قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَاتِلُوهُمْ | onlarla savaşın (ki) |
|
2 | يُعَذِّبْهُمُ | onlara azabetsin |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | بِأَيْدِيكُمْ | sizin ellerinizle |
|
5 | وَيُخْزِهِمْ | ve onları rezil etsin |
|
6 | وَيَنْصُرْكُمْ | ve sizi üstün getirsin |
|
7 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
8 | وَيَشْفِ | ve şifa versin |
|
9 | صُدُورَ | göğüslerine |
|
10 | قَوْمٍ | toplumunun |
|
11 | مُؤْمِنِينَ | inananlar |
|
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ
Fiil cümlesidir. قَاتِلُوهُمْ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ cümlesi ف harfi bitişmeden gelmiş mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تقاتلوهم يعذّبهم الله (Onlarla savaşırsanız Allah onlara azap eder.) şeklindedir.
يُعَذِّبْهُمُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بِاَيْدٖيكُمْ car mecruru يُعَذِّبْهُمُ fiiline müteallıktır. اَيْدٖيكُمْ kelimesi ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْزِهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُعَذِّبْهُمُ fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُخْزِهِمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَنْصُرْكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُعَذِّبْهُمُ fiiline matuftur. يَنْصُرْكُمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَنْصُرْكُمْ fiiline müteallıktır.
يَشْفِ صُدُورَ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُعَذِّبْهُمُ fiiline matuftur. يَشْفِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir.
صُدُورَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُؤْمِنٖينَ kelimesi قَوْمٍ kelimesinin sıfatı olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مُؤْمِنٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَاتِلُوهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi قتل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
يُعَذِّبْهُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle قَاتِلُوهُمْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْدٖيكُمْ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Takdiri, إن تقاتلوهم (Onlarla savaşırsanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf şart ve cevabından müteşekkil (meydana gelen) terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Ayrıca konunun önemini vurgulayarak müminlere teşvik ifade eder.
Bundan önce savaştan geri durmamak konusunda yapılan uyarıdan sonra bu ayet de savaş emrini yineler, mü'minlere zafer, düşmanlara hezimet vadeder ve müminlerin kalplerini şüphe, tereddüt ve korku yerine güven ve cesaretle doldurur. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupla gelen müteakip (ardından gelen) üç cümle, يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ cümlesine matuftur. Cümlelerin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.
Cevap cümlesinde fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
الصُّدُورِ kelimesinin muhatap zamirine değil de قَوْمٍ مُؤْمِنِينَ terkibine (tamlamasına) muzâf olması, Allah’ın müminlerin yardımıyla kalplerini ferahlattığı kişilerin savaş (kıtal) ile muhatap kılınan bir grup mümin olduğuna işaret etmektedir. (Âşûr)
قَوْمٍ ’deki tenvin tazim içindir. Sıfat konumundaki مُؤْمِنٖينَ sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.
قَاتِلُوهُمْ cümlesinin şart manasında olduğu, cevap cümlesinin يُعَذِّبْهُمُ şeklinde meczum olarak gelişinden anlaşılır.
يُخْزِهِمْ - يَنْصُرْكُمْ arasında îhâm-ı tezâd vardır.
اَيْد۪يكُمْ ibaresinde birçok iş ellerle yapıldığından cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
اَيْدٖيكُمْ izafetinde iki tarafı da tazim manası vardır.
صُدُورَ kelimesiyle kalpler kastedilmiştir. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيُذْهِبْ | ve gidersin |
|
2 | غَيْظَ | öfkesini |
|
3 | قُلُوبِهِمْ | yüreklerinin |
|
4 | وَيَتُوبُ | ve tevbesini kabul eder |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | عَلَىٰ |
|
|
7 | مَنْ | kişinin |
|
8 | يَشَاءُ | dilediği |
|
9 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
10 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
11 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la يُعَذِّبْهُمُ fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُذْهِبْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
غَيْظَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قُلُوبِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُذْهِبْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi ذهب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَتُوبُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte يَتُوبُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٖيمٌ haber olup lafzen merfûdur. حَكٖيمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَلٖيمٌ - حَكٖيمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece ilmi geniş ve her işi hikmetli olan, demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıbı; bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ
وَ atıftır. Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْدٖيكُمْ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Önceki ayetin devamıdır. Meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cenabı Hakk'ın, “Müminler zümresinin göğüslerini ferahlandırsın” ifadesi, Allah'ın gayzdan (öfkeden) doğan eleme şifa verdiğini ifade eder. Dolayısıyla bu, gayzı gidermenin ta kendisidir. O halde ayetteki, “Ve kalplerinden gayzı gidersin.” tabiri, bir tekrardır. Buna şöyle cevap verilir: Allah Teâlâ, bu fethin (Mekke Fethi) onlara nasip ve müyesser olacağını vadetmişti. Bundan dolayı onlar, bunun ne zaman olacağını beklemekten ötürü bir sıkıntı içindeydiler. Nitekim “İntizar (beklemek), kırmızı ölümdür.” denilir. İşte Cenab-ı Hakk, onların kalplerinde, bu beklemeden doğan zahmet ve sıkıntıyı gidermiş, ferahlık vermiştir. Bu izaha göre ayetteki, “Müminler zümresinin göğüslerini ferahlandırsın.” ifadesi ile “Kalplerinden gayzı gidersin.” ifadesi arasındaki fark ortaya çıkar. (Fahreddin er-Râzî)
Kalplerindeki gayzı, kin ve öfkeyi gidersin. Yani gönüllere öyle bir şifa versin ki ihtirasları artıracak, yeni yeni öfkelere sebebiyet verecek, saldırgan bir intikam şeklinde olmasın; tam aksine hakkın yerini bulmasından zevk alacak olan müminlerin kalplerindeki kinleri silsin, haklı öfkelere sebep olan zulüm ve haksızlığı, saldırganlığı ortadan kaldıracak şekilde gayzdan azade (bağımsız) bir hayat yaşatsın, gönülleri huzura kavuştursun.
Görülüyor ki burada savaş emri üzerine beş ayrı hikmet ve fayda bina edilmiştir. Ve bunlar وَ harfi ile birbiri üzerine atfedilerek beşi birden “Savaşınız!” emrine cevap yapılmıştır. Şöyle ki:
1. Tâzib: Yani cezalandırma, suçluyu ve saldırganı hak ettiği cezaya çarptırmak,
2. İhza’: Saldırganı zelil ve perişan edip baş kaldıramaz duruma sokmak,
3. Nusret: Müminlerin şan ve şerefini yüceltmek,
4. Şifa-i sadr: Ezilmiş ve acı çekmiş olan Müslümanların gönüllerine su serpip ferahlık vermek,
5. Öfkeleri giderme: Hakkın yerini bulmasından dolayı galip tarafı da mağlup tarafı da yeni yeni kin ve öfkeden korumak.
Bu beş maddelik gerekçenin hepsi birden, meşru bir savaşın gayelerini beyan etmekte ve hedefin gerçekleşmesini vadetmektedir. Demek oluyor ki savaşta en başta bir cezalandırma hikmeti vardır. Savaşın esas gayesi, Allah'ın yardımını, nusretini ve rızasını kazanmaktır. Bu da gönüllerdeki kin ve öfke ateşini silecek, gönüllere huzur ve ferahlık getirecek nihai bir hedefi gerçekleştirmiş olmalıdır. (Elmalılı)
وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يَتُوبُ ,مَنْ fiiline müteallıktır. Sılası olan يَشَٓاءُ, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Genel olarak يَشَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibhâm; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu ayet-i kerime talebin cevabı olduğu için muzari fiil cezimli olarak gelmiştir.
Aslında يَتُوبُ cümlesi makablinin (kendinden öncesinin) devamıdır. يَتُوبَ şeklinde de okunmuştur. Savaş, müşriklerin gücünü dağıtma ve azimlerini kırma sebebi olduğu gibi, kendi durumlarını değerlendirerek gurur, kibir, ve günahlarından tevbe etmelerinin de nedeni olabilir. Ancak sebep olma şekli farklı olduğu için makablinden farklı bir uslubla gelmiştir. (Yani meczum değil merfu olarak gelmiştir.) (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ, “... dilediği kimseye” buyurmuştur. Çünkü insanın dünya malına nail olması ve ona dünyanın kapılarının açılması, bazen kalbin dünyadan yüz çevirmesine sebep olur ki bu ancak Allah Teâlâ'nın kendisi hakkında hayrı murad ettiği kimse için söz konusudur. Bazen de bu hal, insanın dünyaya iyice dalmasına, onun için kendisini adeta helak etmesine, bu sebeple Allah yolundan uzaklaşmasına da sebep olabilir. İşte zikrettiğimiz şekilde insanların durumu farklı farklı olduğu için Allah Teâlâ, “Allah dilediği kimseye tövbe nasip eder.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Müstenefe olan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ حَكٖيمٌ (Allah alimdir, hakimdir.) Her yaptığı iş nice hikmetleri içerir. Genellikle bu gibi “zeyl (ilave)” ifadeleri zamir ile yetinmeyip Allah ism-i celâli ile birlikte gelir ki bu daha çok ilâhi heybet ve korkuyu muhatabın ruhuna telkin içindir. Yani o şan ve azametine sınır olmayan Allah Teâlâ bu kıtal (savaşma) emrini, bir hikmet ve bilgiye dayanarak vermiştir. Şu halde bu gibi emirler, kemâl-i dikkat ve itina ile uygulandığı zaman bu hikmet ve faydaların neler olduğu görülecektir. Bunun sonunda birtakım hayırlar bulunduğu hakkında şüphe ve tereddüde düşülmemelidir. Ve bu ilâhi emirlere karşı gelmekten son derece sakınılmalıdır. (Elmalılı)
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerin, tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَلٖيمٌ - حَكٖيمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَلٖيمٌ ve حَكٖيمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ حَكٖيمٌ cümlesinde zamir yerine Allah lafzının gelmesi, konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir. (Safvetu’t Tefasir)
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | حَسِبْتُمْ | siz sandınız mı? |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تُتْرَكُوا | bırakılacağınızı |
|
5 | وَلَمَّا |
|
|
6 | يَعْلَمِ | bilmeden |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
9 | جَاهَدُوا | cihad eden(leri) |
|
10 | مِنْكُمْ | içinizden |
|
11 | وَلَمْ | ve |
|
12 | يَتَّخِذُوا | edinmeyen(leri) |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِ | başkasını |
|
15 | اللَّهِ | Allah(’tan) |
|
16 | وَلَا | ve |
|
17 | رَسُولِهِ | Elçisin(den) |
|
18 | وَلَا | ve |
|
19 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler(den) |
|
20 | وَلِيجَةً | sırdaş |
|
21 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
22 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
23 | بِمَا | şeyleri |
|
24 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızı |
|
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ
اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. Yani بل أحسبتم demektir.
حَسِبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, حَسِبْتُمْ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar,
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden dolayı kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir. Bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirmek manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette حَسِبْتُمْ fiili, “sanmak” manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُتْرَكُوا fiili نَ’un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
يَعْلَمِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذٖينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası جَاهَدُوا مِنْكُمْ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْكُمْ car mecruru جَاهَدُوا’deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ ismi mecrur olarak mahallen mecrurdur.
جَاهَدُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik-ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَتَّخِذُوا şart fiili ن’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru يَتَّخِذُوا fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune veya وَلٖيجَةًؕ kelimesine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. مِنْ دُونِ’den anlaşılan nefyi tekid etmek içindir. رَسُولِهٖ kelimesi lafza-i celâle matuftur.
Muttasıl zamir هٖ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. الْمُؤْمِنٖينَ kelimesi رَسُولِهٖ kelimesine matuf olup cer alameti ي harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُؤْمِنٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٖيجَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَّخِذُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟
İsim cümlesidir. و istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
خَبٖيرٌ haber olup lafzen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte خَبٖيرٌ kelimesine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نْ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خَبٖيرٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe, benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ
Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp ikaz ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Buradaki munkatı’ أمْ edatı kelamdaki maksadın değiştiğini ifade eden idrâb harfidir. Munkatı’ أمْ’den sonra gelen sözlerde ise daima istifham hükmü vardır. Yani حَسِبْتُمْ sözü أحَسِبْتُمْ kuvvetindedir. Takdir edilen bu istifham inkârîdir. (Âşûr)
اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan حَسِبْتُمْ fiilinin birinci mef’ûlüdür. İkinci mef’ûlün hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Hal وَ ’ıyla gelen وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذٖينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Sılası mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan has ism-i mevsûl, يَعْلَمِ fiilinin mef’ûlüdür. Mevsûlün sılası olan جَاهَدُوا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Sıla cümlesine وَ ’la atfedilen … وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede nefy harfinin tekrarı tekid ifade etmiştir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, muzâfın ve gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ car-mecruru, ولِيجَةً kelimesinin müteallıkıdır. مِن harf-i ceri ibtidaîyyedir, yani ولِيجَةً’nin bulunduğu hal; Allah’tan, Resulünden ve müminlerden uzaklığın başladığı yere benzetilmiştir. (Âşûr)
رَسُولِهٖ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولِ, şan ve şeref kazanmıştır.
اَمْ idrâb harfi, burada بل ve hemze manasındadır. Yani idrâbu’l-intikâliyye ve istifham-i inkâriyyedir. (İrab Uygulaması, Muhammed Sâfî)
وَلٖيجَةً kelimesi müsteardır. Çünkü الولبجة ,الدخيلة ve البطانة aynı anlama gelen kelimelerdir. Bunlar; insanın sırdaş edindiği, hüznünü gideren ve işlerinde kendisine danıştığı kimseyi ifade eder. الولبجة ve الدخيلة asıl olarak, bir topluluk içinden çıkıp başka bir topluluğa dahil olan ve adeta onların içine girip kaynaşan kimseyi ifade eder. (Kur’an Mecazları Şerîf er-Radî)
وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte خَبٖيرٌ’e müteallıktır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah, kullarının bütün hallerini hakkıyla bilir. Bu cümle, bir öncesi için bir zeyl (ilave) olup vaat ve vaîd (ceza vaadi) ifade eder. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
خَبٖيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ (yaptıklarınızdan haberdardır) ifadesi Allah Teâlâ’nın, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken lâzım-melzûm alakasıyla “yaptıklarınızın karşılığı verilecektir” manası taşır. Lâzım zikredilmiş, “yaptıklarınıza karşılık verir” manasındaki melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürseldir.
تَعْمَلُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | yoktur |
|
2 | كَانَ | yoktur |
|
3 | لِلْمُشْرِكِينَ | müşrikler için |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَعْمُرُوا | imar etmeleri |
|
6 | مَسَاجِدَ | mescidlerini |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | شَاهِدِينَ | şahitler iken |
|
9 | عَلَىٰ |
|
|
10 | أَنْفُسِهِمْ | kendi nefislerinin |
|
11 | بِالْكُفْرِ | küfrüne |
|
12 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
13 | حَبِطَتْ | boşa çıkmıştır |
|
14 | أَعْمَالُهُمْ | yaptıkları işler |
|
15 | وَفِي | ve |
|
16 | النَّارِ | ateşte |
|
17 | هُمْ | onlar |
|
18 | خَالِدُونَ | sürekli kalacaklardır |
|
Bu âyetlerde, sağlam bir inanç üzerine temellendirilmemiş dinî davranışların Allah katında bir değere sahip olmadığı açıklanmaktadır.Bunun iyi anlaşılması için somut bir örneğe yer verilmiş, o günkü muhatap kitlenin yakından bildiği ve dine hizmet konusunda sembol haline gelmiş olan Kâbe ile ilgili bazı görevlere değinilmiştir. Âyetlerin iniş sebebiyle ilgili değişik rivayetler bulunmakla beraber, bunların içerdiği bazı bilgilerle âyetlerin nüzûl zamanı arasında uyumsuzluklar bulunmaktadır. Bu rivayetlerdeki bilgilerden hareketle âyetlerin, müslümanlar arasında çıkan bir tartışmada, hacılara su verme hizmetini üstlenen ve Mescid-i Harâm’ın onarım ve bakımı ile meşgul olan müşriklerin müminler gibi sevap alıp alamayacaklarının konuşulması ve durumun Resûlullah’a sorulması üzerine indiği söylenebilir (Taberî, X, 94-97; İbn Atıyye, III, 16-17; Şevkânî, II, 392-394). Bununla birlikte, âyetlerin ifadesi mutlaktır ve hedefi geneldir; içeriği de, birçok âyette değişik vesilelerle ve farklı üslûplarla ortaya konan iman-amel arasında güçlü bir ilişki bulunduğu fikriyle ve davranışlarda sırf Allah’ın hoşnutluğunu gözetmenin önemli olduğu ilkesiyle örtüşmektedir. Bütün bu anlatımların ortak noktası şudur: Aklî ölçülere ve geleneklere göre ne kadar yararlı ve önemli sayılırsa sayılsın, bir işin Allah katında değer kazanmasının ön koşulu, Allah’a ortak koşmamak ve O’nun hoşnutluğunu kazanma iradesine sahip olmaktır. Câhiliye döneminde Kâbe’nin bakımı ve hacılara yardımcı olmak için oluşmuş hizmet birimleri ve bu hizmetlerin yürütülmesine ilişkin gelenekler vardı. Hz. Peygamber’in dedelerinden Kusay zamanında (İslâm’dan yaklaşık 150 yıl önce) Kureyş’e geçen bu hizmetlerin sorumluluğunu üstlenmek onurlu bir görev sayıldığı gibi bir yandan da ekonomik faydalar sağlıyordu. 19. âyette iki önemli hizmete (sikåye ve imâre) değinilmiş olmakla beraber burada sadece bu iki işin değil, genel olarak Mescid-i Harâm’a ve hacılara verilen hizmetlerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Sikåye, hacılara içecek su temin etme görevini, imâre ise Kâbe’nin bakım ve onarılması görevini ifade etmektedir. Bu ikinci görevin süreklilik taşıyan yönü sidâne ve hicâbe şeklinde anılır; Kâbe’nin perdedarlığı, Kâbe anahtarının muhafaza edilmesi demektir. Âyette bu iki görevin (sikåye ve imâre) zikri ile yetinilmesinin sebebi, Resûlullah’ın Mekke’nin fethinden sonra Câhiliye âdetlerinin kaldırıldığını ve sadece sikåye ile sidânenin bırakıldığını bildirmiş olmasıyla izah edilebilir. Âyetlerin iniş sebebini gösteren rivayetlerde –müşrik olduğu halde yaptığı hizmetten ötürü Allah katında sevap kazanıp kazanamayacağı tartışılan kişiler için– söz konusu edilen görevlerin bu iki hizmet olması da muhtemeldir (Derveze, XII, 93-94). Yukarıda belirtilen konuya hazırlık olmak üzere 17-18. âyetlerde, mescidlerin imar edilmesi konusuna ve kendi inkârcılıklarını görüp bildikleri halde putperestlerin Allah’a ibadet yeri olan mescidleri imar edemeyeceklerine değinilmiştir. 17. âyetin “inkârlarına bizzat kendileri tanıklık edip dururlarken” şeklinde çevrilen kısmı, “Resûlullah’ın peygamberliğini açıkça inkâr ettikleri, Kâbe’ye putlar dikip onlara tapındıkları ve Kâbe’yi çıplak olarak tavaf ettikleri halde” gibi mânalarla açıklanmıştır (Râzî, XVI, 8). Burada “imar etme” ile mescidlerin maddî anlamdaki imarının yani inşası, onarımı ve bakımının mı yoksa mânevî yönden ayakta tutulması için gerekli işlerin yapılmasının mı kastedildiği üzerinde durulmuştur. Âyet her iki mânaya açık durmakla beraber, mescidlere gereken ilgiyi gösterme, Resûlullah’ın uygulamaları ışığında caminin fonksiyonlarını belirleyip bunları canlı tutma, özellikle Allah’a kulluk ve İslâm kardeşliğinin pekiştirilmesi amacına dönük faaliyetlerle mescidleri ihya etme anlamı daha güçlü bulunmuştur. Cami inşası faaliyetlerinde nicelik ve nitelik yönlerinden birtakım aşırılıkların bulunduğu bir gerçektir. Fakat bu konu değerlendirilirken basit mukayeseler yapılarak dindar insanların Allah’a kulluk edilen mekânlara ihtimam gösterme duyguları rencide edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, Resûlullah zamanındaki sadelik sadece mescidlere özgü bir özellik değildi. Sosyal ve iktisadî şartların değişmesiyle kişisel yaşantılarında refah düzeyini yükselten, kendi meskenleri ve diğer sosyal faaliyet mekânları için büyük harcamalar yapan müslümanların mâbedlerini eski sadelik ve basitliği içinde korumaları beklenemezdi. Kaldı ki cami ve mescidlerin ibadetin yanı sıra eğitim ve benzeri alanlarla ilgili önemli fonksiyonları da vardı. Öte yandan dikkatten kaçırılmaması gereken bir husus şudur: Estetik düşüncesinin her şeyden önce günlük hayatın en çok ilgili olduğu mekânlara yansıtılmaya çalışılması çok doğaldır ve cami mimarisi müslümanlar için sanatı geliştirme ve sanat ruhunu topluma aşılama açısından çok verimli bir alan oluşturmuştur.Günümüzde bu konunun sağlıklı bir planlamaya kavuşturulamamış ve disipline edilememiş olması ise maalesef bu alandaki faaliyetlerin ehil olmayan ellerde kalmasına, dolayısıyla dine karşı haksız eleştirilerin yöneltilmesine yol açmaktadır.
Kuran Yolu Tefsiri ( Diyanet)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لِلْمُشْرِكٖينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مُشْرِكٖينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمُرُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَسَاجِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَاهِدٖينَ kelimesi يَعْمُرُوا’deki failin hali olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
شَاهِدٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ car mecruru شَاهِدٖينَ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْكُفْرِ car mecruru شَاهِدٖينَ’ye müteallıktır.
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
حَبِطَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَعْمَالُ fail olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي النَّارِ car mecruru خَالِدُونَ’ye müteallıktır.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَالِدُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ
Ayet, fasılla gelmiş müstenefedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ,لِلْمُشْرِكٖينَ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden ref mahallindeki … يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması teberrük ve haşyet hissettirme kastına matuftur.
Ayrıca ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يَعْمُرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
ما كان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
Buradaki olumsuzluk manası, [Onlar oraya ancak korkarak girebilirler.] ayetindeki olumsuzluk kabilinden bir cevazla değil fakat vukuun gerçekleşmesiyle ilgilidir. Allah'a ortak koşanlar, Beytullah'ın etrafına putları dikmek ve onlara tapmak suretiyle şirki nasıl yaşadıklarını apaçık gösterirken, Mescid-i Haram'ı imar etmeleri söz konusu olamaz. Onlar, ağızlarıyla, “Biz, kâfiriz!” demeseler bile onların bu davranışları, küfürlerine sarahatle (apaçık) şehadet eder. (Ebüssuûd)
Burada Mescid-i Haram kastedildiği halde çoğul kipi ile مَسَاجِدَ (mescitler) buyurulması Mescid-i Haram'ın, bütün mescidlerin kıblesi ve imamı olmasından dolayıdır. Bu itibarla Mescid-i Haram'ı imar eden, bütün mescidleri imar etmiş sayılır. Yahut Mescid-i Haram'ın cihetlerinden her biri müstakil bir mescit sayılır. Diğer mescitler ise böyle değildir. Çünkü diğer mescitlerde değişik cihetlerde kıble değişmez. (Ebüssuûd)
Bu ayette mescit kelimesini mescitler diye cemi olarak okuyanların birkaç hücceti (delili) bulunmaktadır:
Burada, Mescid-i Haram kastedilerek mescit kelimesi ıtlak edilmiştir. Çünkü o, bütün mescitlerin kıblesi ve önderidir. Dolayısıyla, onu imar eden, bütün mescitleri imar etmiş gibi olur.
Ferrâ şöyle demiştir: “Araplar bazen, çoğul yerine müfred; müfred yerine de çoğul kelime kullanırlar. Cemi yerine müfred kullanmaları, ‘Falanca, dirhemi, parası çok olan bir kimsedir.’ demeleri gibidir. Müfred yerine çoğul kullanmaları da bir kimse hakkında o tek bir hükümdar ile birlikte bulunduğu halde ‘Falanca, krallarla düşüp kalkar.’ demeleri gibidir.”
Mescit, secde edilen bir yerdir. Dolayısıyla Mescid-i Haram'ın her parçası bir mescit (secde edilen yer)dir. (Fahreddin er-Râzî)
İbni Kesir, Ebu Amr ve Yakub مَسْجِدَ اللَّهِ diye tekil olarak okumuşlardır. Bundan maksat Mescid-i Haram’dır. Veya izafetle marife olması cins içindir. Diğerleri ise “مَساجِدَ اللَّهِ ” diye okumuşlardır. (Âşûr)
يَعْمُرُوا ,شَاهِدٖينَ fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Onlar, çırılçıplak bir vaziyette Kâbe'yi tavaf ediyorlar ve: “Biz, içinde bulunuyorken Allah'a isyan ettiğimiz elbiselerle Kâbe'yi tavaf edemeyiz.” diyorlardı. Kâbe'yi her tavaf edişlerinde de putlarına secde ediyorlardı. İşte bu, onların, kendilerinin küfür ve şirklerine şahitlik etmeleri demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ müsnedün ileyh, حَبِطَتْ müsneddir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir ve küfürde çok ileri gittiklerini ifade eder. Müsned, mazi fiille gelerek hudûs, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ cümlesi, onları zemmetmek (yermek) için ism-i işaret getirilerek başlamıştır. Çünkü onlar inkârlarına bizzat kendileri şahitlik etme vasıflarıyla ayırt edilmişlerdir. (Âşûr)
Dilciler حَبْطٌ kelimesinin asıl manasının, “devenin kendisine zarar veren bir şeyi yiyip bundan dolayı karnı şişerek ölmesi” olduğunu söylemişlerdir. Amellerin boşa gitmesi de حَبْطٌ kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü bu, ifsat edici şeyin kendisine arız olması (ortaya çıkması) sebebiyle bir şeyin bozulmasına benzer. (Fahreddin er-Râzî, Bakara Suresi, 217)
حَبِطَتْ (Boşa gitmek) fiili hakikatte devenin karnını bozuk yiyecekle doldurmasıdır.
Fesat ortak yönüyle kâfirlerin amellerine istiare yoluyla benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi)
وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ cümlesi makabline (kendinden öncesine) وَ ’la atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur cümledeki önemine binaen amili olan خَالِدُونَ’ye takdim edilmiştir.
فِي النَّارِ kelimesinin خَالِدُونَ kelimesine takdimi, fasılaya uygun olması ve süratle kâfirlere kötü sonucu bildirmek içindir. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yaşadıkları küfürle beraber, Mescid-i Haram'ı imar etmenin ve benzeri hayır işleri yapmanın hiçbir değeri yoktur. Onların amelleri küfürleri sebebiyle boşa gitmiş ve rüzgârda savrulmuş toz olmuştur. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | ancak |
|
2 | يَعْمُرُ | imar ederler |
|
3 | مَسَاجِدَ | mescidlerini |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | مَنْ | kimseler |
|
6 | امَنَ | inanan |
|
7 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
9 | الْاخِرِ | ahiret |
|
10 | وَأَقَامَ | ve kılan |
|
11 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
12 | وَاتَى | ve veren |
|
13 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
14 | وَلَمْ | ve |
|
15 | يَخْشَ | korkmayan |
|
16 | إِلَّا | başkasından |
|
17 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
18 | فَعَسَىٰ | umulur |
|
19 | أُولَٰئِكَ | onların |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | يَكُونُوا | olmaları |
|
22 | مِنَ | -dan |
|
23 | الْمُهْتَدِينَ | doğru yolu bulanlar- |
|
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
يَعْمُرُ merfû muzari fiildir. مَسَاجِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَ fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ibaresi atıf harfi و ’la بِاللّٰهِ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاٰخِرِ kelimesi الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1- İsim cümlesi olan sıfatlar,
2- Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada الْاٰخِرِ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. أَقَامَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰتَى الزَّكٰوةَ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur.
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ
وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَخْشَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. عَسٰٓى reca (ümit) fiillerindendir. Reca (Ümit) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Ümit ifade eden fiiller “belki, umulur ki herhalde, ola ki -bilir” gibi manalara gelir. Bu fiillerin sadece mazileri kullanılır ve haberlerinin başındaki muzari fiillerin önlerinde اَنْ bulunur. Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismi, عَسٰٓى’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسٰٓى’nın haberi olarak mahallen mansubdur. يَكُونُوا fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir.
Zamir olan çoğul و ’ı يَكُونُوا ’nun ismi olup mahallen merfûdur.
مِنَ الْمُهْتَدٖينَ car mecruru يَكُونُوا ’nun mahzuf haberine müteallıktır. الْمُهْتَدٖينَ’nin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُهْتَدٖينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Kasr اِنَّمَا ile gelmiş, muhatabın konuyu bildiğine ve itiraz etmediğine ya da bu konuma konduğuna delalet etmiştir.
Bu cümlenin kasr üslubuyla gelmesinden maksat, müşriklerin dışındaki diğer grupları da Allah’ın mescitlerini imar etmekten uzaklaştırmaktır. Müşrikler zaten açıkça uzaklaştırılmışlardır. İsm-i mevsûlden ve sılasından murad ise özellikle Müslümanlardır. (Âşûr)
Merfû mahaldeki müşterek ism-i mevsûl يَعْمُرُ , مَنْ fiilinin failidir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlere tazim ifade eder. Sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ cümlesi ve وَاٰتَى الزَّكٰوةَ cümlesi sılaya matuftur.
Yine sılaya matuf olan وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَمْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiille mef’ûl arasındadır. يَخْشَ maksûr/sıfat, اللّٰهَ maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.
Nefy ve istisna ile gelen kasr cümlesi (وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ) muhatabın kabul etmediği ya da kuşku duyduğu konularda gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Burada murad olunan mana, imarı gerçekleştirme vasfını müminlere tahsis etmektir. Yani Allah Teâlâ'nın varlığına, birliğine, vahiyde yer aldığı haliyle ahiret gününün ebediliğine, mükâfat ve mücazatına iman eden; dinde tarif edildiği gibi namazı dosdoğru kılan ve zekâtı da veren; Allah Teâlâ'dan başkasından korkmayan, O'nun emir ve yasaklarının gereklerini yerine getiren, yaşadığı dini hayat sebebiyle hiç kimsenin kınamasından ve ayıplamasından etkilenmeyen ve hiçbir zalimden korkmayan kimse ancak Allah Teâlâ'nın mescitlerini imar edebilir. (Ebüssuûd, Elmalılı)
Burada وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ buyurularak sadece namaz ile zekatın anılması bu ibadetlerin şanının yüceliğini gösterir ve bunlara dikkat etmeye teşvik eder. (Safvetu’t Tefasir)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ise ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَسَاجِدَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan مَسَاجِدَ, şan ve şeref kazanmıştır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ
فَ atıftır. Cümle …يَعْمُرُ مَسَاجِدَ cümlesine matuftur. Camid, nakıs fiil عَسٰٓى’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. عَسٰٓى’nın isminin işaret ismiyle marife olması, bahsi geçen kişilere tazim ifade eder.
Onlardan ism-i işaretle bahsedilmesi, sayılan amelleri sebebiyle bu ümidi hakettiklerine tenbih içindir. (Âşûr)
Mansub mahaldeki اَنْ ve akabindeki يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدٖينَ cümlesi, masdar tevilinde, عَسٰٓى’nın haberidir. Masdar-ı müevvel cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
كانَ ,مِنَ الْمُهْتَدٖينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
يَكُونُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâğat)
Ebu Hayyan şöyle der: عَسٰٓى fiili, Kur’an’ın neresinde gelirse gelsin, Allah için kullanılmışsa kesinlik ifade eder. Burada عَسٰٓى fiilinin kullanılmış olması, müşriklerin hidayete erenlerden olma ümidini tamamen ortadan kaldırır. Çünkü kimde bu dört haslet bulunursa onun durumu, hidayete ermesi ümit edilen kimsenin durumuna getirilmiştir. Bu hasletlerden yoksun olanın durumu nasıl olur?! Bu ayet, korkunun ümide tercih edilmesini ve salih amellere aldanılmamasını ifade eder. (Safvetu’t Tefasir - el-Bahru'l Muhit)
Burada önemli bir nokta vardır ki yüksek vasıflı müminlerin mazhar olacakları bu sonucun umulabilir bir sonuç olarak ifade edilmiş olması, hidayet üzere olduklarını zanneden kâfirleri kınamak ve onların bütün ümitlerini yok etmek içindir. Çünkü müminlerde bunca kemâlât (kâmil vasıflar) var iken onların akıbetleri “عَسٰٓى / umulur, muhtemeldir” ifadeleri arasında dönüyorsa kâfirlerin halleri nasıl olabilir?
Ancak bu beyan, müminler için lütuf olmakla beraber korkuyu ümide tercih etmeye teşvik demektir. (Ebüssuûd)
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَٓاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۢ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَجَعَلْتُمْ | bir mi tuttunuz? |
|
2 | سِقَايَةَ | su vermeyi |
|
3 | الْحَاجِّ | hacılara |
|
4 | وَعِمَارَةَ | ve imar etmeyi |
|
5 | الْمَسْجِدِ | Mescid-i |
|
6 | الْحَرَامِ | Haram’ı |
|
7 | كَمَنْ | kimse gibi |
|
8 | امَنَ | inanan |
|
9 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
10 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
11 | الْاخِرِ | ahiret |
|
12 | وَجَاهَدَ | ve cihadeden |
|
13 | فِي |
|
|
14 | سَبِيلِ | yolunda |
|
15 | اللَّهِ | Allah |
|
16 | لَا | olmaz(lar) |
|
17 | يَسْتَوُونَ | eşit |
|
18 | عِنْدَ | katında |
|
19 | اللَّهِ | Allah |
|
20 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَهْدِي | yol göstermez |
|
23 | الْقَوْمَ | topluluğuna |
|
24 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَٓاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Hemze istifham harfidir. جَعَلْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ sükun üzere mebni, fail olarak mahallen merfûdur.
سِقَايَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَٓاجِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. عِمَارَةَ kelimesi سِقَايَةَ 'e matuf olup fetha ile mansubdur. الْمَسْجِدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْحَرَامِ kelimesi الْمَسْجِدِ’nin sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat,
2. Sebebi sıfat.
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar,
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i meful, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı âkil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1- İsim cümlesi olan sıfatlar,
2- Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.
Burada sıfat müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu, كَ harf-i ceriyle birlikte جَعَلْتُمْ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ’dir. بِاللّٰهِ car mecruru اٰمَنَ fiiline müteallıktır. الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ibaresi atıf harfi و ’la بِاللّٰهِ’ye matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهَدَ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la sılaya matuftur. جَاهَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
فٖي سَبٖيلِ car mecruru جَاهَدَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek,
2. Bir halden başka bir hale geçmek,
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette ‘bir şeyle başka bir şeye hükmetmek’ manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَاهَدَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جهد ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
الْحَٓاجِّ kelimesi sülâsî mücerred olan حجج fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوُ۫نَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı, يَسْتَوُ۫نَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَسْتَوُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۢ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.
لا يَهْدِي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.
الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الظَّالِمٖينَ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الظَّالِمٖينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَٓاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayetteki soru istifham-ı inkârîdir. (Âşûr)
الحاجِّ kelimesinin başındaki elif-lâm cins içindir. (Âşûr)
Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası اٰمَنَ بِاللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Emin, güvende olmak” anlamındaki اٰمَنَ fiili, بِ harf-i ceriyle “inandı” manası kazanmıştır. Bu tazmin sanatıdır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.
Aynı üslupta gelen وَجَاهَدَ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ cümlesi, sıla cümlesine matuftur.
فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَبٖيلِ, şeref kazanmıştır.
سَبٖيلِ اللّٰهِ (Allah’ın yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Cami’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السِّقايَةِ ve العِمارَةِ kelimelerinin zikredilmesi müşebbehe, iman eden ve cihad eden kimselerin zikredilmesi müşebbehün bihe delalet eder. Sikâye ve imâre işi ve bunu yapanlarla, iman etmek ve cihad etmek ve iman edenlerle cihat edenler eşit değildir. (Âşûr)
لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ
Beyânî istînâf olan cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Az sözle çok anlam ifade kastına matuf olan عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, muzâfın şanı içindir.
Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۢ
وَ istînâfiyye, cümle ta’liliyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikredilmesi, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
واللَّهُ لا يَهْدِي القَوْمَ الظّالِمِينَ cümlesi أجَعَلْتُمْ سِقايَةَ الحاجِّ cümlesi için tezyîldir. (Âşûr)
Son cümlede [Allah zalim kavme hidayet etmez.] sözünden, vasıfları belirtilen kimselerin zalim oldukları anlaşılmaktadır.
Bu cümle kâfirlerin, Allah'a ortak koşmak ve Resulullah'a (s.a.) düşmanlık etmek, hakkı hak olarak tanımamak, tercihe şayan olanla olmayanı ayıramamak suretiyle doğru yolu bulamadıklarını ve nihayet, dalalete ve zulmeder duruma düştüklerini ve söz konusu iki grubun Allah katında eşit olamayacaklarını apaçık belirtir. (Ebüssuûd)
Hidayet kelimesinin, istenen hususlardaki şeylere irşad (rehberlik) manasında istiare olarak kullanımı yaygındır. (Âşûr)اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | kimseler |
|
2 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
3 | وَهَاجَرُوا | ve hicret eden(ler) |
|
4 | وَجَاهَدُوا | ve cihad eden(ler) |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallarıyla |
|
9 | وَأَنْفُسِهِمْ | ve canlarıyla |
|
10 | أَعْظَمُ | daha büyüktür |
|
11 | دَرَجَةً | dereceleri |
|
12 | عِنْدَ | katında |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte |
|
15 | هُمُ | onlardır |
|
16 | الْفَائِزُونَ | kurtuluşa erenler |
|
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذٖينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا’dur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
هَاجَرُوا fiili atıf harfi وَ ile sıla cümlesine matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَاجَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
جَاهَدُوا fiili atıf harfi وَ ile sıla cümlesine matuftur. جَاهَدُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فٖي سَبٖيلِ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru جَاهَدُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْفُسِهِمْ atıf harfi وَ ile بِاَمْوَالِهِمْ’e matuftur.
هَاجَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ
Cümle اَلَّذٖينَ’nin haberi olup lafzen merfûdur. دَرَجَةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
عِنْدَ mekân zarfı, اَعْظَمُ’ye müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçe’ye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler.
İsm-i tafdil kalıbından sonra geldiği için melhûz mümeyyez olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْفَٓائِزُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Zamir-i Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir: Ancak haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamir-i fasl ( ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri)” denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَٓائِزُونَ ise haberidir. هُمُ الْفَٓائِزُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.
الْفَٓائِزُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan فوز fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim içindir..
İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupla gelen وَهَاجَرُوا ve وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ cümleleri mevsûlün sılasına matuftur.
فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَبٖيلِ اللّٰهِ izafeti lafzâ-i celâle muzâf olması سَبٖيلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَبٖيلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَبٖيلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
اَلَّذٖينَ ,اَعْظَمُ ’nin haberidir. دَرَجَةً temyizdir. Temyiz, ıtnâb sanatıdır.
Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Özellikleri sayılan kimseler, birbiriyle dost olmakta cem edilmişlerdir.
Burada, fazilet itibariyle mufaddalun aleyh (kendisine üstün olarak görülenler) mahzuf olarak bulunup zikredilmemektedir. Yani iman edip de hicret eden, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler Allah katında; iman ettiği halde sikâye (Kâbe’yi ziyaret için gelenlerin su ihtiyaçlarının karşılanması görevi) ve imâre (Kâbe'nin bakım ve îmârını yapma görevi) vazifeleriyle memur olup da hicret etmemiş ve küfür ehli arasında bulundukları sürede Müslümanlar kadar cihat etmemiş kişilere kıyasla büyük dereceye sahiptirler. Yani burada maksat ilk grubun ikinci gruba olan üstünlük ve faziletinin belirtilmesidir. (Âşûr)
Derecelerden başka ayetlerde de bahsedilmişti. Bakara Suresi’nde, “Erkeklerin onlardan bir üstün derecesi vardır.” yine Enfal Suresi’nin başlarında “Onlar için Rabbleri katında dereceler vardır.” buyrulmuştu. Tüm bu ayetlerde dereceler; müstear olarak kullanılmıştır. Nitekim عند الله sözü de derecelerin yüksekliğinin Allah indindeki rıza makamındaki yüksekliğe işaret ettiğini ve faziletin de Allah'ın şereflendirmesiyle meydana geldiğini göstermektedir. Çünkü عند kelimesinin aslı takrîb (yakınlaştırma) zarfıdır. (Âşûr)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ
İstînâfa matuf bu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesi, ayrıca sübut ifade eder. Haberin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmesi yanında, kasr sebebidir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Onlar sadece kurtulanlara tahsis edilmiştir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir.
İsm-i faillerdeki elif-lâmlar, ism-i mevsûl olduklarından sılaları fiil manasındadır. (Elmalılı, Âdiyat Suresi, 1-5)
Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Bu kimselerin özellikleri, iman edip hicret etmek, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat etmek, derece bakımından yüksek olmak şeklinde sıralanarak taksim yapılmış, kurtuluşa erenler olmaları açısından cem edilmiştir.
Bilindiği gibi fasıl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ cümlesi hasr ifade eder. Yani kazananlar başkaları değil, sadece onlardır. (Safvetu’t Tefasir)
Müsnedin elif-lam ile marife yapılması burada kasr olduğunu gösterir. Bu kasr kasr-ı iddiâî olup, ermiş oldukları başarının azamet ve yüceliğindeki mübalağa manasını sağlar. Öyle ki başkalarının başarısı, onların başarısı yanında yok hükmünde görülmektedir. (Âşûr)
Onların elde ettikleri başarıyı haketmelerinin, onları diğerlerinden ayıran belli vasıfları sebebiyle olduğuna işaret etmek için burada tenbih manasında ism-i işaret kullanılmıştır. Bu vasıflarsa; iman etmiş olmaları, hicret etmeleri ve son olarak mallarıyla ve canlarıyla cihat etmeleridir. (Âşûr)
Yıllar önce, 17 yaşındayken demişim ki;
İnsanın hatalarından biri;
Keşkelerle şimdiyi boşa harcamak.
Cevabı olmayan acabalı sorularını sorup,
Kaybettiği her şeyden şiddetle korkmak.
Geçmişini korku dolu gözleriyle tararken,
Sahibim sandığı şimdiyi, geçmişin arasında görmek.
Geçmiş zamana zincirlenip,
Bir anda kendini ileri gelecekte bulmak.
Yine keşke ve acabalarının ortasında oturup,
Aynı hatayı bir daha ve yeniden tekrarlamak,
Kısacası bir kısır döngüye saplanıp kalmak.
Neden devamlı büyümek ister insan? Neden devamlı önündeki hedeflere ulaşma derdindedir? Hangi işi yapıyorsa, hangi hal içindeyse, hep gözü bitiş çizgisindedir.
Halbuki, anı yaşamak, bulunduğu anın değerini bilebilmek ve bulunduğu an için Rabbine şükredebilmek olsa gerek.
Ey her halimizden ve hareketimizden haberdar olan Allahım! Senin izninle; Yaşadığı anların değerini bilenlerden, Şükredenlerden, Yalnız Seni ve razı olduğun kullarını sırdaş edinenlerden, Ellerindeki işleri hayırla bitirip, hedeflerine hayırla ulaşanlardan olalım. Ey bağışlamasını seven ve dilediğini bağışlayan Allahım! Bizi de affettiklerinden, yüreklerini ferahlattıklarından ve kalplerindeki kini giderdiklerinden eyle. Yarınlarımızla bugünlerimizi aratma. Keşkelerle ve acabalarla zamanımızı boşa harcatma.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji