Tevbe Sûresi 85. Ayet

وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ  ...

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Allah, bunlarla ancak, dünyada kendilerine azap etmeyi ve canlarının kâfir olarak çıkmasını istiyor.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تُعْجِبْكَ seni imrendirmesin ع ج ب
3 أَمْوَالُهُمْ onların malları م و ل
4 وَأَوْلَادُهُمْ ve evladları و ل د
5 إِنَّمَا şüphesiz
6 يُرِيدُ istiyor ر و د
7 اللَّهُ Allah
8 أَنْ
9 يُعَذِّبَهُمْ onlara azabetmeyi ع ذ ب
10 بِهَا bunlarla
11 فِي
12 الدُّنْيَا dünyada د ن و
13 وَتَزْهَقَ ve çıkmasını ز ه ق
14 أَنْفُسُهُمْ canlarının ن ف س
15 وَهُمْ onlar
16 كَافِرُونَ kafir olarak ك ف ر
 

Tebük Seferi’ne katılmamak için bahaneler uyduran, özellikle havaların aşırı sıcak olduğu gerekçesine sığınan, fakat aynı zamanda müminleri de sefere çıkmaktan caydırmaya çalışan münafıkların âkıbetinin çok acı olacağı belirtilmekte; Hz. Peygamber’in bu kişilerden sağ kalanlarla karşılaşması halinde onların kendi maiyetinde bir sefere çıkmalarına müsaade etmemesi istenmekte, ölenlerinin ise imansız olarak can verdikleri bildirilip onlar için bir dinî vecîbe ifa etme cihetine gitmemesi emrolunmaktadır. Müslümanların ölen din kardeşlerine karşı ifa etmeleri gereken dinî vecîbelerin başında cenaze namazı kılınması ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması gelmektedir. Âyette bu hususa işaret edildikten sonra yer alan, “mezarı başında da durma” ifadesini Hz. Peygamber’in cenazenin defninden sonraki tatbikatına göre açıklamak uygun olur. Resûl-i Ekrem bir müslümanın cenazesi defnedildikten sonra kabri başında bir süre durur ve etrafındakilere şöyle derdi:“Kardeşiniz için Allah’tan mağfiret dileyiniz ve sorulanlara şaşırmadan cevap verebilmesi için dua ediniz; zira şu anda o sorguya çekilmektedir” (Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 69; krş. Tirmizî, “Cenâiz”, 70). (Münafıkların malları ve evlâtlarının dünyada eziyet vesilesi kılındığını ve Allah’ın onların canlarının da kâfir olarak çıkmasını murat ettiğini belirten 85. âyetin açıklaması için 55. âyetin tefsirine bk.). 87. “Geride kalanlar” diye tercüme edilen havâlif kelimesi, Arap dilinde daha çok kadınları ifade etmek üzere kullanılır; fakat belirli bir işte kendisinden verim alınamayacak olanlar anlamına da gelir. Kelimenin yer aldığı bağlamda sadece kadınların değil, kadınlarla birlikte yaşlı erkekler, çocuklar, engelliler gibi savaşa katılamayacak kimselerin kastedildiği anlaşıldığından, meâlinde bu geniş anlam tercih edilmiştir. Bazı müfessirlere göre kadınlara benzetmek onların ağırına giden bir ifade olduğu için kelime bu anlamıyla kullanılmıştır. Öte yandan bu kelimenin, “karşı çıkanlar” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür (İbn Atıyye, III, 68; Râzî, XVI, 151, 156-157). Yine bu âyette geçen “kalpleri mühürlendi” ifadesinde edebî sanatlardan istiare türü kullanılmış olup, onların kalplerinin inkârcılık ve sapkınlıkla kaplanmış olduğunu, bu durumun da imanın ve hidayet ışığının girmesini engellediğini belirtmektedir (İbn Atıyye, III, 68; bu sonucun insanın irade hürriyeti açısından değerlendirilmesi için bk. Bakara 2/7). 

 

Kaynak :Kuran Yolu/ Diyanet tefsiri

 

وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُعْجِبْكَ  meczum muzari fiildir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اَمْوَالُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَٓا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  اَوْلَادُهُمْ  kelimesi  اَمْوَالُهُمْ  kelimesine matuftur.

تُعْجِبْكَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  عجب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


 اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ

 

اِنَّمَا, kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  harfidir.

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

يُعَذِّبَ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِهَا  car mecruru  يُعَذِّبَهُمْ  fiiline müteallıktır.

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  يُعَذِّبَهُمْ  fiiline müteallıktır.  

وَ  atıf harfidir.  تَزْهَقَ  mansub muzari fiilidir.  اَنْفُسُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُمْ كَافِرُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubtur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَافِرُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَلَا تُعْجِبْكَ اَمْوَالُهُمْ وَاَوْلَادُهُمْۜ 

 

وَ, atıftır. Ayet, önceki ayetteki …وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى  cümlesine matuftur. İlk cümle, nehiy üslubunda talebi inşâî isnaddır.

Cümlede cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Mallar ve evlat hoşa gitmek hükmünde cem’ edilmiştir. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Tekrar edilen  لَٓا  olumsuzluğu tekid etmiştir.

Çocuklar, maldan daha aziz olduğu halde malın çocuklardan önce zikredilmesinin değişik sebepleri olabilir. Şöyle ki:

1. Herkes ihtiyaçlarını karşılamak için mal sahibi olmak zorundadır. Çünkü ihtiyaçları karşılayan en önemli vasıta maldır. Bütün analar, babalar ve çocuklar dünya malına muhtaçtır. Öyle ki çocukları olup da malı olmayan kimseler büyük müzayaka (darlık) ve sıkıntı içindedir. Çocuk sahibi olmak ise ancak baba olma çağına girmiş olan kimseler için söz konusudur.

2. Mala olan ihtiyaç, nefsin bekası içindir; evlada olan ihtiyaç ise nev'in bekası içindir,

3. Mal sahibi olmak çocuklardan önce gelir. Çünkü insanın büyüyüp gelişmesi ancak gıda ile mümkündür. (Ebüssuûd) 


  اِنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ

 

Beyânî istînâf olduğu için fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, faille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  يُر۪يدُاللّٰهُ  maksûr/mevsuf,  اَنْ يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا  maksûrun aleyh/sıfattır.

Muhatabın bildiği ve itiraz etmediği konularda kasr  اِنَّمَا  ile yapılır. Ancak bunun aksi durumlarda da  اِنَّمَا  ile kasrın yapıldığı görülmektedir. Yani muhatabın inkâr ettiği durumlarda, inkâr etmiyormuş menzilesine konarak  اِنَّمَا  ile kasr yapılır. Böylece tariz yoluyla başka bir maksat için gelmiş olur.  اِنَّمَا  edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُعَذِّبَهُمْ بِهَا فِي الدُّنْيَا  cümlesi,  يُر۪يدُ  fiilinin mef’ûlüdür. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَتَزْهَقَ اَنْفُسُهُمْ  cümlesi, masdar-ı müevvel cümlesine atfedilmiştir.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ كَافِرُونَ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

تَزْهَقَ  fiili burada vefat ettirdi manasındadır.

Bu ayet, aynısıyla Tevbe Suresi 55. ayette geçmişti. Burada da zikredilmiştir. Bu iki ayet arasında, lafız bakımından farklılıklar bulunmaktadır: 

1. Önceki  ayette  ف  harfiyle  فلَا تُعْجِبْكَ  buyurmuştur. Bu ayette ise  و  harfiyle  وَلَا تُعْجِبْكَ  şeklindedir. 

Önceki ayette, Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Onlar Allah yolunda mal harcadıklarında ancak isteksiz harcarlar.” (Tevbe Suresi, 54) ayetinin hemen peşinden  getirmiş, böylece  onları infâk etmekten hoşlanmamakla vasfetmiştir. Onlar bu infakı, o malların çokluğundan hayrete düşüp onlara meftun olduklarından dolayı kerih görmüşlerdir. İşte böyle bir sebepten dolayı Allah Teâlâ onları, bu meftun oluştan, imrenmeden, başında takibiyye fâ’sı bulunan ifadeyle nehyederek  فَلَا تُعْجِبْكَ buyurmuştur. Ama bu ayette, sözün daha önceki kısımla münasebeti olmadığı için bu nehiy, vav harfiyle getirilmiştir.

2. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette  وَلاَاَوْلَادُهُمْ  dediği halde, bu ayette  وَاَوْلَادُهُمْ demesidir. Böylesi sıralamalar en düşüğünden başlayarak en kıymetlisine doğru yükselir. Bu ayetteki sıralama ise onlar nezdinde bu iki şey arasında bir fark bulunmadığına delalet eder. 

3. Cenab-ı Hakk’ın, önceki ayette  لِيُعَذِّبَهُمْ  buyurup buradaysa  اَنْ يُعَذِّبَهُمْ  demesidir. Bu farklılığın faydası, Allah Teâlâ’nın hükümlerinin herhangi bir illete bağlanmasının muhal olduğuna ve her nerede ta’lil  ل ’ı gelirse, bu  ل ’ın  ان  manasına geldiğine dikkat çekmektir.

4. Önceki ayette  فِى الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  bu ayette  ise  فِى الدُّنْيَا  buyurulmuş olmasıdır. Cenab-ı Hakk bu ayette, dünya hayatının değersizlikte “hayat” olarak isimlendirilemeyecek bir seviyede bulunduğuna dikkat çekmek için  اَلْحَيَاةُ  kelimesini zikretmemiştir. Yine onun değersizliğine dikkat çekmek için dünya zikredildiğinde, sadece bu lafızla yetinmek gerektiğine dikkat çekmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

Bu ayetin niçin mükerrer olduğunun izahı şudur: Kalpleri en fazla kendisine çeken ve gönülleri dünya ile meşgul olmaya sevk eden şeyler, mal ve evlat ile meşgul olmaktır. Böyle olan şeylerden defalarca sakındırmak gerekir. Netice olarak diyebiliriz ki buradaki tekrar, tekid ve iyice sakındırmak içindir.

Aynı sözün farklı zamanlarda, birçok yerde birçok defa birçok kimseyle birlikte zikredilmesine ihtiyaç duyulduğunda, o sözün onlardan bazılarının yanında zikredilip söylenmesi, onun, diğerlerinin yanında da söylenmesine mani olmaz ve tekrarlanmasından müstağni kılmaz. (Fahreddin er-Râzî)