قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | كَانَ | ise |
|
4 | ابَاؤُكُمْ | babalarınız |
|
5 | وَأَبْنَاؤُكُمْ | ve oğullarınız |
|
6 | وَإِخْوَانُكُمْ | ve kardeşleriniz |
|
7 | وَأَزْوَاجُكُمْ | ve eşleriniz |
|
8 | وَعَشِيرَتُكُمْ | ve hısım akrabanız |
|
9 | وَأَمْوَالٌ | ve mallar |
|
10 | اقْتَرَفْتُمُوهَا | kazandığınız |
|
11 | وَتِجَارَةٌ | ve ticaret(iniz) |
|
12 | تَخْشَوْنَ | korktuğunuz |
|
13 | كَسَادَهَا | düşmesinden |
|
14 | وَمَسَاكِنُ | ve konutlar |
|
15 | تَرْضَوْنَهَا | hoşlandığınız |
|
16 | أَحَبَّ | daha sevgili (ise) |
|
17 | إِلَيْكُمْ | size |
|
18 | مِنَ | -tan |
|
19 | اللَّهِ | Allah- |
|
20 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisi(nden) |
|
21 | وَجِهَادٍ | ve cihad etmekten |
|
22 | فِي |
|
|
23 | سَبِيلِهِ | O’nun yolunda |
|
24 | فَتَرَبَّصُوا | o halde gözetleyin |
|
25 | حَتَّىٰ | kadar |
|
26 | يَأْتِيَ | getirinceye |
|
27 | اللَّهُ | Allah |
|
28 | بِأَمْرِهِ | emrini |
|
29 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
30 | لَا |
|
|
31 | يَهْدِي | (doğru) yola iletmez |
|
32 | الْقَوْمَ | topluluğu |
|
33 | الْفَاسِقِينَ | yoldan çıkmış |
|
Bu âyetlerin Mekke fethinden önce yakınlarından ve mallarından kopmamak için hicret etmek istemeyenler hakkında veya müslümanlardan dokuz kişinin dinden dönüp Mekke’ye sığınmaları üzerine onlarla dostluk yapılmamasını bildirmek üzere indiği yönünde rivayetler vardır (Zemahşerî, II, 144-145; Râzî, XVI, 18). Fakat bunlar, ancak âyetlerin Mekke fethinden önce indiğinin kabul edilmesi halinde tutarlı olabilmektedir. Oysa bunların ardından gelen âyetler Huneyn Savaşı’ndan söz etmektedir ve bu savaş Mekke fethinden sonra olmuştur. Derveze şöyle bir yorumun âyetlerin içeriğine daha uygun düşeceğini belirtir: Mekke’nin fethinden sonra bazı müslümanlar hâlâ müşrik olan akrabalarıyla sıkı ilişkilerini sürdürüyorlardı. Âyet onları uyarmak için inmiş olmalıdır. Râzî de yukarıdaki rivayetlerin, sûrenin iniş zamanı açısından problemli olduğuna işaret ettikten sonra benzer bir yorum yaparak şöyle der: Bazı müslümanlar, “Bir müminin çok yakın akrabaları arasında inkârcı kimseler bulunabilir. Bunlarla ilişkileri tamamen kesmek mümkün değildir” gibi sözler söylüyorlardı; işte âyet bu tereddüdü ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. Yine Derveze, âyetlerin sert üslûbu dikkate alınarak şu ihtimal üzerinde de durulabileceğini kaydeder: Şartlar Resûlullah’ın Medine çevresinde müslüman olmamış kabileler üzerine bazı askerî seriyyeler düzenlemesini gerektirmiş, bunun üzerine onların müslüman olan akrabalarınca itirazda bulunulmuştu; işte âyetler bunu eleştirmek üzere inmiş olabilir. Her ne olursa olsun âyetlerin ifadesi mutlak ve hedefi geneldir. Bunlardan çıkan ana fikir, bir mümin için hiçbir dünyevî amacın Allah ve resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha önemli, değerli ve cazip olamayacağıdır. Ayrıca bu âyetler müslüman varlığını güçlendirme ve müminler arasındaki dayanışmayı arttırma hedefinin diğer bütün insanî ilişki ve düşüncelerden önce geldiğini hatırlatmaktadır (XII, 95-97; müminlerin başka din mensuplarıyla ilişkileri ve inkârcıları dost edinmeleri konusunda bk. Âl-i İmrân 3/28).
23. âyet Mücâdele sûresinin 22. âyeti ile karşılaştırıldığında, orada “Allah ve resulüne savaş açanlardan” söz edilirken burada “inkârcılığı imana tercih edenler”i dost edinmenin yasaklandığı görülür. Bu farklılık, İslâm tebliğinin geldiği aşama ve müslümanların ulaştıkları gücün seviyesi ile izah edilebilir. Fakat bu âyetler üzerinde, Mücâdele sûresinin 22. âyetinin yanı sıra, anne-baba ve yakınlara ilgi ve sevgi gösterip onlara yardım etmeyi buyuran âyetlerle birlikte düşünüldüğünde, buradan mümin olmayan yakınlarla her türlü ilişkiyi kesme mânasının çıkarılması mümkün değildir. Gerek bu âyette gerekse başka âyetlerde, inkârcı da olsalar İslâm’a ve müslümanlara zarar vermeyen, onlara sevgi ve saygıyla muamele eden insanlara, hele bu nitelikteki yakınlara iyi ve âdil davranmayı engelleyen bir anlam bulunmamaktadır (Derveze, XII, 95-97).
İnsanın sahip olduğu en yüksek duygulardan biri olan sevginin dereceleri, Gazzâlî tarafından şöyle sıralanmıştır: 1. İnsan öncelikle kendisini, kendi varlığına katkıda bulunan şeyleri sever. 2. Sevginin ikinci derecesi, kendisine iyilik ve ikramda bulunanları sevmektir. 3. Sevginin en yüksek mertebesi, herhangi bir yararlanma düşüncesine ve kişisel isteklere bağlı olmaksızın, sırf sevilendeki iyilik, güzellik ve yetkinlik gibi olumlu ve üstün nitelikler dolayısıyla sevmektir. İnsanda sevgi, maddî olanı sevmekle başlar, mânevî olanı sevmekle kemale ulaşır; kendini ve kendine ait olanları sevmekle başlar, kendisinin dışındakileri, doğadaki güzellikleri ve nihayet bütün bu güzelliklerin yaratıcısı olan Allah’ı sevmekle kemale ulaşır. İslâm düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Çünkü bütün iyilikler ve güzellikler O’ndan gelir. “Yaratılanı yaratandan ötürü sevme” düşüncesine yükselebilen ve sevgiyi bu şekilde kavrayan insan, herkesi ve her şeyi sever: İyileri olduğu gibi, kötüleri de kötülükten kurtulmalarını isteyerek sever (geniş bilgi için bk. İhyâ, IV, 296 vd.). İşte 24. âyette Allah sevgisinden üstün tutulmaması istenen sevgiyle ilgili ifadeyi bu açıdan değerlendirmek ve Kur’an’ın kişiyi dünyadaki sevdiklerinden uzaklaştırmayı değil, bu sevginin daha yüce mertebedeki sevgiye eriştirmeye vesile olmasını hedeflediğine dikkat etmek gerekir. Bir başka anlatımla, insanın yakınlarını, kazanmayı ve kazancın sağladığı nimetlerden yararlanmayı sevmesi zaten onun doğasında bulunan bir gerçektir; Kur’ân-ı Kerîm ise bu gerçeğe atıfta bulunarak, kişinin anılan sevgiden vazgeçmeksizin onu daha yücelere tırmanmanın vasıtası olarak görmesini istemektedir. Bu da ancak kişinin kendisini belirli bir kontrol altında tutmasıyla mümkündür ki, bu kontrolün ölçütü, hiçbir sevginin Allah sevgisinden ve O’nun değerli saydıklarından daha üstün görülmemesidir. Bu anlayışa erişebilen insan bir yandan dünyevî istek ve bağların esiri olmaktan kurtulup gerçek özgürlüğe kavuşur, diğer yandan da bütün sevgilerini anlamlı hale getirmiş olur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 2 Sayfa: 142-144
Bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz Hz. Ömer’in elini tutmuştu. Hz. Ömer (ra):
-Ey Allah’ın Resûlü! Kendim hariç Seni her şeyden çok seviyorum, deyince Hz. Peygamber:
“Hayır, bu Olmadı. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki , beni canından da çok sevmelisin” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra):
Seni canımdan da fazla seviyorum, dedi. Resûlullah:
-İşte şimdi oldu ya Ömer, buyurdu.
(Buhari, Eymân ve’n-nüzûr 3; Ahmed b. Hanbel , Müsned, V, 293)
Resul-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmustur:” Sizden biriniz; Ben kendisine babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.”
(Buhari, İman 8; Müslim, İman 69)
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir انت 'dir.
Mekulü'l-kavli, اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’dur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ kelimeleri atıf harfi وَ ’la اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’e matuftur. اَمْوَالٌ kelimesi de aynı şekilde atıf harfi وَ ’la اٰبَٓاؤُ۬كُمْ ’e matuftur.
اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪
اقْتَرَفْتُمُوهَا fiili اَمْوَالٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. اقْتَرَفْتُمُوهَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اقْتَرَفْتُمُوهَا fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
تِجَارَةٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَمْوَالٌ ’e matuftur.
تَخْشَوْنَ fiili تِجَارَةٌ ’un sıfatı olarak mahallen merfûdur. تَخْشَوْنَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَسَادَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَسَاكِنُ kelimesi atıf harfi وَ ’la تِجَارَةٌ ’e matuftur. تَرْضَوْنَـهَٓا fiili مَسَاكِنُ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تَرْضَوْنَـهَٓا fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَحَبَّ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. اِلَيْكُمْ car mecruru ism-i tafdil olan اَحَبَّ ’ye müteallıktır.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru ism-i tafdil olan اَحَبَّ ’ye müteallıktır. رَسُولِه۪ kelimesi atıf harfi وَ’la lafza-i celâle matuftur.
جِهَادٍ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur. ف۪ي سَب۪يلِه۪ car mecruru جِهَادٍ’e müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحَبَّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazfedilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اقْتَرَفْتُمُوهَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قرف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. تَرَبَّصُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَاْتِىَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde تَرَبَّصُوا fiiline müteallıktır.
اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِاَمْرِ car mecruru يَاْتِىَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَرَبَّصُوا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ربص ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. لَا يَهْدِي haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi الْقَوْمَ ’nin sıfatı olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْفَاسِق۪ينَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اِنْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬كُمْ وَاَبْنَٓاؤُ۬كُمْ وَاِخْوَانُكُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ وَعَش۪يرَتُكُمْ وَاَمْوَالٌۨ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَـهَٓا اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَحَبَّ اِلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَجِهَادٍ ف۪ي سَب۪يلِه۪ cümlesi كَانَ ’nin haberidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
رَسُولِه۪ izafetinde lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması رَسُولِ için tazim ve şeref ifade eder.
ف۪ي سَب۪يلِه۪ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِه۪ izafetinde lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِه۪ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
فَ karinesiyle gelen emir üslubunda talebî inşaî isnad olan فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ cümlesi şartın cevabıdır.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ cümlesi , mecrur mahalde فَتَرَبَّصُوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, kalplerde mehabet duyguları uyandırıp korku salmak içindir.
اَمْرِه۪ izafetinde lafzâ-i celâle ait zamire muzâf olması اَمْرِ için tazim ve şeref ifade eder.
اٰبَٓاؤُ۬كُمْ - اَبْنَٓاؤُ۬كُمْ - اِخْوَانُكُمْ - اَزْوَاجُكُمْ - عَش۪يرَتُكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Kelimelerin sonundaki كُمْ zamirlerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müspet mazi fiil sıygasında اقْتَرَفْتُمُوهَا cümlesi اَمْوَالٌۨ için, müspet muzari sıygada تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا cümlesi تِجَارَةٌ için تَرْضَوْنَـهَٓا cümlesi مَسَاكِنُ için sıfattır.
Mallar, ticaret ve meskenler sıfatlarıyla belirtildiği için ıtnâb vardır.
فَتَرَبَّصُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ (Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin) cümlesindeki fiilin sıygası, emir olmakla birlikte tehdit ifade eder. Bu, إعملوا ما شئتم (istediğinizi yapın) Fussilet Suresi 40. ayeti gibidir. (Safvetu’t Tefasir) Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İnsanların hoşuna gidecek şeyler tek tek sayılmış. Sonra bunlar Allah Resulü ve onun yanında savaşmaktan daha çok sevilecek şeyler olmaması bakımından birleştirilmiş, bunun için cem' ma’at-taksim sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedî’ İlmi)
Bundan önceki ayette oğullar ve eşler zikredilmemiştir. Çünkü cari olan âdete göre oğullar ve eşler hakkında dostluk değil, sevgi ve muhabbet kelimeleri kullanılır.
اقْتَرَفْ ; iktisab anlamındadır. İktisab ettiğiniz mallar ifadesi onların kazananlar tarafından çok kıymetli olduğuna işaret eder. Çünkü bu mallar emekle kazanılmıştır.
Burada kınanan sevgi; kişinin hür iradesiyle seçtiği, bağlılık ve tutkunluk duyduğu sevgidir. Yoksa beşerin uzak kalamadığı fıtrî sevgi değildir.
Burada istenilen mana أحَبَّ ifadesiyle verilmektedir. Zira sevgi ve muhabbette üstünlük, sevilenlerin en güçlüsünü memnun etmeyi gerektirir. Üstelik bu ifadede dinin gerekliliklerine karşı olan kayıtsızlığın, insanın zikredilen şeylere karşı olan sevgisinin, Allah’a olan sevgisinin önüne geçmesinin nedeni olabileceği ima edilerek (kinaye), dini yükümlülüklerin ihmaline karşı bir uyarıda da bulunulmuştur. Son olarak burada dinde hevaya uymaya karşı, en beliğ ifadelerden biriyle ikaz vardır. (Âşûr)
Dünyalıkların bu şekilde vasıflandırılması ve onların dünya zinetlerini sevmelerinden dolayı kınanması, dünya nimetlerine karşı duydukları sevgi ve rağbeti tamamen unutmaya çalışmaları için değil fakat bunlara olan sevginin,
Allah ve Resulünün sevgisine tercih edilmemesi içindir. (Ebüssuûd)
Allah yolunda yapılan cihadın, Allah Teâlâ'nın ve Resulullah'ın (s.a.) sevgisi ile bir arada zikredilmesi, onun şanının yüceliğine, cihadı sevmenin vücûbuna, cihat sevgisinin, Allah ve Resulünün (s.a.) sevgisinden kaynaklandığına işaret etmek içindir. (Ebüssuûd)
Görülüyor ki önceki ayet imana karşı küfrün velayetinden uzak durmayı, ondan teberriyi emretmektedir. Bu ayet de Allah ve Peygamber sevgisine aykırı düşen ve dini görevlerin yerine getirilmesini engelleyen her türlü sevgi ve ilişkiden uzak durmayı emrediyor. Bundan dolayı önceki ayette yalnızca baba ve kardeşler zikredilmiş olduğu halde bu ayette eşler, çocuklar ve hatta hısım akraba ve aşiret dahi zikredilmiştir. Çünkü sevgi ve muhabbet bunların hepsinde geçerli olduğu halde velayet işi yalnızca baba ve kardeşlere mahsustur, hatta zevce ve oğullar için bile velayet mutad değildir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اقْتَرَفْتُمُوهَا lafzı, “iktisab ettiğiniz, kazandığınız (mallar)” demektir.
Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerle içli-dışlı olmaya sevk eden şeyleri zikretmiş ve bunların da şu dört şey olduğunu belirtmiştir:
1. Akrabalarla beraber olma. Allah Teâlâ, çok akraba arasında şu dört kısmı zikretmiştir: Babalar, oğullar, kardeşler ve eşler. Daha sonra da bunların hepsini içine alan, “aşiretiniz” lafzını getirmiştir.
2. Kazanılmış malları elde tutma temayülü,
3. Ticaret yoluyla mal kazanma arzusu,
4. Evlere bağlı olma arzusu.
Bunun çok güzel bir sıralama olduğunda şüphe yok. Çünkü içli-dışlı olmaya sevk eden en büyük sebep akrabalıktır. Bu sayede elde olan malları muhafaza etme sağlanır. Daha sonra bu içli-dışlı oluştan, elde mevcut olmayan şeyleri kazanmaya ulaşılır. Bu sıralamanın en sonunda, yurtlarda ve diyarlarda oturmak için yapılmış olan binalarla ilgili arzuya yer verilmiştir. Böylece Allah Teâlâ, bu şeyleri, gerekli bir tertibe göre zikretmiş ve en sonunda da din ile imanı nazar-ı itibara almanın bütün bunları nazar-ı dikkate almaktan daha hayırlı olduğunu beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Hitaba قُلْ ile başlanması hitabın sertliğine ve içerdiği kınama manasına işaret eder. Muhatap ise bazı yükümlülüklerini veya kendilerinden beklenen bazı şeyleri ihmal eden muhatap çoğul zamiridir. Nasıl ki vuku bulma ihtimalindeki şüpheye delalet için إنْ harfi geliyorsa bundan da anlaşılan kendini ayette zikredilenlere adayanların nifak ehli olduğudur. İşte onlar söz konusu tehdit ile karşı karşıyadırlar. (Âşûr)
وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu ve zamir gelebilecekken zahir ismin zikri, kalbe korku salmak ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Menfi fiil cümlesi formunda gelen müsned, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de muzari fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
اتَّقُوا - يَخَافُٓوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَيْمَانٌ - اللّٰهُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Bu, Allah’ın hükmüne ve emirlerine muhalefet edenler hakkında bir tehdit ve uyarı ifade etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayrıca yukarıda sayılanları Allah’tan, Rasulünden ve Allah yolunda savaşmaktan daha üstün görüp sevenlerin fasıklar olduğu, mesel tarikinde tezyil cümlesinden anlaşılıyor.
“Allah fasıklar (güruhunu) hidayete erdirmez.” yani “O’na itaattan çıkıp O’na karşı günaha girenlere hidayet etmez.” buyurmuştur ki bu bir tehdittir. Bu ayet, dinî meselelerden herhangi biri ile, dünyevî işlerin bütünü arasında bir çelişki meydana geldiğinde, Müslümanın, dinini dünyasına tercih etmesinin farz olduğuna delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)