lamının dahil olduğu وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ cümlesi nidanın cevabına matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
وَلْيَجِدُوا ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ ifadesinde istiare vardır. Zarar verici davranmak anlamında kullanılmıştır. İnsanların karakterindeki eğilmezlik ve kararlılık maddi bir şeyin sertliğine benzetilmiştir. Müşebbeh ve teşbih edatı hazfedilmiş, müşebbehün bih olan ف۪يكُمْ غِلْظَةًۜ , zikredilmiştir.
الغِلْظَةُ sertlik ve hissilikte ziyadeliktir. Burada واغْلُظْ عَلَيْهِمْ ayetindeki gibi zararlı bir davranış için müstear olarak kullanılmıştır. Keşşafta ise: işte bu, savaşmada ve esir almada çarpışma ve sertliğe yönelik cesaret ve sabrı cem eden bir haldir, denmiştir.(Âşûr)
الْكُفَّارِ- اٰمَنُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ
Hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ‘nin isminin lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma kastıyladır. Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede اَنَّ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. مَعَ الْمُتَّق۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.
الْمُتَّق۪ينَ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
”Allah’ın (cc) müttakilerle beraber olması” onları koruması ve yardım etmesidir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ebüssuûd bunun daimi velayet olduğunu söylemiştir.
Bu takva sahiplerinden murat:
- Ya muhataplardır; buna göre zamir makamında zahir ismin kullanılması (takva sahipleri yerine onlar denmemesi), iman ile savaşmanın takva babından olduğunu sarahatle belirtmek ve onların da takva sahipleri zümresine dahil olduklarına şehadet etmek içindir;
- Ya da takva sahiplerinden murad, bütün takva sahipleridir ve muhataplar da önceki de onlara dahildir.
Allah'ın takva sahipleriyle beraber olmasından murad, daimi velayettir. (Ebüssuûd)