Yusuf Sûresi 19. Ayet

وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ  ...

Bir kervan gelmiş, sucularını suya göndermişlerdi. Sucu kovasını kuyuya salınca, “Müjde! Müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Onu alıp bir ticaret malı olarak sakladılar. Oysa Allah, onların yaptıklarını biliyordu.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَتْ ve geldi ج ي ا
2 سَيَّارَةٌ bir kervan س ي ر
3 فَأَرْسَلُوا gönderdiler ر س ل
4 وَارِدَهُمْ sucularını و ر د
5 فَأَدْلَىٰ sarkıttı د ل و
6 دَلْوَهُ kovasını د ل و
7 قَالَ dedi ki ق و ل
8 يَا بُشْرَىٰ müjde! ب ش ر
9 هَٰذَا bu
10 غُلَامٌ bir oğlan! غ ل م
11 وَأَسَرُّوهُ ve onu sakladılar س ر ر
12 بِضَاعَةً ticaret için ب ض ع
13 وَاللَّهُ halbuki Allah
14 عَلِيمٌ biliyordu ع ل م
15 بِمَا şeyleri
16 يَعْمَلُونَ onların yaptıkları ع م ل
 
Konunun akışından anlaşıldığına göre Yûsuf’un atıldığı kuyu, ticaret kervanlarının geçtiği yol üzerinde bulunuyordu. Nitekim 10. âyette geçen, “Onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın” cümlesi de bunu açıkça gösterir. Yûsuf’un kuyudaki durumuna bakıldığında, kuyunun kuraklık sebebiyle suyunun çekilmiş olduğu ve onun burada hayatını etkilemeyecek kadar kısa bir süre kaldığı anlaşılmaktadır.
“Onu bir ticaret malı olarak sakladılar” cümlesindeki saklayanların kimler olduğu hakkında farklı iki görüş vardır: a) Onu saklayanlar, su almaya gelenlerdir. Onu kervandaki diğer arkadaşlarından saklamışlar ve el altından değersiz bir bedelle satmışlardır. b) Kardeşleri Yûsuf’un kendi kardeşleri olduğunu saklamışlardır. Yani onu kuyuya attıktan sonra gitmemişler, o yörede beklemişler, kervanın sucuları Yûsuf’u çıkardığında onun kendi köleleri olduğunu iddia etmişler, Yûsuf da korkusundan ses çıkaramamış, böylece onu köle olarak kervanın adamlarına düşük bir bedelle satmışlardır (Râzî, XVIII, 106).
 Kanaatimizce Hz. Yûsuf’u bir ticaret malı olarak saklayanlar kardeşleri değil, kuyudan onu çıkaran kervancı ile yanındaki arkadaşlarıdır. Zira kardeşleri onu kuyuya attıktan sonra gömleğini kana bulayıp babalarının yanına dönmüşlerdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 222
 

وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  وَجَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

سَيَّارَةٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  

وَارِدَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَدْلٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. 

دَلْوَهُ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَدْلٰى  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  دلو ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَرْسَلُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

 قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا غُلَامٌ dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  بُشْرٰى  münada olup mukadder damme ile mebni mahallen mansubdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  غُلَامٌ  haber olup lafzen merfûdur. 


 وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اَسَرُّو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri,  أمره  (onun işi) şeklindedir. 

بِضَاعَةً  kelimesi  اَسَرُّو ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَلٖيمٌ haber olup lafzen merfûdur.  

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ  kelimesine müteallıktır. 

يَعْمَلُونَ  fiili  ن 'un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İstînâfa matuf olan  فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَيَّارَةٌ ’deki tenvin herhangi bir, nev anlamındadır.

جَٓاءَتْ  fiilindeki müfret zamirden,  اَرْسَلُوا daki cemi zamire iltifat vardır.

اَدْلٰى - دَلْوَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Burada “geldi” fiilinin, “geçti” veya “vardı” gibi fiillere tercih edilmesi, işaret ediyor ki Yusuf (a.s.), Rabbi katında pek şerefli ve yüksek bir mertebeye sahiptir. (Ebüssuûd)


 قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. İki cümle arasında meskutun anh mevcuttur. Takdiri şöyle olabilir:  فتعلّق يوسف بالدلو فأخرجه الوارد فلمّا رآه قال يا بشرى. [Yusuf (a.s.) kovaya tutundu ve onu çıkardılar. Onu görünce müjde dedi.]

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  يَا بُشْرٰى  cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı mahzuftur.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا غُلَامٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Meskutun anh yoluyla yapılan îcâza genellikle; bilinen veya tahmini kolay olan hususları söyleyerek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek veya karineye dayanarak dile getirilmeyen şeyleri muhatabın hayaline ve yorumlamasına bırakarak anlam zenginliği kazandırmak ve benzeri sebeplerle başvurulur. Bu îcâz biçimi, Kur’an-ı Kerim’in önemli üslup özelliklerindendir.

غُلَامٌ, on ile yirmi yaşındaki insana denir. Yusuf (a.s.) da o gün onyedi yaşındaydı. (Âşûr)


وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِضَاعَةً  kelimesi  اَسَرُّو ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

بِضَاعَةً, hal olarak mansub olup anlam, “Onu ticari bir meta olarak gizlediler.” şeklindedir.  بِضَاعَةًۜ  ticaret için ayrılan maldır. (Keşşâf)


 وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  عَل۪يمٌ ’e müteallıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ,  tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin bu son cümlesinde idmâc sanatı vardır. [Yaptıklarınızı görür] ifadesinde Allah Teâlâ, her şeyden haberdar olduğunu beyan ederken bunun içine hesap ve cezayı idmâc etmiştir. Ya da lâzım melzûm alakasıyla yaptıklarınızın karşılığı verilecektir manası taşır. Mecaz-ı mürseldir.

Bu kelam, onların Yusuf gibi bir insanı müptezel bir ticaret malı durumuna sokmaları ve bunun için uydurdukları hileleri yüzünden onlara büyük bir ceza vaîdi anlamındadır. (Ebüssuûd)