يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَحْلِفُونَ | yemin ederler |
|
2 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
3 | لَكُمْ | size (gelip) |
|
4 | لِيُرْضُوكُمْ | gönlünüzü hoş etmek için |
|
5 | وَاللَّهُ | ve Allah’ı |
|
6 | وَرَسُولُهُ | ve Resulünü |
|
7 | أَحَقُّ | daha uygundu |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُرْضُوهُ | hoşnud etmeleri |
|
10 | إِنْ | halbuki |
|
11 | كَانُوا | olsalardı |
|
12 | مُؤْمِنِينَ | inanmış |
|
Aşağıdaki link 62-68.ayetlerin tefsirini içermektedir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tevbe-suresi/1296/61-70-ayet-tefsiri
Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.
(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ
Fiil cümlesidir. يَحْلِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır. لَكُمْ car mecruru يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يُرْضُوكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
يُرْضُوكُمْ fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Cümle يَحْلِفُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. رَسُولُـهُٓ kelimesi atıf harfi وَ ‘la lafza-i celâle matuftur.
اَحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, lafza-i celâlden veya رَسُولُـهُٓ ’den bedel olarak mahallen merfûdur.
يُرْضُوهُ fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانُوا nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كانوا مؤمنين فالله ورسوله أحقّ بالإرضاء şeklindedir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Münafıkların çirkin fiillerinin biri de yalan yere yemin etmeleridir. Bunun, daha önce geçenlere binaen söylenmiş bir tabir olduğu yani “Onlar, Peygambere eziyet ediyor, onun hakkında kötü söz söylüyor, sonra da size, bunu söylemediklerine dair yemin ediyorlar.” anlamına geldiği ileri sürüldüğü gibi, Tebük Savaşına katılmayan ve Hz. Peygamber (sav) Medine'ye dönünce ona gelerek mazeret beyanında bulunup yemin eden bir grup münafık hakkında nazil olduğu da ileri sürülmüştür. Buna göre mana: “Onlar, müminleri, yeminleriyle hoşnut etmek için kendileri hakkında nakledilen şeyleri söylemediklerine dair yemin ve ahdettiler. Halbuki gerekli ve vâcip olan, onların, Allah'ı gizledikleri şeyin aksini ortaya koymak suretiyle değil, ihlas ve tövbe ile razı etmeleridir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُرْضُوكُمْۚ cümlesi, mecrur mahalde يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal وَ ’ıyla gelen isim cümlesi وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَسُولُـهُٓ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi يُرْضُوهُ , masdar teviliyle lafza-i celâl veya رَسُولُـهُٓ ’dan bedeldir.
Bu ayette, يُرْضُوهُ fiilindeki mansub mahalde olan zamirin Allah’ın rızasını mı, elçisinin rızasını mı, yoksa her ikisinin rızasını mı kastettiği konusunda farklı görüşler mevcuttur. Tesniyeden müfrede bir iltifatın olduğu cihetinden düşünülecek olursa aslında zamir müfret olmasına rağmen her ikisinin rızasının farklı olabileceğinin düşünülmemesi gerektiği, önceki ayetle beraber ele alınırsa peygamberi incitmemenin Allah’ın rızasını kazanmakla aynı olduğu ve ikisinin rızasının da ancak birlikte kazanılabileceği vurgulanmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Onların beyan ettikleri özürler, Resulullah'ın (sav) rızasına vesile olmaktan uzaktır.
Resulullah'ın (sav) onları yalanlamaması ise yaptıklarına razı olduğu için değil, fakat onlara hoşgörü göstermek ve kusurlarını örtmek içindir. Nitekim
“Allah ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur. Eğer bunlar gerçekten müminler ise…” (Ebüssuûd)
Ayette Allah ve Resulü tabiri tesniye (ikil) olarak gelmiş olmasına rağmen يُرْضُوهُ kelimesindeki هُٓ [o] zamiri tekil olarak gelmiştir. Bu iltifattaki incelik şöyledir:
Allah ve Resulünün rızası birbirini gerektirdiği için zamir هُٓ [o] şeklinde tekil olarak gelmiştir. Dolayısıyla bu, “Allah’ın razı olduğu şeyden Resul’ü de razı
olur.” demektir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları)
يُرْضُوكُمْۚ - يُرْضُوهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Ayetin fasılası fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, فالله ورسوله أحقّ بالإرضاء [Allah ve Resulünün rızası daha önceliklidir.] şeklinde olabilir.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)