Ra'd Sûresi 27. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  ...

İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve diyorlar ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَوْلَا değil miydi?
5 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
6 عَلَيْهِ ona
7 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
8 مِنْ -nden
9 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
14 مَنْ kimseyi
15 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
16 وَيَهْدِي ve iletir ه د ي
17 إِلَيْهِ kendisine
18 مَنْ kimseyi
19 أَنَابَ yönelen ن و ب
 
Bir uyarıcı ve bir müjdeleyici olarak peygamberin görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak; onlara hakkı, adaleti, güzeli ve doğruyu göstermek; haksızlık, adaletsizlik ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Allah Teâlâ bir lutuf olarak gönderdiği peygamberleri mûcizelerle de desteklemiştir; ancak inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği mûcizeleri yeterli bulmuyor, herkesin kabule mecbur kalacağı bir mûcize istiyorlardı. Böyle bir mûcize ise imtihan amacını ortadan kaldıracağı için ilâhî hikmete uygun değildi. Gerçek şu ki, burada eksik olan mûcize değil, doğruyu bulma arzusudur, onlarda doğruyu bulma arzusu olmadığı için peygamberin getirdiği mûcizelere rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürmüşlerdir. Allah Teâlâ tercihini bu yönde kullanan kimseleri zorla doğru yola iletmez. Bilâkis onları kendi iradeleri ve tercihleriyle baş başa bırakır, sapkınlıkları içerisinde bocalar dururlar; inkârcılık ruhlarına yerleştikten sonra inanma güçleri zayıflamış olacağı için iman da edemezler. İşte Allah’ın dilediğini saptırmasından maksat budur. Nitekim yüce Allah 27. âyetin son cümlesinde doğruyu arayıp ona yönelenleri yani tercihlerini bu yönde kullananları hidayete erdireceğini haber vermekte, 28. âyette ise doğru yolu arayanların vasıflarını bildirmektedir. Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı; buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde zikr kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir (meselâ bk. Hicr 15/9; Nahl16/44; Enbiyâ 21/50; Fussılet 41/41 vd.). Bununla birlikte zikr masdar olarak “anmak” mânasına gelir; âyette bu mânanın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’ân-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ın adını anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 288-289
 
ب Nevebe : نَوْبٌ bir nesnenin sık sık, tekrar tekrar geri dönmesidir. Sürekli gidip tekrar yuvasına döndüğünden bal arısına da نُوبٌ adı verilmiştir. الإنابَةُ إلَى اللّهِ tövbeyle ve hâlisâne ameller işleyerek Yüce Allah’a geri dönmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nâib, nöbet, Münib, münavebe (nöbetleşme) ve niyabettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mebni mazi fiildir.

عَلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ  cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli,  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يُضِلُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası   يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  يَهْد۪ٓي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline müteallıktır.   

Müşterek ism-i mevsûl olan  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَنَابَ  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınması, onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli, talebî inşâi isnaddır.

Cümleye dahil olan  لَوْلَٓا  harfi, bu cümlede  هلا  manasındadır.

لَوْلاَ  “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اٰيَةٌ ’un nekre gelişi, nev ve tazim ifade eder.

رَبِّه۪  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Bu kâfirlerden murad, Mekke halkıdır. Onların böyle kâfir olarak ifade edilmeleri, onları zemmetmek ve bu söyledikleriyle küfürlerini tescil etmek içindir. Zira onların bu söyledikleri, kibir ve inadın en son mertebesidir.

Onlara göre sanki Peygamberimize (sav) indirilmiş olan o muazzam ve gayet açık mucizeler mucize değilmiş de, onlar, İlâhî hikmetin gerektirmediği ve gerçekleşmesinden sonra hiç kimsenin kabul etmeyecek gücü kalmayacak bir takım fizik mucizeleri talep ettiler. 

İşte bundan dolayı onlara şöyle cevap verilmesi emredilmiştir:

" De ki: Şüphesiz Allah dilediğini, saptırır; Kendisine yöneleni de hidayete erdirir."

Yani ey Mekke kâfirleri! Kibir, inat, serkeşlik ve fesada batmak sıfatlarında sizin gibi olanlara bütün mucizeler gelse de, hidayete ermeleri mümkün değildir. (Ebüssuûd)


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsned  يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ , muzari fiil olarak gelmiştir. Hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

يُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  cümlesi,  يُضِلُّ  cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi tezattır. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık vardır. 

يُضِلُّ - يَهْد۪ٓي , kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  كَفَرُوا - اَنَابَ  tıbâk-ı hafî,  يَقُولُ - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَنْ  ve  مِنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنَابَ : Hakk'a teslimiyetle yönelmek ve Hakk'ın ayetlerini derinden derine düşünerek O'na dönmek ve tövbe etmektir ki asıl anlamı "hayır nöbetine girmek" demektir. Binaenaleyh hidayetin şartı nefsin istek ve iradesinden çıkıp, Hak Teâlâ'nın iradesine yönelmek, O'na teslim olmak ve bağlanmak demek olan cüz'î iradedir. (Elmalılı)