يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ
Bu âyetlerde, sağlam bir inanç üzerine temellendirilmemiş dinî davranışların Allah katında bir değere sahip olmadığı açıklanmaktadır.Bunun iyi anlaşılması için somut bir örneğe yer verilmiş, o günkü muhatap kitlenin yakından bildiği ve dine hizmet konusunda sembol haline gelmiş olan Kâbe ile ilgili bazı görevlere değinilmiştir. Âyetlerin iniş sebebiyle ilgili değişik rivayetler bulunmakla beraber, bunların içerdiği bazı bilgilerle âyetlerin nüzûl zamanı arasında uyumsuzluklar bulunmaktadır. Bu rivayetlerdeki bilgilerden hareketle âyetlerin, müslümanlar arasında çıkan bir tartışmada, hacılara su verme hizmetini üstlenen ve Mescid-i Harâm’ın onarım ve bakımı ile meşgul olan müşriklerin müminler gibi sevap alıp alamayacaklarının konuşulması ve durumun Resûlullah’a sorulması üzerine indiği söylenebilir (Taberî, X, 94-97; İbn Atıyye, III, 16-17; Şevkânî, II, 392-394). Bununla birlikte, âyetlerin ifadesi mutlaktır ve hedefi geneldir; içeriği de, birçok âyette değişik vesilelerle ve farklı üslûplarla ortaya konan iman-amel arasında güçlü bir ilişki bulunduğu fikriyle ve davranışlarda sırf Allah’ın hoşnutluğunu gözetmenin önemli olduğu ilkesiyle örtüşmektedir. Bütün bu anlatımların ortak noktası şudur: Aklî ölçülere ve geleneklere göre ne kadar yararlı ve önemli sayılırsa sayılsın, bir işin Allah katında değer kazanmasının ön koşulu, Allah’a ortak koşmamak ve O’nun hoşnutluğunu kazanma iradesine sahip olmaktır. Câhiliye döneminde Kâbe’nin bakımı ve hacılara yardımcı olmak için oluşmuş hizmet birimleri ve bu hizmetlerin yürütülmesine ilişkin gelenekler vardı. Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay zamanında (İslâm’dan yaklaşık 150 yıl önce) Kureyş’e geçen bu hizmetlerin sorumluluğunu üstlenmek onurlu bir görev sayıldığı gibi bir yandan da ekonomik faydalar sağlıyordu. 19. âyette iki önemli hizmete (sikåye ve imâre) değinilmiş olmakla beraber burada sadece bu iki işin değil, genel olarak Mescid-i Harâm’a ve hacılara verilen hizmetlerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Sikåye, hacılara içecek su temin etme görevini, imâre ise Kâbe’nin bakım ve onarılması görevini ifade etmektedir. Bu ikinci görevin süreklilik taşıyan yönü sidâne ve hicâbe şeklinde anılır; Kâbe’nin perdedarlığı, Kâbe anahtarının muhafaza edilmesi demektir. Âyette bu iki görevin (sikåye ve imâre) zikri ile yetinilmesinin sebebi, Resûlullah’ın Mekke’nin fethinden sonra Câhiliye âdetlerinin kaldırıldığını ve sadece sikåye ile sidânenin bırakıldığını bildirmiş olmasıyla izah edilebilir. Âyetlerin iniş sebebini gösteren rivayetlerde –müşrik olduğu halde yaptığı hizmetten ötürü Allah katında sevap kazanıp kazanamayacağı tartışılan kişiler için– söz konusu edilen görevlerin bu iki hizmet olması da muhtemeldir (Derveze, XII, 93-94). Yukarıda belirtilen konuya hazırlık olmak üzere 17-18. âyetlerde, mescidlerin imar edilmesi konusuna ve kendi inkârcılıklarını görüp bildikleri halde putperestlerin Allah’a ibadet yeri olan mescidleri imar edemeyeceklerine değinilmiştir. 17. âyetin “inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururlarken” şeklinde çevrilen kısmı, “Resûlullah’ın peygamberliğini açıkça inkâr ettikleri, Kâbe’ye putlar dikip onlara tapındıkları ve Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ettikleri halde” gibi mânalarla açıklanmıştır (Râzî, XVI, 8). Burada “imar etme” ile mescidlerin maddî anlamdaki imarının yani inşası, onarımı ve bakımının mı yoksa mânevî yönden ayakta tutulması için gerekli işlerin yapılmasının mı kastedildiği üzerinde durulmuştur. Âyet her iki mânaya açık durmakla beraber, mescidlere gereken ilgiyi gösterme, Resûlullah’ın uygulamaları ışığında caminin fonksiyonlarını belirleyip bunları canlı tutma, özellikle Allah’a kulluk ve İslâm kardeşliğinin pekiştirilmesi amacına dönük faaliyetlerle mescidleri ihya etme anlamı daha güçlü bulunmuştur. Cami inşası faaliyetlerinde nicelik ve nitelik yönlerinden birtakım aşırılıkların bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu konu değerlendirilirken basit mukayeseler yapılarak dindar insanların Allah’a kulluk edilen mekânlara ihtimam gösterme duyguları rencide edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, Resûlullah zamanındaki sadelik sadece mescidlere özgü bir özellik değildi. Sosyal ve iktisadî şartların değişmesiyle kişisel yaşantılarında refah düzeyini yükselten, kendi meskenleri ve diğer sosyal faaliyet mekânları için büyük harcamalar yapan müslümanların mâbedlerini eski sadelik ve basitliği içinde korumaları beklenemezdi. Kaldı ki cami ve mescidlerin ibadetin yanı sıra eğitim ve benzeri alanlarla ilgili önemli fonksiyonları da vardı. Öte yandan dikkatten kaçırılmaması gereken bir husus şudur: Estetik düşüncesinin her şeyden önce günlük hayatın en çok ilgili olduğu mekânlara yansıtılmaya çalışılması çok doğaldır ve cami mimarisi müslümanlar için sanatı geliştirme ve sanat ruhunu topluma aşılama açısından çok verimli bir alan oluşturmuştur.Günümüzde bu konunun sağlıklı bir planlamaya kavuşturulamamış ve disipline edilememiş olması ise maalesef bu alandaki faaliyetlerin ehil olmayan ellerde kalmasına, dolayısıyla dine karşı haksız eleştirilerin yöneltilmesine yol açmaktadır.
Kuran Yolu Tefsiri ( Diyanet)
يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ
Fiil cümlesidir. يُبَشِّرُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
رَبُّهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِرَحْمَةٍ car mecruru يُبَشِّرُهُمْ fiiline müteallıktır. مِنْهُ car mecruru رَحْمَةٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
رِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ kelimeleri atıf harfi وَ ’la رَحْمَةٍ’e matuftur.
لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌ cümlesi جَنَّاتٍ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
نَع۪يمٌ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. مُق۪يمٌ kelimesi نَع۪يمٌ kelimesinin sıfatıdır.
مُق۪يمٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُبَشِّرُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ
Beyânî istînâf olan ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
جَنَّاتٍ için sıfat olan لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. نَع۪يمٌ muahhar mübtedadır.
Car-mecrur ف۪يهَا, önemine binaen amili olan نَع۪يمٌ ’a takdim edilmiştir.
نَع۪يمٌ ,مُق۪يمٌۙ için sıfattır. Cümlede sıfatlar sebbebiyle ıtnâb sanatı vardır.
رَبُّهُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هُمْ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Müminlere üç müjde olan rahmet, rıdvan ve cennet, يُبَشِّرُهُمْ fiilinde cem’ edilmiştir.
بِرَحْمَةٍ وَرِضْوَانٍ kelimelerinin nekre gelmesi, bunların büyüklük ve yüceliğini ifade eder. Yani hiç kimsenin anlatamayacağı büyük bir rahmet ve rıza demektir. (Safvetu’t Tefasir)
بِرَحْمَةٍ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Bu nimetlerle birlikte Rabb isminin zikri de münasiptir.
رِضْوَانٍ: Hem razı olan hem de razı olunan olarak huzuru izzetine kabul buyuracak bir büyük rızadır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
نَع۪يمٌ nimetin ileri derecede olanıdır. Nimetin ileri derecede oluşu ise onun bulanıklıklardan ve içine birşey karışmasından uzak olmasıdır.
Çünkü نَع۪يمٌ, kelimesi نعمة’in mübalağa sıygasıdır.
Ayetteki, مُق۪يمٌۙ kaydı da o nimetlerin sona ermeden devam edeceğini gösterir.
Allah Teâlâ, bu ayette, kendisi için, رَبُّهُمْ ifadesini kullandı. Bu kelime, تربية’un masdarından müştaktır. Buna göre Cenab-ı Hakk sanki “Sizi dünyada sınırsız nimetlerle terbiye eden o zât, sizi, çok yüksek hayırlar ve mükemmel hayırlarla müjdeler.” demek istemiştir.
Allah Teâlâ, رَبُّهُمْ sıfatını kullanarak, kendisini onlara izafe etmiş, ama onları kendisine izafe etmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
بِرَحْمَةٍ ,ورَضْوانٍ ,وجَنّاتٍ ,ونَعِيمٍ ibarelerindeki tenkir, makamın, مِنهُ sözünün ve bu müjdenin karinesiyle tazim içindir. (Âşûr)