فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَجَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
لَهُ car mecruru اسْتَجَابَ fiiline müteallıktır.
رَبُّهُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. صَرَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَنْهُ car mecruru صَرَفَ fiiline müteallıktır.
كَيْدَهُنَّ mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّم۪يعُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْعَلٖيمُ kelimesi ikinci haberdir.
Veya هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ mübtedanın haberidir. الْعَل۪يمُ, ikinci haberdir.
السَّمٖيعُ - الْعَلٖيمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ
Ayet, ...قَالَ cümlesine فَ ile atfedilmiştir.
فَاسْتَجَابَ cümlesinin atfının takip فَ ’si ile yapılması, وإلّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ (Kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı.) sözünün de içerisinde yer aldığı duasına Allah Teâlâ’nın hızlı bir şekilde icabet ettiğine işarettir. اسْتَجابَ kelimesi أجابَ kelimesinin mübalağalı halidir. Tıpkı 32. ayeti kerimede geçen فاسْتَعْصَمَ kalıbı gibi. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur لَهُ, cümledeki önemine binaen, faile takdim edilmiştir.
رَبُّهُ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هُ zamirinin ait olduğu Yusuf (as) şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Aynı üsluptaki فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ cümlesi, makabline matuftur.
Car mecrur عَنْهُ ’nun mef’ûle takdimi, cümledeki önemine binaendir.
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ cümlesi takip فَ ’si ile atfedilen اسْتَجابَ için illet (sebep) konumundadır. Yani “Hiçbir erteleme olmadan duasına icabet etti. Çünkü O, dualara en hızlı bir şekilde icabet eden ve halis gönülleri(vicdanları) en iyi bilendir.” demektir. السَّمْعُ talep edilen şeyi kabul etmek anlamında kullanılır. سَمِعَ اللَّهُ لِمَن حَمِدَهُ ifadesinde, “Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti ve hamdını kabul etti.” manası vardır. Bu mananın tahkiki için de ifade, fasıl zamiri ile tekidli olarak gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedin yani السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.