Tevbe Sûresi 61. Ayet

وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...

Yine onlardan peygamberi inciten ve “O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır” diyen kimseler de vardır. De ki: “O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah’a inanır, mü’minlere inanır (güvenir). İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْهُمُ içlerinden bazıları
2 الَّذِينَ onlar ki
3 يُؤْذُونَ incitirler ا ذ ي
4 النَّبِيَّ Peygamberi ن ب ا
5 وَيَقُولُونَ ve derler ق و ل
6 هُوَ O
7 أُذُنٌ bir kulaktır ا ذ ن
8 قُلْ de ki ق و ل
9 أُذُنُ kulağıdır ا ذ ن
10 خَيْرٍ hayır خ ي ر
11 لَكُمْ sizin için
12 يُؤْمِنُ inanır ا م ن
13 بِاللَّهِ Allah’a
14 وَيُؤْمِنُ ve inanır ا م ن
15 لِلْمُؤْمِنِينَ mü’minlere ا م ن
16 وَرَحْمَةٌ ve bir rahmettir ر ح م
17 لِلَّذِينَ kimseler için
18 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
19 مِنْكُمْ sizden
20 وَالَّذِينَ ve kimselere
21 يُؤْذُونَ incitenlere ا ذ ي
22 رَسُولَ Elçisini ر س ل
23 اللَّهِ Allah’ın
24 لَهُمْ vardır
25 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
26 أَلِيمٌ acıklı ا ل م
 

Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır. 

 

(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)

 

وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْهُمُ  car mecruru mahzuf  mukaddem haberin sıfatına müteallıktır. Takdiri,  بعض منهم  şeklindedir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْذُونَ النَّبِيَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْذُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّبِيَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. 

يَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  يَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  هُوَ اُذُنٌ ’dur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اُذُنٌ  haber olup lafzen merfûdur.


قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ ’dur.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

اُذُنُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri,  هو dir.  خَيْرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَكُمْ  car mecruru  اُذُنُ ’nun mahzuf sıfatına müteallıktır.

يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  cümlesi mahzuf mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf  harfidir.  يُؤْمِنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

لِلْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَحْمَةٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  اُذُنُ ’ye matuftur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle  رَحْمَةٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا مِنْكُمْ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْكُمْ  car mecruru  اٰمَنُوا  fiiline müteallıktır.

يُؤْمِنُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 


 وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يُؤْذُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

رَسُولَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi  الَّذ۪ينَ nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’un sıfatıdır.

 

وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْهُمُ, mahzuf mukaddem haberin mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri,  بعض منهم (Onlardan bazısı) şeklindedir.

Bu ayet-i kerimede mütekellim (Allah Teâlâ) muhatabı Peygamberin (s.a.) her söylenene kulak veriyor dediklerini Peygamber (s.a.) bildiği halde mütekellim kendisinin de bildiğini göstermesiyle bu ayet-i kerimede lâzım-ı fâide-i haber olmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresi’nin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

Muahhar mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası   يُؤْذُونَ النَّبِيَّ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelen  يَقُولُونَ  cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan هُوَ اُذُنٌ, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eder.

وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌ  cümlesinin mazmunu (içeriği), eza veren sözleri sebebiyle hususun umuma atfıdır. (Âşûr)

Yahudilerin Peygamber Efendimize kulak demeleri üzerine Allah Teâlâ’nın da onun hayırlı kulak olduğunu belirtmesi müşâkele sanatının güzel bir örneğidir. Ayrıca Yahudilerin olumsuz manada kullandıkları bu sözü, Allah Teâlâ hayır sıfatını ekleyip olumlu manaya çevirerek tasdik etmiştir. Tekrar edilen lafızlar muhatabın dikkatini çeker. Kavlu bi’l mûcib sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

هُوَ اُذُنٌ [O bir kulaktır.]  Bunun aslı, her söyleneni dinleyen kulak gibidir manasıdır. Bu ifadeden teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve teşbih-i beliğ olmuştur. “Zeyd aslandır.” ifadesine benzer. (Safvetu’t Tefasir)


 قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavlinde îcaz-ı hazif sanatı vardır.  اُذُنُ خَيْرٍ  takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir. 

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi az sözle çok anlam ifadesinin yanında, müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.

خَيْرٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ  cümlesi mahzuf mübteda için ikinci haber veya ikinci sıfattır. Aynı üslupta gelen  وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ  cümlesi, makabline matuftur.

Şayet  يُؤْمِنُ  fiili niçin, lafzatullah ile birlikte kullanıldığında  بِ  harf-i cerriyle;  مُؤْمِن۪ينَ  kelimesiyle kullanıldığında da لِ harf-i ceriyle müteaddi olmuştur? denilirse biz deriz ki: Lafzatullah'a taalluk eden imandan maksat, küfrün zıddı olan tasdik olduğu için  بِ  harf-i ceriyle; müminlerle ilgili olan iman lafzının manası da onları dinlemek manasında olduğu için ve  لِ  harf-i ceriyle müteaddi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Şayet rahmet olan her şey, bir hayırdır. O halde خَيْرٍ kelimesinin peşinden  رَحْمَةٌ kelimesinin getirilmesinin faydası ve hikmeti nedir? denilirse biz deriz ki: Hayır çeşitlerinin en kıymetlisi  رَحْمَةٌ dir. Binaenaleyh خَيْرٍ  kelimesinden sonra  رَحْمَةٌ  kelimesinin getirilmesi güzeldir. (Fahreddin er-Râzî)

وَرَحْمَةٌ, haber olan  اُذُنُ خَيْرٍ ’a matuftur. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  رَحْمَةٌ ,لِلَّذ۪ينَ ’a müteallıktır. Sılası  اٰمَنُوا مِنْكُمْ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

اُذُنُ خَيْرٍ  ifadesi istiaredir. Çünkü Hz. Peygamber gerçekte “kulak” değildir. Bu ifadeyle kastedilen iki mana bulunmaktadır.

İlkine göre bu ifade, birisini, çok fazla namaz kılma ve oruç tutma ya da yeme ve uyuma ile niteleyen kimsenin “Falanca namaz ve oruçtan ya da yeme ve uykudan ibaret” demesi gibidir. Şu halde bu ifadeyle Hz. Peygamber, sözleri çok dinlemek ve onlara çok kulak vermekle nitelenmiş oluyor. (Casusa “göz” denilmesi gibi her duyduğunu ayırımsız onaylayana “kulak” denilmesi de cüzün zikredilip bütünün kastedilmesi (cüziyyet) ilgisi ile mürsel mecaz olur. Mecazın belâgi nüktesi, insanın bedeni ve bütün organlarıyla kulaktan ibaretmişçesine anlatımda abartı, pekiştirme ve vurgu sağlamasıdır. Buna göre müellif mürsel mecazları da istiare kapsamında görmektedir. 

Diğer mana da Arapların “o bir kulaktır” şeklindeki sözlerinin, “işitilebilen hiçbir sözün kendisine gizli kalmadığı sağlıklı kulak organı” anlamında kullanılmış olmasıdır. Buna göre münafıklar, Peygamberi (s.a.) konuşan herkesin bütün söylediklerinin kulağına ulaştığı, kalbine yerleştiği kimse olarak nitelemiş oluyorlar. Onlar bu sözü, Peygamber ve ailesini yerme makamında söylemiş oluyorlardı. Halbuki O, kusur nispet edenin kusurundan, iftira edenin iftirasından münezzehtir. Münafıklar, Hz. Peygamberin kibarlığı, nezaketi ve hilmi sebebiyle, kusurlarını yüze vurmadan herkesi dinleme vasfını saflığına hamlederek güya ona hakaret etmek istemişlerdir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları) 


وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ, istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bu kişilerin bilinen kişiler olduğuna işaret etmesinin yanında onlara tahkir ifade eder. Sılası, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ceza vaîdi onlara, doğrudan doğruya Allah tarafından sevk edilen, makablinden bağımsız bir cümledir. (Ebüssuûd)

الَّذ۪ينَ ’nin haberi  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ, isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar  mübteda olan  عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğuna işarettir.

Ayet-i kerimede haber olan  لَهُمْ  cümlesi mübtedadan sonra gelmesi gerekirken hasr ifade edebilmek için mübteda olan  عَذَابٌ اَل۪يمٌ dan önce gelerek,  لَهُمْ  maksûrun aleyhi,  عَذَابٌ اَل۪يمٌ ise maksûr olmuştur. Yani elem verici azabın onların işlemiş oldukları günaha göre tam tamına uygun olarak onlara özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Suresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili) 

اَل۪يمٌ ’le sıfatlanması, bu anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette  يُؤْذُونَ  ve  اُذُنٌ  kelimeleri ikişer kere geçmiştir. Aralarında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ  [Allah Resulü’ne eziyet ediyorlar.] ifadesinde Resulullah’ın (s.a.) şanını yüceltmek ve nübüvvet ve risalet gibi iki büyük mertebeyi onda toplamak maksadıyla  يُؤْذُونَهِ  (ona eziyet ederler) şeklinde zamir yerine  رَسُولَ  kelimesi gelmiştir.  رَسُولَ  kelimesinin Allah lafzına izafeti ise onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. (Safvetu’t Tefasir)

Peygamberin (s.a.) risalet unvanıyla ism-i celile izafe edilerek  رَسُولَ اللّٰهِ  şeklinde zikredilmesi hem tazim hem de Resulullah’a (s.a.) eziyetin sonucu itibarıyla Allah’a eziyet ve ilâhî gazabı mûcib olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Zamir makamında zahir ismin zikredilmesi ıtnâb sanatıdır.

لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesinde haber olan  لَهُمْ  [onlar için] ibaresi, mübtedadan sonra gelmesi gerekirken hasr ifade edebilmek için mübteda olan  عَذَابٌ اَل۪يمٌ  (elem verici bir azap) ibaresinden önce gelerek,  لَهُمْ  (onlar için) maksûrun aleyhi,  عَذَابٌ اَل۪يمٌ [elem verici bir azap] ise maksûr olmuştur. Yani elem verici azabın onların işlemiş oldukları günaha göre tam tamına uygun olarak onlara özel olarak hazırlandığını ifade etmiştir. (ez-Zemahşeri, a.g.e., c: II, s. 315; İbni Ali, a.g.e., c: X, s: 214; el-Alevi, a.g.e., c: XI, s. 349)

يُؤْذُونَ -  اُذُنُ  ve  مُؤْمِن۪ينَ - يُؤْمِنُ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.