فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | nihayet |
|
2 | ذَهَبُوا | götürdüler |
|
3 | بِهِ | onu |
|
4 | وَأَجْمَعُوا | ve karar verdiler |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يَجْعَلُوهُ | atmaya |
|
7 | فِي |
|
|
8 | غَيَابَتِ | dibine |
|
9 | الْجُبِّ | kuyunun |
|
10 | وَأَوْحَيْنَا | ve biz vahyettik |
|
11 | إِلَيْهِ | O’na |
|
12 | لَتُنَبِّئَنَّهُمْ | andolsun haber vereceksin |
|
13 | بِأَمْرِهِمْ | onların işlerini |
|
14 | هَٰذَا | bu |
|
15 | وَهُمْ | ve onlar |
|
16 | لَا | hiç değillerken |
|
17 | يَشْعُرُونَ | farkında |
|
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a. (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b. (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c. Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذَهَبُوا بِه۪ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, جعلوه فيها (Orada yaptılar) şeklindedir.
ذَهَبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru ذَهَبُوا fiiline müteallıktır.
اَجْمَعُٓوا cümlesi atıf harfi وَ ’la ذَهَبُوا بِه۪ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَجْمَعُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf على harf-i ceriyle birlikte اَجْمَعُٓوا fiiline müteallıktır.
يَجْعَلُوهُ fiili ن ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي غَيَابَتِ car mecruru يَجْعَلُوهُ fiiline müteallıktır.
الْجُبّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَجْمَعُٓوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi جمع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir ناً fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru اَوْحَيْنَٓا fiiline müteallıktır.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir. تُنَبِّئَنَّهُمْ fiilinin sonundaki ن, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
تُنَبِّئَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
بِاَمْرِ car mecruru تُنَبِّئَنَّ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هٰذَا ism-i işareti بِاَمْرِهِمْ ’den bedel olup mahallen mecrurdur.
تُنَبِّئَنَّهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Cümle تُنَبِّئَنَّ ’deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا يَشْعُرُونَ fiili haber olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ kelimesi ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و” ve zamir veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ
فَ atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan ذَهَبُوا بِه۪ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın, takdiri جعلوه فيها [Onu orada yaptılar] olan cevabı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar.
Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Makabline matuf veya قد takdiriyle hal konumundaki اَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen على harfiyle birlikte اَجْمَعُٓوا fiiline müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetin başındaki meskutun anh “Bunun üzerine de Yakub, Yusuf’a izin verdi ve onu, onlarla beraber gönderdi…” şeklinde takdir edilebilir.
اَجْمَعُٓوا - يَجْعَلُ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ
وَ, istînafiyedir. Cümlenin وَ ziyade kabul edilerek şartın cevabı olduğu da söylenmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
“Buradaki vahiyden maksat, nübüvvet ve risalettir.” Bu, muhakkik alimlerden büyük bir cemaatin görüşüdür.
Bu görüşü benimseyenler, daha sonra Yusuf’un (a.s.) o zaman bülûğa erip ermediği hususunda ihtilaf etmişlerdir... Bu cümleden olmak üzere bir kısmı, “O, o zaman bülûğa ermişti ve yaşı da on yedi idi.” derken diğerleri de onun o vakit henüz çocuk olduğunu, ancak ne var ki İsa (a.s.) hakkında da söz konusu olduğu gibi aklını kemâle erdirip vahyi ve nübüvveti almaya elverişli ve kabiliyetli hale getirdiğini söylemektedirler.
Buradaki vahiyden maksat, ilhamdır. Bu, Cenab-ı Hakk'ın, “Musa'nın anasına.... diye vahyettik (evheynâ)” (Kasas Suresi, 7) ve “Rabbin bal arısına ... diye ilham etti (evhâ)” (Nahl Suresi, 68) ayetinde geçen vahiy kelimesi gibidir.
Birinci görüş evlâdır; çünkü, vahyin zahiri manası budur. (Fahreddin er-Râzî)
لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا
Fasılla gelen cümle mahzuf kasemin cevabıdır. Mahzufla birlikte terkip kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Kasem cümlesi ayette tefsiriyye konumundadır.
Fiilin başındaki لَ, kasemin cevabının başına gelmiştir. Lam ve şeddeli nun olmak üzere iki unsurla tekid edilen cevap cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Olaya işaret eden هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
[onlara bir bir haber vereceksin] ifadesi, onlara yönelik bir tehdit anlamında, Nun ile لَنَٓنَبِّئَنَّهُمْ (Onlara bir bir haber vereceğiz!) şeklinde de okunmuştur. Bu okuyuşa göre arkadan gelen “kendileri bunun farkında olmadıkları bir sırada” ifadesi “Biz kendisine şöyle vahyetmekteydik.” ifadesine bağlı olmaktadır. (Keşşâf)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Hal وَ ’ıyla gelen, لَتُنَبِّئَنَّهُمْ fiilindeki gaib zamirden hal olan وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müekked hal olan cümle ıtnâb sanatıdır. Bu hal cümlesi onların bu hallerinin, tekrarlanan sürekli bir özellik olduğuna işaret eder.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
[Onu götürüp (kör) kuyunun dibine bırakmaya ittifakla karar verince bunu yaptılar. Onlar farkında değilken biz de Yusuf’a vahyettik ki “Onlara bu yaptıklarını elbet bir gün anlatacağız.”] Yusuf’a (a.s.) bu vahiyden maksat, onun bu sıkıntıdan kurtulacağını, onlara bir gün galip geleceğini ve onların, onun kudreti ve hakimiyeti altına gireceklerini bildirmek suretiyle Yusuf'un kalbini takviye etmektir. (Fahreddin er-Râzî)