Tevbe Sûresi 129. Ayet

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ  ...

Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 تَوَلَّوْا yüz çevirirlerse و ل ي
3 فَقُلْ de ki ق و ل
4 حَسْبِيَ bana yeter ح س ب
5 اللَّهُ Allah
6 لَا yoktur
7 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
8 إِلَّا başka
9 هُوَ O’ndan
10 عَلَيْهِ O’na
11 تَوَكَّلْتُ dayandım و ك ل
12 وَهُوَ ve O
13 رَبُّ rabbidir ر ب ب
14 الْعَرْشِ Arş’ın ع ر ش
15 الْعَظِيمِ büyük ع ظ م
 

Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-ı Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurlandırmıştır. Başka bir âyette “bütün varlıklar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/107) Resûl-i Ekrem’in müminlere karşı tutumuna ve hissiyatına ağırlık verilen 128. âyette o, Allah Teâlâ’nın iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmiştir; raûf “çok şefkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’ın hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmamış olduğu dikkate alınırsa onun rabbimizin katındaki derecesi ve bütün bu açıklamalara rağmen ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda oldukları daha iyi anlaşılır. İşte 129. âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahtsızların tutumlarından üzüntü duymaması, sadece Allah’a güvenip dayandığını hatırlaması ve onlara da bunu duyurması istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakkında bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakkında bk. Âl-i İmrân 3/159).

 Sûre Allah ve resulünden bir bildirimle başladığı gibi, yine Cenâb-ı Hakk’ın resulü vasıtasıyla insanlığa yaptığı genel bir uyarı ile, büyük arşın sahibinin yegâne ilâh olan Allah olduğu vurgulanarak sona ermektedir (“arş” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 78

 
عرش Araşe: عَرْشٌ kelimesinin kök anlamı tavanı veya damı olan şeydir. Çoğulu عُرُوشٌ formunda gelir. عَرَشَ fiili çatı benzeri bir şey yaptı demektir. Yüksekliği göz önünde bulundurularak sultanın oturduğu tahta da arş ismi verilmiştir. Yine arş sözcüğü (عَرْشٌ) kinayeli olarak güç, kudret, hükümdarlık, devlet ve hakimiyet anlamında kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 33 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli arştır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَوَلَّوْا  şart fiili,  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  حَسْبِيَ اللّٰهُۘ ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

حَسْبِيَ  mübteda olup  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi mübteda ve haberin hali olarak mahallen mansubdur. 

لَٓا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

 

عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْتُ  fiiline müteallıktır.  تَوَكَّلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

رَبُّ   haber olup lafzen merfûdur.  الْعَرْشِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْعَظٖيمِ  kelimesi  الْعَرْشِ ’ın sıfatıdır.

تَوَكَّلْتُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

Ayet önceki ayetteki mukadder kasem cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

Önceki ayetteki cemi muhatap zamirinden, müfred muhatap zamirine iltifat edilmiştir. 

تَوَلَّوْ  fiili burada inat ve büyüklenme anlamında müstear olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelmiş تَوَلَّوْ  cümlesi şarttır.  فَ  karînesiyle gelen  فَقُلْ حَسْبِيَ اللّٰهُۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  حَسْبِيَ اللّٰهُۘ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Lafza-i celâlden hal olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

لَاۤ ,هُوَ  ve ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  هُوَ  ile  إِلَـٰهَ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasırdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

اللّٰهُۘ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ 

 

Mekulü’l-kavli tekid hükmünde olan bir istînâfiyyedir veya itiraziyyedir. Fasılla gelmiş cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede car mecrur, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Ayetteki “Ben ancak O'na güvenip dayandım.” cümlesi hasr ifade etmekte olup, “Ben ancak ve ancak O'na güvenirim; O, büyük arşın Rabbidir.” anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)


 وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ

 

Hal cümlesine  وَ ’la atfedilen son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde müsnedin izafetle marife olması kasr ifade etmiştir.

الْعَرْشِ ,الْعَظ۪يمِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Burada, özellikle arşın zikredilmiş olmasının sebebi şudur: Eserler ne kadar büyük ve ne kadar iyi, güzel olursa o zaman müessirin, bunları var edenin akıl ve kalplerdeki celâlinin ve ululuğunun zuhur etmesi de o nispette büyük ve azametli olur. Cisimlerin en büyüğü arş olunca özellikle onun zikredilmesinden maksat, Allah Subhanehu ve Teâlâ'nın celâlini tazim etmek olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette Rabb ve Allah isimleri birlikte zikredilerek Allah’ın, hem ulûhiyet hem rububiyet sıfatlarına vurgu yapılmıştır.

اللّٰهُۘ - اِلٰهَ - رَبُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hasan el-Basrî şöyle demektedir: “Bu iki ayet (Tevbe Suresi, 128-129) Allah Teâlâ’nın en son indirdiği ayetlerdir ki bundan sonra Kur’an indirilmemiştir.” Ubeyy ibn Ka’b da şöyle demiştir: “Zaman bakımından Allah’ın en son indirdiği Kur’an ayeti bu iki ayettir.” Bu, aynı zamanda Said İbni Cübeyr’in de görüşüdür.

Sure Allah Teâlâ’dan bir bildiri ile başlayıp bir bildiri ile bitmiştir.

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet,  sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi beliğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin fasılalarındaki  لْ - نَ  - بِ - رَ - مِ  harflerinde, lüzum mâ la yelzem sanatı vardır.

Burada Peygamberi (sav) teselli için hitap ona tevcih edilmiştir. Şöyle ki:

Ey Resulüm! Eğer onlar sana iman etmekten yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter.” (Çünkü O, gerçekten sana kâfidir ve seni onlara karşı muzaffer kılacaktır.)

Ben sadece O'na tevekkül ettim; Ben ancak O'ndan dilerim ve O'ndan korkarım. O, yüce arşın sahibidir.

Büyük arş, pek muazzam hükümranlık demektir. Yahut bütün kâinatı kuşatmış olan muazzam bir cisimdir ki ilâhî hükümler, kaza ve kaderler, oradan nazil olur.

Rivayete göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kur’an'ın bütün bölümleri ayet ayet, harf harf inmiştir; yalnız Berâe (Tevbe) Suresi ile İhlas Suresi hariç. Çünkü bu iki sure, yetmiş bin saf melek refakatinde bana indirilmiştir.” (Ebüssuûd)