Tevbe Sûresi 20. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ  ...

İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 وَهَاجَرُوا ve hicret eden(ler) ه ج ر
4 وَجَاهَدُوا ve cihad eden(ler) ج ه د
5 فِي
6 سَبِيلِ yolunda س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 بِأَمْوَالِهِمْ mallarıyla م و ل
9 وَأَنْفُسِهِمْ ve canlarıyla ن ف س
10 أَعْظَمُ daha büyüktür ع ظ م
11 دَرَجَةً dereceleri د ر ج
12 عِنْدَ katında ع ن د
13 اللَّهِ Allah
14 وَأُولَٰئِكَ ve işte
15 هُمُ onlardır
16 الْفَائِزُونَ kurtuluşa erenler ف و ز
 

Bu âyetlerde, sağlam bir inanç üzerine temellendirilmemiş dinî davranışların Allah katında bir değere sahip olmadığı açıklanmaktadır.Bunun iyi anlaşılması için somut bir örneğe yer verilmiş, o günkü muhatap kitlenin yakından bildiği ve dine hizmet konusunda sembol haline gelmiş olan Kâbe ile ilgili bazı görevlere değinilmiştir. Âyetlerin iniş sebebiyle ilgili değişik rivayetler bulunmakla beraber, bunların içerdiği bazı bilgilerle âyetlerin nüzûl zamanı arasında uyumsuzluklar bulunmaktadır. Bu rivayetlerdeki bilgilerden hareketle âyetlerin, müslümanlar arasında çıkan bir tartışmada, hacılara su verme hizmetini üstlenen ve Mescid-i Harâm’ın onarım ve bakımı ile meşgul olan müşriklerin müminler gibi sevap alıp alamayacaklarının konuşulması ve durumun Resûlullah’a sorulması üzerine indiği söylenebilir (Taberî, X, 94-97; İbn Atıyye, III, 16-17; Şevkânî, II, 392-394). Bununla birlikte, âyetlerin ifadesi mutlaktır ve hedefi geneldir; içeriği de, birçok âyette değişik vesilelerle ve farklı üslûplarla ortaya konan iman-amel arasında güçlü bir ilişki bulunduğu fikriyle ve davranışlarda sırf Allah’ın hoşnutluğunu gözetmenin önemli olduğu ilkesiyle örtüşmektedir. Bütün bu anlatımların ortak noktası şudur: Aklî ölçülere ve geleneklere göre ne kadar yararlı ve önemli sayılırsa sayılsın, bir işin Allah katında değer kazanmasının ön koşulu, Allah’a ortak koşmamak ve O’nun hoşnutluğunu kazanma iradesine sahip olmaktır. Câhiliye döneminde Kâbe’nin bakımı ve hacılara yardımcı olmak için oluşmuş hizmet birimleri ve bu hizmetlerin yürütülmesine ilişkin gelenekler vardı. Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay zamanında (İslâm’dan yaklaşık 150 yıl önce) Kureyş’e geçen bu hizmetlerin sorumluluğunu üstlenmek onurlu bir görev sayıldığı gibi bir yandan da ekonomik faydalar sağlıyordu. 19. âyette iki önemli hizmete (sikåye ve imâre) değinilmiş olmakla beraber burada sadece bu iki işin değil, genel olarak Mescid-i Harâm’a ve hacılara verilen hizmetlerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Sikåye, hacılara içecek su temin etme görevini, imâre ise Kâbe’nin bakım ve onarılması görevini ifade etmektedir. Bu ikinci görevin süreklilik taşıyan yönü sidâne ve hicâbe şeklinde anılır; Kâbe’nin perdedarlığı, Kâbe anahtarının muhafaza edilmesi demektir. Âyette bu iki görevin (sikåye ve imâre) zikri ile yetinilmesinin sebebi, Resûlullah’ın Mekke’nin fethinden sonra Câhiliye âdetlerinin kaldırıldığını ve sadece sikåye ile sidânenin bırakıldığını bildirmiş olmasıyla izah edilebilir. Âyetlerin iniş sebebini gösteren rivayetlerde –müşrik olduğu halde yaptığı hizmetten ötürü Allah katında sevap kazanıp kazanamayacağı tartışılan kişiler için– söz konusu edilen görevlerin bu iki hizmet olması da muhtemeldir (Derveze, XII, 93-94). Yukarıda belirtilen konuya hazırlık olmak üzere 17-18. âyetlerde, mescidlerin imar edilmesi konusuna ve kendi inkârcılıklarını görüp bildikleri halde putperestlerin Allah’a ibadet yeri olan mescidleri imar edemeyeceklerine değinilmiştir. 17. âyetin “inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururlarken” şeklinde çevrilen kısmı, “Resûlullah’ın peygamberliğini açıkça inkâr ettikleri, Kâbe’ye putlar dikip onlara tapındıkları ve Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ettikleri halde” gibi mânalarla açıklanmıştır (Râzî, XVI, 8). Burada “imar etme” ile mescidlerin maddî anlamdaki imarının yani inşası, onarımı ve bakımının mı yoksa mânevî yönden ayakta tutulması için gerekli işlerin yapılmasının mı kastedildiği üzerinde durulmuştur. Âyet her iki mânaya açık durmakla beraber, mescidlere gereken ilgiyi gösterme, Resûlullah’ın uygulamaları ışığında caminin fonksiyonlarını belirleyip bunları canlı tutma, özellikle Allah’a kulluk ve İslâm kardeşliğinin pekiştirilmesi amacına dönük faaliyetlerle mescidleri ihya etme anlamı daha güçlü bulunmuştur. Cami inşası faaliyetlerinde nicelik ve nitelik yönlerinden birtakım aşırılıkların bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu konu değerlendirilirken basit mukayeseler yapılarak dindar insanların Allah’a kulluk edilen mekânlara ihtimam gösterme duyguları rencide edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, Resûlullah zamanındaki sadelik sadece mescidlere özgü bir özellik değildi. Sosyal ve iktisadî şartların değişmesiyle kişisel yaşantılarında refah düzeyini yükselten, kendi meskenleri ve diğer sosyal faaliyet mekânları için büyük harcamalar yapan müslümanların mâbedlerini eski sadelik ve basitliği içinde korumaları beklenemezdi. Kaldı ki cami ve mescidlerin ibadetin yanı sıra eğitim ve benzeri alanlarla ilgili önemli fonksiyonları da vardı. Öte yandan dikkatten kaçırılmaması gereken bir husus şudur: Estetik düşüncesinin her şeyden önce günlük hayatın en çok ilgili olduğu mekânlara yansıtılmaya çalışılması çok doğaldır ve cami mimarisi müslümanlar için sanatı geliştirme ve sanat ruhunu topluma aşılama açısından çok verimli bir alan oluşturmuştur.Günümüzde bu konunun sağlıklı bir planlamaya kavuşturulamamış ve disipline edilememiş olması ise maalesef bu alandaki faaliyetlerin ehil olmayan ellerde kalmasına, dolayısıyla dine karşı haksız eleştirilerin yöneltilmesine yol açmaktadır.

 

Kuran Yolu Tefsiri ( Diyanet)

 

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذٖينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا’dur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

هَاجَرُوا  fiili atıf harfi  وَ  ile sıla cümlesine matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَاجَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

جَاهَدُوا  fiili atıf harfi  وَ  ile sıla cümlesine matuftur.  جَاهَدُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فٖي سَبٖيلِ  car mecruru  جَاهَدُوا  fiiline müteallıktır. اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بِاَمْوَالِهِمْ  car mecruru  جَاهَدُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْفُسِهِمْ  atıf harfi  وَ  ile  بِاَمْوَالِهِمْ’e matuftur.

هَاجَرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  هجر ’dir.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ

 

Cümle  اَلَّذٖينَ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  دَرَجَةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

عِنْدَ  mekân zarfı,  اَعْظَمُ’ye müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçe’ye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan  كَمْ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

İsm-i tafdil kalıbından sonra geldiği için melhûz mümeyyez olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْفَٓائِزُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Zamir-i Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamir-i fasl (  ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri)” denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَٓائِزُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْفَٓائِزُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْفَٓائِزُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فوز  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir..

İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupla gelen  وَهَاجَرُوا  ve  وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ  cümleleri mevsûlün sılasına matuftur. 

فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  izafeti  lafzâ-i celâle muzâf olması  سَبٖيلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَبٖيلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır. سَبٖيلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

اَلَّذٖينَ  ,اَعْظَمُ ’nin haberidir.  دَرَجَةً  temyizdir. Temyiz, ıtnâb sanatıdır.

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Özellikleri sayılan kimseler, birbiriyle dost olmakta cem edilmişlerdir. 

Burada, fazilet itibariyle mufaddalun aleyh (kendisine üstün olarak görülenler) mahzuf olarak bulunup zikredilmemektedir. Yani iman edip de hicret eden, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler Allah katında; iman ettiği halde sikâye (Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin su ihtiyaçlarının karşılanması görevi) ve imâre (Kâbe'nin bakım ve îmârını yapma görevi) vazifeleriyle memur olup da hicret etmemiş ve küfür ehli arasında bulundukları sürede Müslümanlar kadar cihat etmemiş kişilere kıyasla büyük dereceye sahiptirler. Yani burada maksat ilk grubun ikinci gruba olan üstünlük ve faziletinin belirtilmesidir. (Âşûr)

Derecelerden başka ayetlerde de bahsedilmişti. Bakara Suresi’nde, “Erkeklerin onlardan bir üstün derecesi vardır.” yine Enfal Suresi’nin başlarında “Onlar için Rabbleri katında dereceler vardır.” buyrulmuştu. Tüm bu ayetlerde dereceler; müstear olarak kullanılmıştır. Nitekim  عند الله  sözü de derecelerin yüksekliğinin Allah indindeki rıza makamındaki yüksekliğe işaret ettiğini ve faziletin de Allah'ın şereflendirmesiyle meydana geldiğini göstermektedir. Çünkü  عند  kelimesinin aslı takrîb (yakınlaştırma) zarfıdır. (Âşûr)


  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ

 

İstînâfa matuf bu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, ayrıca sübut ifade eder. Haberin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr sebebidir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onlar sadece kurtulanlara tahsis edilmiştir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. 

İsm-i faillerdeki elif-lâmlar, ism-i mevsûl olduklarından sılaları fiil manasındadır.  (Elmalılı, Âdiyat Suresi, 1-5)

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Bu kimselerin özellikleri, iman edip hicret etmek, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat etmek, derece bakımından yüksek olmak şeklinde sıralanarak taksim yapılmış, kurtuluşa erenler olmaları açısından cem edilmiştir.

Bilindiği gibi fasıl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ  cümlesi hasr ifade eder. Yani kazananlar başkaları değil, sadece onlardır. (Safvetu’t Tefasir)

Müsnedin elif-lam ile marife yapılması burada kasr olduğunu gösterir. Bu kasr kasr-ı iddiâî olup, ermiş oldukları başarının azamet ve yüceliğindeki mübalağa manasını sağlar. Öyle ki başkalarının başarısı, onların başarısı yanında yok hükmünde görülmektedir. (Âşûr)

Onların elde ettikleri başarıyı haketmelerinin, onları diğerlerinden ayıran belli vasıfları sebebiyle olduğuna işaret etmek için burada tenbih manasında ism-i işaret kullanılmıştır. Bu vasıflarsa; iman etmiş olmaları, hicret etmeleri ve son olarak mallarıyla ve canlarıyla cihat etmeleridir. (Âşûr)