وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | الَّذِي | kimse |
|
3 | اشْتَرَاهُ | onu satın alan |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | مِصْرَ | Mısır’lı |
|
6 | لِامْرَأَتِهِ | karısına |
|
7 | أَكْرِمِي | ona kıymet ver |
|
8 | مَثْوَاهُ | iyi bak |
|
9 | عَسَىٰ | belki |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | يَنْفَعَنَا | bize yararı dokunur |
|
12 | أَوْ | ya da |
|
13 | نَتَّخِذَهُ | onu ediniriz |
|
14 | وَلَدًا | evlad |
|
15 | وَكَذَٰلِكَ | ve böylece |
|
16 | مَكَّنَّا | bir imkan verdik |
|
17 | لِيُوسُفَ | Yusuf’a |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْأَرْضِ | o yerde |
|
20 | وَلِنُعَلِّمَهُ | ve ona öğrettik |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | تَأْوِيلِ | yorumunu |
|
23 | الْأَحَادِيثِ | düşlerin |
|
24 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
25 | غَالِبٌ | galip olandır |
|
26 | عَلَىٰ |
|
|
27 | أَمْرِهِ | işinde |
|
28 | وَلَٰكِنَّ | ama |
|
29 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
30 | النَّاسِ | insanların |
|
31 | لَا |
|
|
32 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اشْتَرٰيهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اشْتَرٰي fiili ي üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ مِصْرَ car mecruru اشْتَرٰي ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. مِصْرَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِامْرَاَتِه۪ٓ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli, اَكْرِم۪ي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اَكْرِم۪ي fiili, ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ي fail olarak mahallen merfûdur.
مَثْوٰيهُ mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَسٰٓى elif üzere mukadder fetha ile mebni tam mazi fiildir.
أَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسٰٓى fiilinin faili olup mahallen merfûdur.
يَنْفَعَنَٓا mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir. Muttasıl zamir نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi, tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَّخِذَهُ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُ birinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. وَلَداً ikinci mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اتَّخَذَ fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَتَّخِذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi اخذ ’dir.
اشْتَرٰي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi شرى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَكْرِم۪ي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi كرم ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ
وَ atıf harfidir. كَ harf-i cerdir. مثل; “gibi” demektir. Bu ibare amili مَكَّنَّا olan mahzuf mef’ûlün mutlakına müteallıktır.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harftir. ك hitap zamiridir.
مَكَّنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir ناَ fail olarak mahallen merfûdur.
لِيُوسُفَ car mecruru مَكَّنَّا fiiline müteallıktır. يُوسُفُ kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْاَرْضِ car mecruru مَكَّنَّا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, نُعَلِّمَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
أَنْ ve masdarı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte مَكَّنَّا fiiline müteallıktır.
نُعَلِّمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olup mahallen mansubdur.
مِنْ تَأْو۪يلِ car mecruru نُعَلِّمَ fiiline müteallıktır. الْاَحَاد۪يثِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. غَالِبٌ haber olup lafzen merfûdur.
عَلٰٓى اَمْرِه۪ car mecruru غَالِبٌ ’e müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrâk harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَـٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ lafzen mansubdur. ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لٰكِنَّ ’nin haberi لَا يَعْلَمُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ
وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذِي ’nin sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَسٰٓى mazi fiil sıygasında gelmiş tam fiildir. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَنْفَعَنَٓا cümlesi, عَسٰٓى fiilinin faili konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki نَتَّخِذَهُ وَلَداً cümlesi اَوْ atıf harfiyle يَنْفَعَنَٓا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَلَداً ’deki tenvin herhangi bir manasında nev ifade eder.
Ta’lil cümleleri anlama açıklık getiren ıtnâb sanatıdır.
Ayeti kerimede زَوْجَة yerine اِمْرَأَة kelimesi kullanılmıştır.
İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
Sadâkat -Allah’ın dinine inanmada birlik- üreme imkânı bulunmak-nikâhlı olmak.
اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: İhanet (Aldatma)- Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık - Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) - Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ
وَ, istînâfiyedir.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ, amili مَكَّنَّا (Yerleştirdik) olan, mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır.
مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığ لِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ cümlesi, mecrur mahalde مَكَّنَّا fiiline müteallık mahzuf masdar-ı müevvele matuftur. Yani مَكَّنَّا ليوسف لنملّكه ولنعلّمه (Yönetimde olması ve ona öğretelim diye yerleştirdik.) demektir.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)
Bu ayette كَذٰلِكَ konuyu pekiştirmek maksadıyla gelmiştir. Yani “Onun yerleştirilmesi işte böyle olmuştur.” demektir.
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
مَكَّنَّا fiilinden sonra فِي الْاَرْضِۘ ifadesinin zikri, anlamı pekiştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لِنُعَلِّمَهُ - لَا يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
Bil ki dünyanın hallerini ve acayipliklerini düşünen kimse, işin tamamının Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın kaza ve hükmünün galip geldiğini bilir ve yakînen anlar. (Fahreddin er-Râzî)
وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ [Biz Yusuf’u yerleştirdik.] şeklinde mütekellim sıygasıyla başlayan kelam, [Allah işlerinde galiptir.] şeklindeki gaib sıygasıyla devam ettirilerek iltifat yapılmıştır. Bu iltifat, işlerdeki galibiyeti Allah’a nispet etmek ve O’nun şanını yüceltmek içindir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. Cümle istînâfa matuftur. لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin fasılası başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)