Tevbe Sûresi 128. Ayet

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  ...

Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 جَاءَكُمْ size gelmiştir ج ي ا
3 رَسُولٌ bir Elçi ر س ل
4 مِنْ
5 أَنْفُسِكُمْ içinizden ن ف س
6 عَزِيزٌ ağır gelen ع ز ز
7 عَلَيْهِ ona
8 مَا
9 عَنِتُّمْ sıkıntıya uğramanız ع ن ت
10 حَرِيصٌ düşkün ح ر ص
11 عَلَيْكُمْ size
12 بِالْمُؤْمِنِينَ mü’minlere ا م ن
13 رَءُوفٌ şefkatli ر ا ف
14 رَحِيمٌ merhametlidir ر ح م
 

Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-ı Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurlandırmıştır. Başka bir âyette “bütün varlıklar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/107) Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı tutumuna ve hissiyatına ağırlık verilen 128. âyette o, Allah Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. İşte 129. âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allah’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakkında bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakkında bk. Âl-i İmrân 3/159).

 Sûre Allah ve resulünden bir bildirimle başladığı gibi, yine Cenâb-ı Hakk’ın resulü vasıtasıyla insanlığa yaptığı genel bir uyarı ile, büyük arşın sahibinin yegâne ilâh olan Allah olduğu vurgulanarak sona ermektedir (“arş” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 78

 

Riyazus Salihin, 644 Nolu Hadis
Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:

“Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim. Cebrâil bana seslenerek:

Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.
Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:

Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:

Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.”
(Buhârî, Bed’ü’l-halk 7; Müslim, Cihâd 111)

 

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

لَ  mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَسُولٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَزٖيزٌ  kelimesi  رَسُولٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

عَلَيْهِ  car mecruru  عَزٖيزٌ ’e müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel , sıfat-ı müşebbehe olan  عَزٖيزٌ ’nun faili olarak mahallen merfûdur.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder.

Sıfat-ı müşebbehenin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.

Bu amel şartlarından birini taşıyan sıfat-ı müşebbehe sadece fail alır. İsm-i fail mef’ûlüne muzâf olur. Sıfat-ı müşebbehe ise failine muzâf olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَنِتُّمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُّمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

حَرٖيصٌ  kelimesi  رَسُولٌ ’un ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  حَرٖيصٌ ’e müteallıktır.

حَرٖيصٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْمُؤْمِنٖينَ  car mecruru   رَؤُ۫فٌ ’e müteallıktır.  الْمُؤْمِنٖينَ ’nin cer alameti  ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle irablanırlar.

الْمُؤْمِنٖينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌ  kelimeleri  رَسُولٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

رَؤُ۫فٌ -  رَحٖيمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ

 

 

Ayet mahzuf kasemin cevap cümlesidir. Mahzuf kasemle birlikte istînâfiyye olan terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Muksemun bih, kasem harfi ve kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Kasemin cevabının başına gelen lam ve tahkik harfiyle tekid edilmiş cevap cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

رَسُولٌ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  عَنِتُّمْ  cümlesi, عَز۪يزٌۘ ’un faili konumundadır. عَز۪يزٌۘ ’un sıfat-ı müşebbehe kalıbında olması, fail almasını mümkün kılmıştır.

عَز۪يزٌۘ; “galip ve çetin olan” demektir. Bunun masdarı olan “izzet” de galip olmak ve şiddetli (çetin) olmak manasınadır. Binaenaleyh insanın başına bir sıkıntı geldiğinde, kendisinin onu savuşturmaktan aciz olduğunu anlar. Çünkü eğer kendisi onu def etmeye kadir olsaydı, bunu yapmakta kusur etmezdi. Onu başından def edemediğine göre kendisinin onu def etmekten aciz olduğunu ve onun kendisine galip geldiğini anlar. İşte bundan dolayı insana bir şey zor geldiğinde, “Bu bana galip geldi.” der.  عَنِتُّمْ  Anet kelimesine gelince bir kimse, içinden çıkamayacağı bir darlığa ve sıkıntıya düştüğünde kullanılır. Hak Teâlâ'nın Nisa Suresi, 25 ve Bakara suresi, 220 ayetlerinde de bu mana vardır. (Fahreddin er-Râzî)

عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri  رَسُولٌ  için sıfattır. Sıfatların hepsi, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında muvazene vardır.

جَٓاءَكُمْ  [size geldi] fiili mecazî anlamda kullanılmıştır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

Rahmet ve re’fet sıfatının tevcihinde müminlere ihtimam için car-mecrur  بِالْمُؤْمِن۪ينَ , amili olan   رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ ’e takdim edilmiştir. (Âşûr)

Burada hasr vardır. Bu, “Peygamberin sadece müminler için acıması ve merhameti olduğunu, kâfirlere gelince onlara karşı bir şefkat ve merhameti söz konusu olmadığını” bildirir. Bu, bu surede yer alan “katılık ve sertlik” miktarının bir tamamlayıcısı gibidir. Buna göre o sanki, “Ben, bu surede çetinlikte ve katılıkta ileri gittiysem de ancak ne var ki bu katılığım kâfir ve münafıklara karşıdır. Rahmet ve acımam ise sadece müminlere mahsustur.” demiştir. İşte bu incelikten dolayı bu tertip gözetilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada Resulullah'a (sav) Allah'ın güzel isimlerinden Raûf ve Rahîm isimleri verilmiştir. Hasen İbn Fadl demiştir ki Allah Teâlâ, hiçbir peygambere, güzel isimlerinden iki isim birden vermedi, ancak bizim peygamberimiz hakkında Raûf ve Rahîm buyurdu. Kendi zat-ı sübhanisi hakkında da “Muhakkak ki Allah insanlara Raûf ve Rahîmdir.” (Bakara Suresi 143; Hac Suresi, 65) buyurdu. Gerçekten de Resulüne bu isimleri vermesi ve O’nu böyle vasıflandırması, O’nun hakkında büyük ikram ve tekrim demektir. (Elmalılı)

Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette muhatap zamirine iltifat edilmiştir.

Cenab-ı Allah bununla, “O da sizin gibi bir insandır.” manasını kastetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette,  رَؤُ۫فٌ  [çok şefkatli] lafzının,  رَح۪يمٌ  [çok merhametli] lafzından önce yer almasının kelamı güzelleştirdiğine inanan Beyzâvî şunları kaydeder: “Merhametin daha şiddetlisi ve daha beliği olan  رَؤُ۫فٌ ’un  رَح۪يمٌ ’den önce zikredilmesi ayet sonlarının fasılası içindir.” (Beyzâvî, III, 181)

نْفُسِ  kelimesinde istiare vardır. Allahu alem, buradaki  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  [kendi cinsinizden, kendi halkınızdan] demektedir ki “Bu suretle, kendisine daha çok ısınır, tebliğini kabule daha yakın olursunuz.” anlamını içerir. Yine  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  ifadesinin, “sizin kabileniz ve aşiretinizden” demek olması muhtemeldir. 

Yine burada  رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ  ile kastedilenin, “kardeşlerinizden ve saygınlarınızdan” demek olması caiz olabilir. (Bu), birisinin sevdiği ve kalben yakın bulduğu kimse için  انت من نفسي وانت من قلبي “Sen benim canımdan ve kalbimden bir parçasın.” demesi gibidir. Yüce Allah’ın, ayetin devamı olan  عَز۪يزٌۘ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَر۪يصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ  [Sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir. O size çok düşkündür, müminlere karşı çok merhametlidir.] sözü de bu tevili teyit etmektedir. Yani “Muhalefet edip uhrevi sevaptan mahrum kalmak ve azaba müstahak olmak suretiyle sıkıntıya düşmeniz size olan muhabbet ve meylinden dolayı O’na çok ağır gelir, size karşı çok merhametli ve pek şefkatli olduğundan sizin imanınıza çok düşkündür.” demektir. (Şerîf er-Radî)

عَنِتّ  kırıldıktan sonra kaynayan kemiğin tekrar kırılması demektir. Belki de bu daha acı vericidir. Korku, helak, sıkıntı manalarında kullanılır.

عَز۪يزٌۘ - حَر۪يصٌ ve  رَؤُ۫فٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayet surenin bitişine işaret sadedinde, berâat-i intehâ ayeti sayılabilir.

Allah Teâlâ bu surede, peygamberine çeşitli muvaffakiyet ve keremini nasip ettiği kimseler hariç, tahammülü güç, çetin ve zor mükellefiyetleri insanlara tebliğ etmesini emredince o mükellefiyetleri sırtlanmayı kolaylaştıracak hususları belirterek sureyi sona erdirmiştir. O hususlar da şunlardır: “Bu peygamber (sav) siz (insanlar)dandır. Binaenaleyh onun için dünyada meydana gelecek olan her türlü izzet ve şeref sizedir. Hem sonra o, sizin zarara uğramanız, kendisine çok güç gelen, dünya ve ahiret hayırlarını size ulaştırmada son derece istekli olan bir kimsedir. Bundan dolayı da sizin için tıpkı şefkatli bir doktor ve merhametli bir baba gibidir. Şefkatli olan doktor, çoğu zaman dayanılması güç, çetin ilaçlara yönelir. Merhametli baba da çoğu kez insana zor ve ağır gelen eğitme usullerine başvurur. Fakat insan, doktorun bilgili, sahasının ehli ve babasının da müşfik olduğunu bilince o acı ilaçlara tahammül eder ve o güç terbiye usulleri de bir lütuf ve ihsan yerini tutar. İşte burada da böyledir. Siz onun Allah katından gönderilmiş hak peygamber olduğunu anladığınıza göre her türlü hayrı elde etmek için onun bu zor tekliflerini kabul ediniz.” (Fahreddin er-Râzî)