14 Kasım 2024
Tevbe Sûresi 21-26 (189. Sayfa)
Tevbe Sûresi 21. Ayet

يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ  ...


Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُبَشِّرُهُمْ onları müjdeler ب ش ر
2 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
3 بِرَحْمَةٍ bir rahmetle ر ح م
4 مِنْهُ kendisinden
5 وَرِضْوَانٍ ve rızasıyla ر ض و
6 وَجَنَّاتٍ ve cennetlerle ج ن ن
7 لَهُمْ bulunan
8 فِيهَا içinde
9 نَعِيمٌ nimetler ن ع م
10 مُقِيمٌ tükenmeyen ق و م
17.ayet ile birlikte verilmiştir.

يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ

 

Fiil cümlesidir.  يُبَشِّرُهُمْ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِرَحْمَةٍ  car mecruru  يُبَشِّرُهُمْ  fiiline müteallıktır.  مِنْهُ  car mecruru  رَحْمَةٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.

رِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  رَحْمَةٍ’e matuftur.

لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

نَع۪يمٌ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُق۪يمٌ  kelimesi  نَع۪يمٌ  kelimesinin sıfatıdır.

مُق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُبَشِّرُ   fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ

 

Beyânî istînâf olan ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جَنَّاتٍ  için sıfat olan  لَهُمْ ف۪يهَا نَع۪يمٌ مُق۪يمٌۙ  cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  نَع۪يمٌ  muahhar mübtedadır.

Car-mecrur  ف۪يهَا, önemine binaen amili olan  نَع۪يمٌ ’a takdim edilmiştir. 

نَع۪يمٌ ,مُق۪يمٌۙ  için sıfattır. Cümlede sıfatlar sebbebiyle ıtnâb sanatı vardır.

رَبُّهُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Müminlere üç müjde olan rahmet, rıdvan ve cennet,  يُبَشِّرُهُمْ  fiilinde cem’ edilmiştir.

بِرَحْمَةٍ وَرِضْوَانٍ  kelimelerinin nekre gelmesi, bunların büyüklük ve yüceliğini ifade eder. Yani hiç kimsenin anlatamayacağı büyük bir rahmet ve rıza demektir. (Safvetu’t Tefasir)

بِرَحْمَةٍ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Bu nimetlerle birlikte Rabb isminin zikri de münasiptir.

رِضْوَانٍ: Hem razı olan hem de razı olunan olarak huzuru izzetine kabul buyuracak bir büyük rızadır. (Elmalılı Hamdi Yazır) 

نَع۪يمٌ  nimetin ileri derecede olanıdır. Nimetin ileri derecede oluşu ise onun bulanıklıklardan ve içine birşey karışmasından uzak olmasıdır. 

Çünkü  نَع۪يمٌ, kelimesi  نعمة’in mübalağa sıygasıdır.

Ayetteki,  مُق۪يمٌۙ  kaydı da o nimetlerin sona ermeden devam edeceğini gösterir.

Allah Teâlâ, bu ayette, kendisi için,  رَبُّهُمْ  ifadesini kullandı. Bu kelime, تربية’un  masdarından müştaktır. Buna göre Cenab-ı Hakk sanki “Sizi dünyada sınırsız nimetlerle terbiye eden o zât, sizi, çok yüksek hayırlar ve mükemmel hayırlarla müjdeler.” demek istemiştir.

Allah Teâlâ,  رَبُّهُمْ  sıfatını kullanarak, kendisini onlara izafe etmiş, ama onları kendisine izafe etmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

بِرَحْمَةٍ ,ورَضْوانٍ ,وجَنّاتٍ ,ونَعِيمٍ  ibarelerindeki tenkir, makamın,  مِنهُ  sözünün ve bu müjdenin karinesiyle tazim içindir. (Âşûr)
Tevbe Sûresi 22. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ  ...


Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz, Allah katında büyük bir mükâfat vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ kalacaklardır خ ل د
2 فِيهَا orada
3 أَبَدًا ebedi ا ب د
4 إِنَّ şüphesiz
5 اللَّهَ Allah
6 عِنْدَهُ katındandır ع ن د
7 أَجْرٌ mükafat ا ج ر
8 عَظِيمٌ büyük ع ظ م
17.ayet ile birlikte verilmiştir.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi  يُبَشِّرُهُمْ  ‘deki mef’ûlun hali olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ف۪يهَٓا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.  اَبَدًا  zaman zarfı,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur.

عِنْدَهُٓ اَجْرٌ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  عِنْدَ  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَجْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

عَظ۪يمٌ۟  kelimesi  اَجْرٌ’un sıfatıdır.

خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 

 

خَالِد۪ينَ, önceki ayetteki  يُبَشِّرُهُمْ  fiilinin mef’ûlünün halidir. Zaman zarfı olan  خَالِد۪ينَ  ,اَبَداً,’ye müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  sıfatı zaten ebediyet manasındadır. Ayrıca اَبَداً  kelimesinin gelmesi manayı ziyadesiyle ortaya koymak içindir. Çünkü bu kelime bazı hallerde uzun kalmak manasına da gelir. (Ebüssuûd)


اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ

 

Fasılla gelen cümle  اِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eder.

اِنَّ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, muhatabın kalbinde tazim ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid unsuru taşıması sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عِنْدَهُٓ  izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ, şan ve şeref kazanmıştır.

اَجْرٌ ,عَظ۪يمٌۚ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı mevcuttur.

اَجْرٌ  kelimesinin nekre gelişi tazim içindir, arkasından gelen sıfat da bu manayı tekid eder.

 
Tevbe Sûresi 23. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَٓاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ  ...


Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 لَا
5 تَتَّخِذُوا edinmeyin ا خ ذ
6 ابَاءَكُمْ babalarınızı ا ب و
7 وَإِخْوَانَكُمْ ve kardeşlerinizi ا خ و
8 أَوْلِيَاءَ veliler و ل ي
9 إِنِ eğer
10 اسْتَحَبُّوا seviyorlarsa ح ب ب
11 الْكُفْرَ küfrü ك ف ر
12 عَلَى karşı
13 الْإِيمَانِ imana ا م ن
14 وَمَنْ ve kim
15 يَتَوَلَّهُمْ onları veli tanırsa و ل ي
16 مِنْكُمْ sizden
17 فَأُولَٰئِكَ işte
18 هُمُ onlardır
19 الظَّالِمُونَ zalimler ظ ل م

Bu âyetlerin Mekke fethinden önce yakınlarından ve mallarından kopmamak için hicret etmek istemeyenler hakkında veya müslümanlardan dokuz kişinin dinden dönüp Mekke’ye sığınmaları üzerine onlarla dostluk yapılmamasını bildirmek üzere indiği yönünde rivayetler vardır (Zemahşerî, II, 144-145; Râzî, XVI, 18). Fakat bunlar, ancak âyetlerin Mekke fethinden önce indiğinin kabul edilmesi halinde tutarlı olabilmektedir. Oysa bunların ardından gelen âyetler Huneyn Savaşı’ndan söz etmektedir ve bu savaş Mekke fethinden sonra olmuştur. Derveze şöyle bir yorumun âyetlerin içeriğine daha uygun düşeceğini belirtir: Mekke’nin fethinden sonra bazı müslümanlar hâlâ müşrik olan akrabalarıyla sıkı ilişkilerini sürdürüyorlardı. Âyet onları uyarmak için inmiş olmalıdır. Râzî de yukarıdaki rivayetlerin, sûrenin iniş zamanı açısından problemli olduğuna işaret ettikten sonra benzer bir yorum yaparak şöyle der: Bazı müslümanlar, “Bir müminin çok yakın akrabaları arasında inkârcı kimseler bulunabilir. Bunlarla ilişkileri tamamen kesmek mümkün değildir” gibi sözler söylüyorlardı; işte âyet bu tereddüdü ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Yine Derveze, âyetlerin sert üslûbu dikkate alınarak şu ihtimal üzerinde de durulabileceğini kaydeder: Şartlar Resûlullah’ın Medine çevresinde müslüman olmamış kabileler üzerine bazı askerî seriyyeler düzenlemesini gerektirmiş, bunun üzerine onların müslüman olan akrabalarınca itirazda bulunulmuştu; işte âyetler bunu eleştirmek üzere inmiş olabilir. Her ne olursa olsun âyetlerin ifadesi mutlak ve hedefi geneldir. Bunlardan çıkan ana fikir, bir mümin için hiçbir dünyevî amacın Allah ve resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha önemli, değerli ve cazip olamayacağıdır. Ayrıca bu âyetler müslüman varlığını güçlendirme ve müminler arasındaki dayanışmayı arttırma hedefinin diğer bütün insanî ilişki ve düşüncelerden önce geldiğini hatırlatmaktadır (XII, 95-97; müminlerin başka din mensuplarıyla ilişkileri ve inkârcıları dost edinmeleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/28).

 

 23. âyet Mücâdele sûresinin 22. âyeti ile karşılaştırıldığında, orada “Allah ve resulüne savaş açanlardan” söz edilirken burada “inkârcılığı imana tercih edenler”i dost edinmenin yasaklandığı görülür. Bu farklılık, İslâm tebliğinin geldiği aşama ve müslümanların ulaştıkları gücün seviyesi ile izah edilebilir. Fakat bu âyetler üzerinde, Mücâdele sûresinin 22. âyetinin yanı sıra, anne-baba ve yakınlara ilgi ve sevgi gösterip onlara yardım etmeyi buyuran âyetlerle birlikte düşünüldüğünde, buradan mümin olmayan yakınlarla her türlü ilişkiyi kesme mânasının çıkarılması mümkün değildir. Gerek bu âyette gerekse başka âyetlerde, inkârcı da olsalar İslâm’a ve müslümanlara zarar vermeyen, onlara sevgi ve saygıyla muamele eden insanlara, hele bu nitelikteki yakınlara iyi ve âdil davranmayı engelleyen bir anlam bulunmamaktadır (Derveze, XII, 95-97).

 İnsanın sahip olduğu en yüksek duygulardan biri olan sevginin dereceleri, Gazzâlî tarafından şöyle sıralanmıştır: 1. İnsan öncelikle kendisini, kendi varlığına katkıda bulunan şeyleri sever. 2. Sevginin ikinci derecesi, kendisine iyilik ve ikramda bulunanları sevmektir. 3. Sevginin en yüksek mertebesi, herhangi bir yararlanma düşüncesine ve kişisel isteklere bağlı olmaksızın, sırf sevilendeki iyilik, güzellik ve yetkinlik gibi olumlu ve üstün nitelikler dolayısıyla sevmektir. İnsanda sevgi, maddî olanı sevmekle başlar, mânevî olanı sevmekle kemale ulaşır; kendini ve kendine ait olanları sevmekle başlar, kendisinin dışındakileri, doğadaki güzellikleri ve nihayet bütün bu güzelliklerin yaratıcısı olan Allah’ı sevmekle kemale ulaşır. İslâm düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler O’ndan gelir. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevme” düşüncesine yükselebilen ve sevgiyi bu şekilde kavrayan insan, herkesi ve her şeyi sever: İyileri olduğu gibi, kötüleri de kötülükten kurtulmalarını isteyerek sever (geniş bilgi için bk. İhyâ, IV, 296 vd.). İşte 24. âyette Allah sevgisinden üstün tutulmaması istenen sevgiyle ilgili ifadeyi bu açıdan değerlendirmek ve Kur’an’ın kişiyi dünyadaki sevdiklerinden uzaklaştırmayı değil, bu sevginin daha yüce mertebedeki sevgiye eriştirmeye vesile olmasını hedeflediğine dikkat etmek gerekir. Bir başka anlatımla, insanın yakınlarını, kazanmayı ve kazancın sağladığı nimetlerden yararlanmayı sevmesi zaten onun doğasında bulunan bir gerçektir; Kur’ân-ı Kerîm ise bu gerçeğe atıfta bulunarak, kişinin anılan sevgiden vazgeçmeksizin onu daha yücelere tırmanmanın vasıtası olarak görmesini istemektedir. Bu da ancak kişinin kendisini belirli bir kontrol altında tutmasıyla mümkündür ki, bu kontrolün ölçütü, hiçbir sevginin Allah sevgisinden ve O’nun değerli saydıklarından daha üstün görülmemesidir. Bu anlayışa erişebilen insan bir yandan dünyevî istek ve bağların esiri olmaktan kurtulup gerçek özgürlüğe kavuşur, diğer yandan da bütün sevgilerini anlamlı hale getirmiş olur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 2 Sayfa: 142-144

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَٓاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۜ 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الَّذ۪ينَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ ’dır.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّخِذُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اٰبَٓاءَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِخْوَانَكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  اٰبَٓاءَكُمْ’e matuftur.  اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اَوْلِيَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنِ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  اسْتَحَبُّوا  şart fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْكُفْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَلَى الْا۪يمَانِ  car mecruru  اسْتَحَبُّوا  fiiline müteallıktır.

تَتَّخِذُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftial babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اسْتَحَبُّوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

 

 وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَتَوَلَّهُمْ  şart fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

مِنْكُمْ  car mecruru  يَتَوَلَّهُمْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsm-i işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الظَّالِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الظَّالِمُونَ  ise haberidir.  هُمُ الظَّالِمُونَ  isim cümlesi ism-i işaret  اُو۬لٰٓئِكَ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 يَتَوَلَّهُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ اَوْلِيَٓاءَ اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۜ 



Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Sılası  ءَامَنُوا۟  şeklinde mazi fiil sıygasında faidei-i haber ibtidai kelamdır.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki nida üslubu, Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’anî, s. 43)

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın,  ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi  لبيك وسعديك (Emret Allah'ım, emrine amadeyim.) der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara, “Ey müminler!” diye seslenilmesi onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetu’t Tefasir)

Nidanın cevabı olan … لَا تَتَّخِذُٓوا اٰبَٓاءَكُمْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اٰبَٓاءَكُمْ وَاِخْوَانَكُمْ ’dan hal olan  اِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْا۪يمَانِۜ  cümlesi şart üslubunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan terkibin takdiri şöyledir.  إن استحبّ آباؤكم وإخوانكم الكفر فلا تتّخذوهم أولياء  (Babalarınız ve kardeşleriniz küfrü sevdilerse onları dost edinmeyin.)

اٰبَٓاءَكُمْ - اِخْوَانَكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْكُفْرَ - الْا۪يمَانِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْا۪يمَانِ - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Onları dost edinme yasağı küfrü imana tercih ve bunda ısrar etmeleri şartına bağlanmıştır. Çünkü bu duruma gelmeden önce onları dost edinmek, belki dinin güzelliklerini idrak etmelerine ve Müslüman olmalarına sebep olabilecektir. (Ebüssuûd)  

اسْتَحَبُّوا الكُفْرَ  ifadesi; kalplerindeki pekişmiş, sapasağlam bir sevgiyle sevdiler manasındadır.  سْ  ve  تَ  harfleri  اسْتَقامَ واسْتَبْشَرَ  kelimelerindeki gibi tekid içindir. (Âşûr)


 وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

 

وَ  atıftır. Cümle nidanın cevabına matuftur. Şart üslubunda haberî cümledir.  مَنْ  şart harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart fiili ve haberi  يَتَوَلَّهُمْ ’dur.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, onları tahkir ve korkutmak içindir.

Müsnedin el takısıyla marife olması muhataplar tarafından biliniyor olmasını belirtmesi yanında, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğuna delalet eder. Ayrıca bu cümlede kasr ifade eder. Zalim olmak onlara hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi ve tahsis sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Tekrar eden  كُمْ  zamirlerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kan bağı değil, din bağı önemlidir.

 
Tevbe Sûresi 24. Ayet

قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟  ...


De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 كَانَ ise ك و ن
4 ابَاؤُكُمْ babalarınız ا ب و
5 وَأَبْنَاؤُكُمْ ve oğullarınız ب ن ي
6 وَإِخْوَانُكُمْ ve kardeşleriniz ا خ و
7 وَأَزْوَاجُكُمْ ve eşleriniz ز و ج
8 وَعَشِيرَتُكُمْ ve hısım akrabanız ع ش ر
9 وَأَمْوَالٌ ve mallar م و ل
10 اقْتَرَفْتُمُوهَا kazandığınız ق ر ف
11 وَتِجَارَةٌ ve ticaret(iniz) ت ج ر
12 تَخْشَوْنَ korktuğunuz خ ش ي
13 كَسَادَهَا düşmesinden ك س د
14 وَمَسَاكِنُ ve konutlar س ك ن
15 تَرْضَوْنَهَا hoşlandığınız ر ض و
16 أَحَبَّ daha sevgili (ise) ح ب ب
17 إِلَيْكُمْ size
18 مِنَ -tan
19 اللَّهِ Allah-
20 وَرَسُولِهِ ve Elçisi(nden) ر س ل
21 وَجِهَادٍ ve cihad etmekten ج ه د
22 فِي
23 سَبِيلِهِ O’nun yolunda س ب ل
24 فَتَرَبَّصُوا o halde gözetleyin ر ب ص
25 حَتَّىٰ kadar
26 يَأْتِيَ getirinceye ا ت ي
27 اللَّهُ Allah
28 بِأَمْرِهِ emrini ا م ر
29 وَاللَّهُ ve Allah
30 لَا
31 يَهْدِي (doğru) yola iletmez ه د ي
32 الْقَوْمَ topluluğu ق و م
33 الْفَاسِقِينَ yoldan çıkmış ف س ق

Bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Ömer’in elini tutmuştu. Hz. Ömer (ra):
-Ey Allah’ın Resûlü! Kendim hariç Seni her şeyden çok seviyorum, deyince Hz. Peygamber:

 

“Hayır, bu Olmadı. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki , beni canından da çok sevmelisin” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra):

Seni canımdan da fazla seviyorum, dedi. Resûlullah:
-İşte şimdi oldu ya Ömer, buyurdu.
(Buhari, Eymân ve’n-nüzûr 3; Ahmed b. Hanbel , Müsned, V, 293)

Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmustur:” Sizden biriniz; Ben kendisine babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.”
(Buhari, İman 8; Müslim, İman 69)

قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir  انت 'dir.

Mekulü'l-kavli,  اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’dur. 

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  kelimesi  كَانَ nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ  kelimeleri atıf harfi  وَ ’la  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’e matuftur.  اَمْوَالٌ  kelimesi de aynı şekilde atıf harfi  وَ ’la  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’e matuftur.


  اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ 

 

اقْتَرَفْتُمُوهَا  fiili  اَمْوَالٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  اقْتَرَفْتُمُوهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اقْتَرَفْتُمُوهَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

تِجَارَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اَمْوَالٌ ’e matuftur.

تَخْشَوْنَ  fiili  تِجَارَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur.  تَخْشَوْنَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

كَسَادَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَسَاكِنُ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  تِجَارَةٌ ’e matuftur.  تَرْضَوْنَـهَٓا  fiili  مَسَاكِنُ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تَرْضَوْنَـهَٓا  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَحَبَّ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  اِلَيْكُمْ  car mecruru ism-i tafdil olan  اَحَبَّ ’ye müteallıktır.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru ism-i tafdil olan  اَحَبَّ ’ye müteallıktır.  رَسُولِه۪  kelimesi atıf harfi  وَ’la lafza-i celâle matuftur.

جِهَادٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la lafza-i celâle matuftur.  ف۪ي سَب۪يلِه۪  car mecruru  جِهَادٍ’e müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَحَبَّ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اقْتَرَفْتُمُوهَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  قرف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ 

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَرَبَّصُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَاْتِىَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَرَبَّصُوا  fiiline müteallıktır.

اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  بِاَمْرِ  car mecruru  يَاْتِىَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَرَبَّصُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ربص ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


  وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  لَا يَهْدِي  haber olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الْقَوْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

الْفَاسِق۪ينَ۟  kelimesi  الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْفَاسِق۪ينَ۟  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪  cümlesi  كَانَ ’nin haberidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَسُولِه۪  izafetinde lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması  رَسُولِ  için tazim ve şeref ifade eder.

ف۪ي سَب۪يلِه۪  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِه۪  izafetinde  lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِه۪  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır.  Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen emir üslubunda talebî inşaî isnad olan  فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪  cümlesi şartın cevabıdır.

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى’nın gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪  cümlesi , mecrur mahalde  فَتَرَبَّصُوا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, kalplerde mehabet duyguları uyandırıp korku salmak içindir.

اَمْرِه۪  izafetinde lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması  اَمْرِ  için tazim ve şeref ifade eder.

اٰبَٓاؤُ۬كُمْ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ - اِخْوَانُكُمْ - اَزْوَاجُكُمْ - عَش۪يرَتُكُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Kelimelerin sonundaki  كُمْ  zamirlerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Müspet mazi fiil sıygasında  اقْتَرَفْتُمُوهَا  cümlesi  اَمْوَالٌۨ  için, müspet muzari sıygada  تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا  cümlesi  تِجَارَةٌ  için  تَرْضَوْنَـهَٓا  cümlesi  مَسَاكِنُ  için sıfattır.

Mallar, ticaret ve meskenler sıfatlarıyla belirtildiği için ıtnâb vardır.

فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪  (Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin) cümlesindeki fiilin sıygası, emir olmakla birlikte tehdit ifade eder. Bu,  إعملوا ما شئتم (istediğinizi yapın) Fussilet Suresi 40. ayeti gibidir. (Safvetu’t Tefasir) Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

İnsanların hoşuna gidecek şeyler tek tek sayılmış. Sonra bunlar Allah Resulü ve onun yanında savaşmaktan daha çok sevilecek şeyler olmaması bakımından birleştirilmiş, bunun için cem' ma’at-taksim sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)

Bundan önceki ayette oğullar ve eşler zikredilmemiştir. Çünkü cari olan âdete göre oğullar ve eşler hakkında dostluk değil, sevgi ve muhabbet kelimeleri kullanılır.

اقْتَرَفْ ; iktisab anlamındadır. İktisab ettiğiniz mallar ifadesi onların kazananlar tarafından çok kıymetli olduğuna işaret eder. Çünkü bu mallar emekle kazanılmıştır.

Burada kınanan sevgi; kişinin hür iradesiyle seçtiği, bağlılık ve tutkunluk duyduğu sevgidir. Yoksa beşerin uzak kalamadığı fıtrî sevgi değildir.

Burada istenilen mana  أحَبَّ  ifadesiyle verilmektedir. Zira sevgi ve muhabbette üstünlük, sevilenlerin en güçlüsünü memnun etmeyi gerektirir. Üstelik bu ifadede dinin gerekliliklerine karşı olan kayıtsızlığın, insanın zikredilen şeylere karşı olan sevgisinin, Allah’a olan sevgisinin önüne geçmesinin nedeni olabileceği ima edilerek (kinaye), dini yükümlülüklerin ihmaline karşı bir uyarıda da bulunulmuştur. Son olarak burada dinde hevaya uymaya karşı, en beliğ ifadelerden biriyle ikaz vardır. (Âşûr)

Dünyalıkların bu şekilde vasıflandırılması ve onların dünya zinetlerini sevmelerinden dolayı kınanması, dünya nimetlerine karşı duydukları sevgi ve rağbeti tamamen unutmaya çalışmaları için değil fakat bunlara olan sevginin,

Allah ve Resulünün sevgisine tercih edilmemesi içindir. (Ebüssuûd) 

Allah yolunda yapılan cihadın, Allah Teâlâ'nın ve Resulullah'ın (s.a.) sevgisi ile bir arada zikredilmesi, onun şanının yüceliğine, cihadı sevmenin vücûbuna, cihat sevgisinin, Allah ve Resulünün (s.a.) sevgisinden kaynaklandığına işaret etmek içindir. (Ebüssuûd) 

Görülüyor ki önceki ayet imana karşı küfrün velayetinden uzak durmayı, ondan teberriyi emretmektedir. Bu ayet de Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dini görevlerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durmayı emrediyor. Bundan dolayı önceki ayette yalnızca baba ve kardeşler zikredilmiş olduğu halde bu ayette eşler, çocuklar ve hatta hısım akraba ve aşiret dahi zikredilmiştir. Çünkü sevgi ve muhabbet bunların hepsinde geçerli olduğu halde velayet işi yalnızca baba ve kardeşlere mahsustur, hatta zevce ve oğullar için bile velayet mutad değildir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

اقْتَرَفْتُمُوهَا  lafzı, “iktisab ettiğiniz, kazandığınız (mallar)” demektir. 

Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerle içli-dışlı olmaya sevk eden şeyleri zikretmiş ve bunların da şu dört şey olduğunu belirtmiştir:

1. Akrabalarla beraber olma. Allah Teâlâ, çok akraba arasında şu dört kısmı zikretmiştir: Babalar, oğullar, kardeşler ve eşler. Daha sonra da bunların hepsini içine alan, “aşiretiniz” lafzını getirmiştir.

2. Kazanılmış malları elde tutma temayülü,

3. Ticaret yoluyla mal kazanma arzusu,

4. Evlere bağlı olma arzusu. 

Bunun çok güzel bir sıralama olduğunda şüphe yok. Çünkü içli-dışlı olmaya sevk eden en büyük sebep akrabalıktır. Bu sayede elde olan malları muhafaza etme sağlanır. Daha sonra bu içli-dışlı oluştan, elde mevcut olmayan şeyleri kazanmaya ulaşılır. Bu sıralamanın en sonunda, yurtlarda ve diyarlarda oturmak için yapılmış olan binalarla ilgili arzuya yer verilmiştir. Böylece Allah Teâlâ, bu şeyleri, gerekli bir tertibe göre zikretmiş ve en sonunda da din ile imanı nazar-ı itibara almanın bütün bunları nazar-ı dikkate almaktan daha hayırlı olduğunu beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî) 

Hitaba  قُلْ  ile başlanması hitabın sertliğine ve içerdiği kınama manasına işaret eder. Muhatap ise bazı yükümlülüklerini veya kendilerinden beklenen bazı şeyleri ihmal eden muhatap çoğul zamiridir. Nasıl ki  vuku bulma ihtimalindeki şüpheye delalet için  إنْ  harfi geliyorsa bundan da anlaşılan kendini ayette zikredilenlere adayanların nifak ehli olduğudur. İşte onlar söz konusu tehdit ile karşı karşıyadırlar. (Âşûr)


وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan  اللّٰهَ  ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

اتَّقُوا - يَخَافُٓوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَيْمَانٌ - اللّٰهُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Bu, Allah’ın hükmüne ve emirlerine muhalefet edenler hakkında bir tehdit ve uyarı ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayrıca yukarıda sayılanları Allah’tan, Rasulünden ve Allah yolunda savaşmaktan daha üstün görüp sevenlerin fasıklar olduğu, mesel tarikinde tezyil cümlesinden anlaşılıyor.

“Allah fasıklar (güruhunu) hidayete erdirmez.” yani “O’na itaattan çıkıp O’na karşı günaha girenlere hidayet etmez.” buyurmuştur ki bu bir tehdittir. Bu ayet, dinî meselelerden herhangi biri ile, dünyevî işlerin bütünü arasında bir çelişki meydana geldiğinde, Müslümanın, dinini dünyasına tercih etmesinin farz olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

 
Tevbe Sûresi 25. Ayet

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَوَاطِنَ كَث۪يرَةٍۙ وَيَوْمَ حُنَيْنٍۙ اِذْ اَعْجَبَتْكُمْ كَـثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْـٔاً وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَۚ  ...


Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir yarar sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisingeriye dönüp kaçmıştınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَقَدْ andolsun
2 نَصَرَكُمُ size yardım etmişti ن ص ر
3 اللَّهُ Allah
4 فِي
5 مَوَاطِنَ yerlerde و ط ن
6 كَثِيرَةٍ birçok ك ث ر
7 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
8 حُنَيْنٍ Huneyn
9 إِذْ hani
10 أَعْجَبَتْكُمْ sizi böbürlendirmişti ع ج ب
11 كَثْرَتُكُمْ çokluğunuz ك ث ر
12 فَلَمْ fakat
13 تُغْنِ sağlamamıştı غ ن ي
14 عَنْكُمْ size
15 شَيْئًا hiçbir yarar ش ي ا
16 وَضَاقَتْ ve dar gelmişti ض ي ق
17 عَلَيْكُمُ başınıza
18 الْأَرْضُ yeryüzü ا ر ض
19 بِمَا rağmen
20 رَحُبَتْ bütün genişliğine ر ح ب
21 ثُمَّ nihayet
22 وَلَّيْتُمْ dönmüştünüz و ل ي
23 مُدْبِرِينَ gerisin geri د ب ر

Yüce Allah’ın birçok yerde olduğu gibi Huneyn Savaşı’nda da müminlere yardım ettiği ve anılan savaşta müslümanların gurura kapılarak ilâhî nusreti göz ardı etmelerinin nasıl bir sonuç getirdiği hatırlatılmakta, daha sonra kazanılan zaferin Allah’ın lutfuyla gerçekleştiği, bununla birlikte yaptıkları yanlışlıklardan ötürü yürekten pişmanlık duyanlar için bağışlanma kapısının açık tutulduğu, bunu değerlendirme yetkisinin ise Allah’a ait olduğu bildirilmektedir. Hz. Peygamber Mekke’nin fethinden sonra oranın idarî işlerini tanzim ederken, hâlâ putperestlikte devam eden Hevâzin kabilesi bir taraftan telâş, bir taraftan da Kureyş’in başaramadığını başarma hevesine kapılmıştı. Telâşın sebebi, Mekke’dekilerden sonra kendi putlarının da kırılacağı ve bağımsızlıklarını kaybedecekleri endişesiydi. Öte yandan, Kureyş’in başaramadığı işi başarmaları yani müslümanları hezimete uğratmaları halinde bu onlara büyük bir prestij sağlayabilirdi. Kabilenin reisi ve genç bir şair olan Mâlik b. Avf elini çabuk tutarak müslümanlarla savaşa girerse, çocuklarına sürekli olarak övünebilecekleri bir zafer armağan etmiş olacağını düşünüyordu. Arap yarımadasında cengâverlikleriyle ün yapmış olan Hevâzinliler oldukça iddialıydılar. Nitekim törelerindeki en şiddetli savaş usulünü tercih ettiler. “Ölüm-kalım savaşı” denilen bu usule göre kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve kıymetli eşyalar savaş alanının yakınına getiriliyordu. Böylece önem verdikleri değerleri koruma arzusuyla savaş gücünü ve ordunun moralini en üst düzeye çıkarmayı amaçlıyorlardı. Bazı tecrübeli ve yaşlı kişilerin uyarılarını dikkate almayan Mâlik, askerî hazırlıklarını tamamlamış, okçularını Huneyn Geçidi’nin iki yanına mevzilendirmişti. Âyette de Huneyn olarak anılan bu yer tam ve doğru olarak tesbit edilememiştir. Bazı araştırmacılara göre Huneyn, Mekke ile Tâif arasında Mekke’ye 10 mil mesafede bir vadinin adıdır. Bir tesbite göre ise Huneyn, Tâif’in 30-40 mil doğusunda bir yer olup Mekke’ye olan uzaklığı da yaklaşık o kadardır. Muhammed Hamîdullah, Huneyn’i Tâif yönünde yani Mekke’nin güneydoğusunda değil kuzeydoğusunda aramanın daha doğru olacağı kanaatindedir. Âyette değinilen savaş, cereyan ettiği yerin adıyla anıldığı gibi, buna sebebiyet veren kabileden ötürü Hevâzin Savaşı diye de bilinir. 6 Şevval 8 (27 Ocak 630) tarihinde Hz. Peygamber, yeni müslüman olmuş Mekkeli 2000 kişiyi de alarak 12.000 kişiye ulaşan ordusuyla Huneyn’e doğru hareket etmişti. Hareket halindeyken müslümanlardan bazıları ordunun kalabalıklığından dolayı gurura kapılıp, “Bu ordu asla yenilgiye uğratılamaz!” gibi sözler söylemeye başladılar. Bunları söyleyenler daha önce kazanılan zaferlerin sayı gücüyle değil iman gücü ve Cenâb-ı Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğini unutmuş gibiydiler. İslâm ordusu Huneyn Geçidi’ne girdiğinde yamaçlara kümelenmiş bedevî okçuların ok yağmuruna uğradı. Müslümanlar pusuya düşürülmüşlerdi. Herkes korunacak bir yer aramaya başlayınca bozgun ortaya çıktı. Yaygın kanaate göre bu bozgun, özellikle ilk saflarda bulunan Mekkeli 2000 kişide başlamıştır. Bu konudaki rivayetlere göre, 100 kadar müslüman sebat göstermişler ve Hz. Peygamber’in etrafından ayrılmamışlardı. Sahâbenin ileri gelenleri bunlar arasındaydı. Resûlullah müslümanlara hitaben “Kaçmayın, buraya gelin, ben Allah’ın resulüyüm!” diye çağrıda bulunuyor, hemen yanı başındaki Abbas’tan Bey‘atürrıdvân’da söz verenlere seslenmesini istiyordu. Resûlullah’ın bu davetini duyan müslümanlar hemen toplanıp savaş düzenine girdiler. Hz. Peygamber buna çok sevindi, bineği üzerinde çevreyi süzdükten sonra “Yâ rabbi! Zafer vaadini yerine getir, yardımını gönder!” diye dua etti, yerden bir avuç çakıl alarak müşriklerin üzerine doğru attı, “Yüzler kara olsun!” dedi. Sonra “Muhammed’in rabbine yemin olsun, inkârcılar hezimete uğradılar” buyurdu. Böylece savaşta yeni bir aşama başladı. Toparlanan İslâm ordusu, Hz. Peygamber’in gösterdiği hedeflere sistemli saldırılar gerçekleştirdi. Müslümanlar bozguna uğradılar diye mevzilerinden ayrılan düşman askerleri dalgalar halinde üzerlerine gelen bu yeni hücum karşısında şaşkına döndüler ve geleneksel savaş kurallarını da unutarak mallarının yanı sıra, kadın ve çocuklarını dahi bırakıp kaçmaya başladılar. Savaşın ilk kısmı iki aşamalı olarak Huneyn Geçidi civarında tamamlandı. Ancak, savaş müşriklerin firarı ve müslümanların takibi tarzında olmak üzere Evtâs’ta ve Tâif’te devam etti. Daha Tâif Seferi’ne giderken İslâm ordusundaki dinî bilgisi zayıf bazı bedevîler Hz. Peygamber’den mevcut ganimetin paylaştırılmasını istemişler, Resûlullah ise bunu ertelemişti. Tâif Seferi’nden dönünce Hz. Peygamber esirler arasında süt kardeşi Şeymâ’yı gördü, ona ikramda bulunup Medine’ye gelme veya kendi beldesine dönme hususunda onu serbest bıraktı. Şeymâ ikinci şıkkı tercih edince hediyeler vererek ve can güvenliğini sağlayarak onu uğurladı. Resûlullah bu jestten sonra Hevâzinliler’in gelip müslüman olacaklarını ve esirlerle ganimetleri geri isteyeceklerini düşünüyordu. Bu yüzden taksim işini biraz daha erteledi. Fakat diğer taraftan bu istek gelmeyince taksimatı başlattı. Hurkus b. Züheyr adlı kendini bilmez birinin Resûlullah’ı adaletsizlikle itham etmesi onu çok üzdü. Yine, ganimet taksimi sırasında Hz. Peygamber’in bazı ileri gelen kişileri İslâm’a ısındırmak için onlara fazla pay vermesi ensar arasında, “Resûlullah kendi kavmine kavuştu, onlara farklı muamele yapıyor” kabilinden söylentilere yol açtığı için üzüntü duydu (müellefe-i kulûb hakkında bk. âyet 60). Onları toplayıp bir konuşma yaptı. Daha çok soru-cevap şeklinde cereyan eden bu duygu yüklü ve etkileyici konuşma Hz. Peygamber’in ensara karşı duyduğu sevgiyi ve vefakârlığı, ensarın da ona olan derin sevgi, saygı ve bağlılığını açıkça ifade etmeleri için güzel bir vesile oldu. Ensarın gözlerinden akan yaşlar sakallarını ıslatıyordu; Resûl-i Ekrem onlar için hayır dualarda bulundu, onlar da hep birlikte Resûlullah’ın her yaptığına gönülden razı olduklarını söyleyip onu hoşnut ettiler. Bir süre sonra Hz. Peygamber’in beklediği sevindirici gelişme de gerçekleşti: Hevâzinliler Resûlullah’a başvurup kendisinin küçükken onların beldelerinden olan Benî Saîd yurdunda dört yıl kaldığını, esirler arasında süt akrabaları bulunduğunu hatırlattılar ve esirlerin serbest bırakılmasını, mümkünse mallarının da geri verilmesini rica ettiler. Bu teklif gecikmeli olarak gelmişti; fakat Resûlullah hiç değilse esirlerin âzadı için bir yol düşündü: Abdülmuttaliboğulları’nın payına düşen esirleri âzat etti. Bunun üzerine diğer müslümanlar da esirleri serbest bıraktılar. Bir anda bütün Hevâzinliler serbest kalınca, topluca müslüman oldular (Taberî, X, 100-104; Muhammed Hamîdullah, “Huneyn Gazvesi”, DİA, XVIII, 376-377; Hüseyin Algül, “Huneyn Savaşı”, İFAV Ans., II, 299-300; a.mlf., “Hz. Muhammed”, a.g.e., III, 303-304; Derveze, XII,100-102). “Güven duygusu” diye çevirdiğimiz 26. âyetteki sekîne kelimesini, başka Kur’an âyetleri ışığında, yüce Allah’ın, peygamberine ve müminlere lutfettiği ve onların yaşadıkları sarsıntıyı unutturacak bir hâlet-i rûhiye ve özgüven duygusu şeklinde anlamak mümkündür (Taberî, X, 104; krş. Âl-i İmrân 3/154; Enfâl 8/11). Bazı müfessirler bu kelimeyi gönül huzuru sağlayan ilâhî “rahmet” (Zemahşerî, II, 146) ve “zafer” (İbn Atıyye, III, 20) şeklinde de açıklamışlardır (bu kelimeyle ilgili başka bir izah için bk. Bakara 2/248). Müfessirler, benzer konudaki âyetlerde (bk. Âl-i İmrân3/124; Enfâl 8/9) yer alan bilgileri ve ilgili rivayetleri dikkate alarak, 26. âyette İslâm ordusunu desteklemek üzere indirildiği ve müminlerin görmediği bildirilen askerlerin melekler olduğu kanaatine varmışlardır (Râzî, XVI, 22). Bu âyette inkâr edenlerin azaba çarptırıldıkları ifade edilmekle beraber bunun mahiyeti hakkında bir açıklama yapılmamıştır; tefsir âlimleri bunu genellikle, savaşa katılan inkârcıların hezimete uğratılması ve esir alınmaları veya öldürülmeleri şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, X, 104; Zemahşerî, II, 146). Muhammed Esed, müfessirlerin çoğunluğuna göre 27. âyetin daha çok inanmayanlarla ilgili olduğunu ve genel bir mahiyet taşıdığını, Râzî’nin ise âyetin Huneyn Savaşı’nın başında hatalı davranan müminlerle ilgili olduğunu söylediğini ileri sürmektedir (I, 354). Halbuki Râzî, âyetin müminlerle ilgili olduğunu söylememekte, sadece bu konudaki bazı yorumları âyette geçen “tevbe”nin nasıl anlaşılması gerekeceği açısından eleştirmektedir; Râzî’nin açıklamalarında, Huneyn Savaşı’nın başında hatalı davranan müminlerden ise hiç söz edilmemektedir (XVI, 23). 

 

Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri

وطن Vetane: وَطَنَ yaşamak ve ikamet etmek demektir. Tef’il babına dönüştürüldüğünde anlam yurt edinmek olur. Bu ayeti kerimede geçen formu mescid gibi ismi mekan olarak yurt, vatan, harp meydanı ve bölge gibi manalara gelen مَوْطِنٌ ün lafzının çoğulu مَوَاطِنٌ sözcüğüdür. (Dağarcık) Kuran’ı Kerim’de yalnızca 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli vatandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَوَاطِنَ كَث۪يرَةٍۙ 

 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

نَصَرَكُمُ   fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  ف۪ي مَوَاطِنَ  car mecruru  نَصَرَكُمُ fiiline müteallıktır.  مَوَاطِنَ  kelimesi müntehe’l cumû’ sıygasında olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَث۪يرَةٍ  kelimesi  مَوَاطِنَ’nın sıfatıdır. 


وَيَوْمَ حُنَيْنٍۙ اِذْ اَعْجَبَتْكُمْ كَـثْرَتُكُمْ 

 

وَ  atıf harfidir.  يَوْمَ   zaman zarfı , mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri, ونصركم يوم حنين şeklindedir.

حُنَيْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   اِذْ  zaman zarfı,  يَوْمَ ’den bedel olup mahallen mansubtur.

اَعْجَبَتْكُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَعْجَبَتْكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  كُمۡ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

كَـثْرَتُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَعْجَبَتْكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındadır. Sülâsîsi  عجب’dır.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat) tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْـٔاً وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَۚ

 

فَ  atıf harfidir.   لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تُغْنِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir.

عَنْكُمْ car mecruru   تُغْنِ  fiiline müteallıktır.  شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri,  إغناءما şeklindedir.

وَ  atıf harfidir.  ضَاقَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  عَلَيْكُمُ  car mecruru  ضَاقَتْ  fiiline müteallıktır.

الْاَرْضُ  kelimesi fail olup lafzen merfûdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte   الْاَرْضُ nun mahzuf haline müteallıktır.  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. Takdiri,  ضاقت ملتبسة برحبها  şeklindedir.

رَحُبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَّيْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

مُدْبِر۪ينَ  hal-i müekkide olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَّيْتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَوَاطِنَ كَث۪يرَةٍۙ وَيَوْمَ حُنَيْنٍۙ

 

Ayet, istînâfiyyedir.  لَ  ise mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

قَدْ  tahkik harfi ve  لَ ’la tekid edilmiş  لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَوَاطِنَ كَث۪يرَةٍۙ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle  اللّٰهُ  isminin zikri tecrîd sanatıdır.

Burada mef’ûl olan  كم  zamiri,  لقد َنصركم  şeklinde fiile bitişerek fail konumundaki Allah lafzından önce gelmiştir. Bu da zaferin sadece müminlere has bir durum olduğunu göstermekte, ayrıca onların konumlarının yüceltildiğini ve onlara merhamet edildiğini ifade etmektedir. (Şeyma Çetinkaya, Cihâd ve Kıtâl Ayetlerinde Te’kîd)

وَيَوْمَ حُنَيْنٍۙ  [Huneyn gününde] ifadesi, hususi olanın umumi olan üzerine atfı kabilindendir. Yardımın büyüklüğünü ifade eder. Çünkü yardım, ümitsizliğe düşmelerinden sonra gelmiş ve sıkıntıda iken ferahlamışlardır. (Safvetu’t Tefasir)

مَوَاطِنَ, kelimesi  مَوْطِن 'un  çoğuludur. مَوْطِن, insanın herhangi bir sebeple durduğu her yere verilen isimdir. Bu izaha göre  مَوَاطِنُ الْحَرْبِ  ifadesi, “savaşın yapıldığı yerler, harp sahneleri” anlamına gelir. Bu kelimenin gayri munsarif olması ise müfredin kullanılmadığı bir manada cemi olmasıdır.  مَوَاطِنَ كَثٖيرَةٍ  kelimesi, Allah’ın Resulünün savaştığı birçok yere işaret eder. Bu yerlerin seksen adet olduğu söylenmiştir. Böylece Allah, müminlere yardım edenin kendisi olduğunu bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

Huneyn savaşının özellikle zikredilmesi, herhalde bu savaşın ilk aşamasında Müslümanların sebattaki zayıflığına işaret içindir. (Ebüssuûd)

Dünyalık bazı nimetler elden kaçırılsa bile nusreti (yardım ve muzafferiyeti) açıkça Allah Teâlâ’ya isnad etmek, müminlerin Allah’a olan sevgisinin üstün tutulduğunun (yeğlendiğinin) beyanı içindir. (Âşûr)


اِذْ اَعْجَبَتْكُمْ كَـثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْـٔاً وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَۚ

 

Mazi manalı zaman zarfı  وَيَوْمَ حُنَيْنٍۙ ,اِذْ ’den bedeldir. Muzâfun ileyh konumundaki اَعْجَبَتْكُمْ كَـثْرَتُكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzâfun ileyhe matuf menfi muzari fiil cümlesi  فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْـٔاً, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  شَيْـٔاً ’deki tenvin kıllet, nev ve umum ifade eder. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ  cümlesi ve onu takibeden aynı üsluptaki  وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَۚ  cümlesi, makabline matuftur.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  وَضَاقَتْ  ,مَا ’a müteallıktır. Sılası  رَحُبَتْ, mazi fiil sıygasında gelmiştir. 

وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ [Bütün genişliğine rağmen….] cümlesi, içinde bulundukları duruma karşı duyulan şaşkınlığı ifade eden bir meseldir. Sanki içinde bulundukları sıkıntı ve endişe nedeniyle yeryüzünde yerleşebilecekleri bir mekân bulamamaktadırlar. (Keşşâf II, s. 304)

وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْاَرْضُ [Yeryüzü size dar oldu.] ifadesinde yeryüzü, duvarları olan bir mekâna benzetilmiştir. Temsîli istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)

كَث۪يرَةٍۙ - كَـثْرَتُكُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ضَاقَتْ (dar oldu)  رَحُبَتْ (geniş oldu) kelimeleri arasında tıbak-ı icab vardır.

Buradaki “darlık”  بِما رَحُبَتْ  kavli karinesince gerçek manasında olmayıp fikrî kargaşa ve bozukluk sebebiyle yaşadığı ıstırap neticesinde kurtuluş yolu bulamayan kişinin misalindeki gibi  “...yeryüzünü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti.” ﴾ وضاقَتْ عَلَيْكُمُ الأرْضُ بِما رَحُبَتْ﴿ ifadesi de temsîli istiaredir. Bu durum yeryüzünde dar bir mekâna sıkışıp kalmış, oradan çıkmak isteyen ancak çıkamayan veya başka bir yere geçemeyen kişinin durumuna benzer. (Âşûr)
Tevbe Sûresi 26. Ayet

ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَنْزَلَ جُنُوداً لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ  ...


Sonra Allah, Resûlü ile mü’minler üzerine kendi katından güven duygusu ve huzur indirdi. Bir de sizin göremediğiniz ordular indirdi ve inkâr edenlere azap verdi. İşte bu, inkârcıların cezasıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
3 اللَّهُ Allah
4 سَكِينَتَهُ sekinetini س ك ن
5 عَلَىٰ üzerine
6 رَسُولِهِ Elçisinin ر س ل
7 وَعَلَى ve üzerine
8 الْمُؤْمِنِينَ mü’minlerin ا م ن
9 وَأَنْزَلَ ve indirdi ن ز ل
10 جُنُودًا askerler ج ن د
11 لَمْ
12 تَرَوْهَا sizin görmediğiniz ر ا ي
13 وَعَذَّبَ ve azab etti ع ذ ب
14 الَّذِينَ olanlara
15 كَفَرُوا kafirlere ك ف ر
16 وَذَٰلِكَ işte budur
17 جَزَاءُ cezası ج ز ي
18 الْكَافِرِينَ kafirlerin ك ف ر
رحب Rahabe : رُحْبٌ Mekan ve yer genişliği demektir. Örnek olarak mescid avlusu için de kullanılır. Yine istiare olarak hem midesi geniş hem de sinesi geniş olanlar hakkında da kullanılmaktadır. Bu köke ait Türkçede yaygın olarak kullandığımız merhaba مَرْحَباً kelimesi geniş bir yer edindin/edinin anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli merhabadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَنْزَلَ جُنُوداً لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

سَك۪ينَتَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلٰى رَسُولِه۪  car mecruru   اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.

عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  عَلٰى رَسُولِه۪’ye matuftur.  الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

جُنُوداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi  جُنُوداً’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَرَوْهَا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  عَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası   كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَذَّبَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


  وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

جَزَٓاءُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَنْزَلَ جُنُوداً لَمْ تَرَوْهَا وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ

 

Ayet önceki ayetteki  وَلَّيْتُمْ مُدْبِر۪ينَۚ  cümlesine  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَسُولِه۪  ve  سَك۪ينَتَهُ  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları  رَسُولِ  ve  سَك۪ينَتَ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Aynı üslupta gelen …وَاَنْزَلَ جُنُوداً  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.  جُنُوداً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikri  tecrîd sanatıdır.

لَمْ تَرَوْهَا  cümlesi,  جُنُوداً  için sıfattır. Sıfat cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Kelam önceki ayette muhatap zamiri ile devam ederken burada  الْمُؤْمِن۪ينَ  şeklinde açık ismin gelişi; bu sıfatın yani mümin olmanın açıkça ilan edilmesi, onların tazimi ve tekrimi içindir. Arkadan kâfirlerin ismen zikredilmesinde de onları tahkir manası vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَعَذَّبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi,  ثُمَّ اَنْزَلَ اللّٰهُ  cümlesine  وَ  ile atfedilmiştir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mef’ûl konumundadır. Sılası, ayetteki diğer fiiller gibi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

الْمُؤْمِن۪ينَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.

اَنْزَلَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sekîne, kalbin ve nefsin kendisiyle sükûnete erdiği, emniyeti ve itminanı veren şeydir. Bu husustaki istiare vechinin şu olduğunu zannediyorum: İnsan, korktuğu zaman kalbi çarparak kaçar. Ama emniyete kavuştuğunda telaşı sona erer ve sükûnete kavuşur. Emniyet sükûnete ermeyi gerektirince, “sekîne” kelimesi emniyetten kinaye kılınmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hakk’ın, “Sonra Allah, peygamberinin ve müminlerin üzerine sekînetini indirdi.” buyruğu, fiilin (işin), dâînin (sebebin) bulunmasına dayandığına delalet eder. Bu da daî’nin ancak Allah tarafından meydana getirildiğini gösterir.

(Fahreddin er-Râzî)

Burada Müslümanların iman vasfıyla zikredilmiş olmaları (الْمُؤْمِن۪ينَ), Allah Teâlâ'nın yardım indirmesindeki illet ve sebebin iman olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

ثُمَّ  kelimesi aşamalı bir rahatlama ve ferahlamaya işaret eder. Zira yeryüzüne meleklerin ve kalplere sekinetin indirilmesi, Huneyn günü gerçekleşen ilk muzafferiyetten (galibiyetten) daha büyüktür. Her ne kadar istenilen (murad edilen) zamansal bir rahatlama-ferahlama olsa da musibetin büyüklüğü ve dehşeti onun müddetinin uzunluğu mesabesinde görülmektedir. Nitekim bela ve felaketler süreleri kısa da olsa uzun olarak hissedilir. (Âşûr)

Ayrıca atıf harfinden sonra (عَلى) harfinin tekrar edilmesi, fiilin ikinci bir mecrura yeniden bağlanarak iki farklı sekÎnetin ayrıştırıldığına dikkat çekmektir. Burada Rasulullah’ın (s.a.) sekîneti, kendisiyle birlikte olan Müslümanlar üzerindeki endişesinin izalesi, onlar hakkında gönül rahatlığına kavuşması ve Allah’ın yardımına olan kesin inancı (güveni) iken müminlerin sekîneti ise kaygı ve korkudan sonra kendilerine lütfedilen azim ve cesaretleridir. (Âşûr)

 

وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ

 

وَ  ta’liliyyedir. Ayetin son cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek  içindir. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir. 

Cümlede  ذٰلِكَ  ile kâfirlerin cezasına işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, 57, s. 190)

Ayetin fasılası, önceki manayı kuvvetlendiren tezyîl cümlesidir. Itnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekit etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

الْكَافِر۪ينَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Son cümledeki  ذٰلِكَ  işaret ismi kâfirleri tahkir ve cezalarının büyüklüğüne işaret için gelmiştir.

 
Günün Mesajı
Müslüman dünyayı imar etmek, Allah'ın dinine göre yaşamak ve yaşatmakla mükelleftir. Bu esnada dünya nimetlerini kullanmak ve şükrünü eda etmek için isteyebilir. Ancak bu nimetler insanı fitneye düşürebilir. Bunun için Allahın emir ve yasaklarına uyarak bu nimetleri kullanmaya gayret etmeliyiz. Rububiyet, yaratma, besleyip büyütme, her varlığa uygun yapı ve hususiyetler verme, insan hayatı için gerekli kaideleri, haram ve helâlleri tesbit etme yetki ve icraatını içine alır. İlah ise, kendisine ibadet edilen varlıktır. 31. ayet ve Kur'an'daki başka ayetler bu iki kelimeyi bir arada kullanarak ancak ilâh olanın rab olabileceğini, rab olanın da aynı zamanda ilâh olduğunu, gerçek manada Tevhidin, Allah'ı hem rab hem ilâh olarak tanımayı gerektirdiğini ortaya koymaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sınır kapısından geçmek üzere bekliyordu. Arada sırada geri gönderilenleri izliyor ya da bağrış çağrışları anlamlandırmaya çalışıyordu. Etrafındakilerin çoğu, kendi derdindeydi çünkü hepsinin de bu kapıdan geri gönderilme ihtimali vardı.

Önündeki adamın da sınırdan geçmesiyle, sıra kendisine geldi. Görevliye tedirgin bir şekilde selam verdi. Eşyalarını, incelenmeleri için bandın üzerine koydu ve kontrol kapısından geçti. Duymaktan korktuğu sesi duyunca, çenesini kasarak görevliye baktı.

 

Görevli ise ona bakmıyordu. Ekranda beliren sonuçlara göre, bazı notlar alıyordu. İşi bittikten sonra, gözlüklerinin üzerinden baktı. ‘Sınırı geçmek için bırakmanız gerekenler var.’ dedi. ‘Olur.’ diyerek çantalarını açmaya yeltenince, görevli kolunu uzatarak durdurdu. ‘Bırakmanız gerekenler onların içinde değil. Kalbinizde taşıdıklarınızdan bahsediyorum. Öncelikleriniz yanlış.’

Görevlinin sorgulayan bakışları altında ezildikçe eziliyordu. Ancak, neyi nasıl yapması gerektiğini bilmediğini söylemeyi de nefsine yediremiyordu. Arkadan yükselen şikayet seslerini dinlerken, bir mucize için dua ediyordu. O sırada, sınırın ötesinden bir adam belirdi. Elinde davuluyla mani benzeri sözler söylüyordu:

‘Ardında bırakamadıklarına bağlanma,
Hakikati dinle, nefsin asla doymayacak.
Bacağına sarılan dünyalıkları silkele,
Sınırdan geçtiğinde, onlara hasretin kalmayacak.

Cennete koş, en güzel dualarla müjdelerin Sahibine sığınarak:

Yardımını gönder, ey Rabbim. Kalbimi faydasız sevgilerden arındır. Senin ve sevdiklerininkini yerleştir. Dünyalık yüklerimden kurtar. Yolunda yürüyüşümü kolaylaştır. Sevdiklerinle yolumu kesiştir. Ömrümü bereketinle doldur. Müjdelediğin hayırlara ulaştır. Rahmetine ve rızana kavuştur. Cennet nimetlerini tattır. Sonsuz huzurunla buluştur.’

Dualarla hafifleyen kalbiyle, kendinden emin bir şekilde kontrol kapısından tekrar geçti. Durmamıştı ama görevlinin sesiyle arkasına baktığında, geride bıraktığı eşyalarını gördü. Gülümseyerek elini kalbine götürdü ve ihtiyacım olan her şey burada diyerek sınırın ötesinde, yoluna devam etti.

Allah’ın rahmetine, rızasına ve cennetine kavuşan kullarından olmak duasıyla.

Amin.

***

Uhrevi meselelerdense, kontrol duygusuyla yanıltan dünyalıklar uğruna endişelenmek sanki bir zorunluluktur. Yeryüzünde huzuru yakalamak için ahiretteki halinden taviz vermek kabul edilirdir. 


Önceliklerin karışmasının sebebi ise rıza makamından uzaklaşan nefsin şımarıklığıdır. Yani Allah’ın imtihan dünyasında koyduğu sınırlardan razı olmamanın sonucunda bir gün kesinlikle kaybedeceği dünyalıklara: ‘dünyaya bir kere geliniyor’ bakış açısıyla sıkıca tutunmaktır.

[Yahya bin Muaz’a sorarlar:
-Kul ne zaman rıza makamına ulaşır?
-Rabbinin kendisine muamelesi hususunda kendinde dört prensibi uygulayınca ve: 
‘Bana verirsen kabul ederim,
Vermezsen razı olurum,
Beni terk edersen Sana ibadet ederim,
Beni çağırırsan icabet ederim’ deyince.]

Ey Allahım! Bizim ve sevdiklerimizin ayaklarını yolunda sağlam kıl. Yolunu şaşıran kullarına gerçeği göster ve şaşkınlıklarını gider. Kalplerimizi, Sana itaat halinden uzaklaştıran hallerden arındır. Hayatlarımızı, iki cihanda da gönüllerimize ferahlık getirecek nice hayırlarla doldur. Gönüllerimizi ve zihinlerimizi, hem dünyada hem de ahiretteki halimize hayırlara vesile olacaklarla meşgul eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji