Nahl Sûresi 112. Ayet

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ  ...

Allah, şöyle bir kenti misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yaptıklarına karşılık, Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَضَرَبَ ve misal verir ض ر ب
2 اللَّهُ Allah
3 مَثَلًا misaliyle م ث ل
4 قَرْيَةً bir kenti ق ر ي
5 كَانَتْ idi ك و ن
6 امِنَةً güven ا م ن
7 مُطْمَئِنَّةً huzur içinde ط م ن
8 يَأْتِيهَا kendisine geliyordu ا ت ي
9 رِزْقُهَا rızkı ر ز ق
10 رَغَدًا bol bol ر غ د
11 مِنْ
12 كُلِّ her ك ل ل
13 مَكَانٍ yerden ك و ن
14 فَكَفَرَتْ fakat nankörlük etti ك ف ر
15 بِأَنْعُمِ ni’metlerine ن ع م
16 اللَّهِ Allah’ın
17 فَأَذَاقَهَا (bunun üzerine) ona taddırdı ذ و ق
18 اللَّهُ Allah
19 لِبَاسَ elbisesi ل ب س
20 الْجُوعِ açlık ج و ع
21 وَالْخَوْفِ ve korku خ و ف
22 بِمَا ötürü
23 كَانُوا oldukları ك و ن
24 يَصْنَعُونَ yapıyor(lar) ص ن ع
 
Sözü edilen şehir müfessirlerin çoğuna göre Mekke’dir. Gerçekten Mekke, Hz. İbrâhim’in burada Kâbe’yi inşa etmesinden sonra onun duası ve bu kutsal yapı bereketiyle (Bakara 2/126; İbrâhim 14/35, 37) dokunulmaz (harem) olarak kabul edilmiş, burada kan dökülmesi yasaklanmış, şehre girenler güvencede kabul edilmiştir. Çevresinde kabile çatışmaları yüzünden mal ve can güvenliği sık sık tehlikeye düşerken Mekke güvenlikli ve kutsal şehir olma özelliğini yüzyıllarca korumuştur (Ankebût 29/67). Ayrıca hac sayesinde Mekke’nin bir ticaret merkezi haline gelmesi de şehir halkına ekonomik bakımdan çok önemli imkânlar sağlamaktaydı (Kasas 28/57). Ancak Mekke ileri gelenlerinin Hz. Peygamber’e ve müslümanlara karşı giderek artan bir dozda şiddet yoluna başvurmalarıyla şehrin huzuru bozuldu, güven ve bereket giderek ortadan kalktı, hatta muhtemelen bu âyetin inmesinden önce bir de kıtlık hadisesi yaşandı (bk. Duhân 44/10-15). 
 
 Fahreddin er-Râzî, âyetteki şehirle Mekke’nin kastedildiği görüşünü zayıf bulmakta, bunun sadece ibret için zikredilmiş bir misal olma ihtimali üzerinde durmaktadır (XX, 127). Ancak Mekke halkına, inkâr ve inatları, yaptıkları kötü işler, haksızlıklar yüzünden kendi şehirlerinin nereden nereye geldiği hatırlatılarak bundan ders çıkarmalarının istenmesi daha anlamlı görünmektedir. Buna göre “kendi içlerinden bir peygamber”den maksat da Hz. Muhammed’dir.
 
 Sonuç olarak burada asıl anlatılmak istenen şudur: Allah’ın nimetlerine şükretmek ve O’nun peygamberleri aracılığıyla bildirdiği yasalarına uygun davranmak, bir kulluk ve insanlık borcu olduğu kadar, insanların toplumsal ve ekonomik huzuru, güvenliği bakımından da bir zarurettir. Çünkü Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük anlamına gelen açık ve bilinçli inkâr ve kabalıkların toplumsal bir hal almasıyla, insanların ekonomik, sosyal ve psikolojik problemleri arasında bir ilişki bulunmaktadır; insanlar bu kötü gidişin sonuçlarını er veya geç, kaçınılmaz olarak, açlık ve korku türü musibetlerle yaşarlar.
 
 Meâlinde geçen “açlık ve korku felâketi” ifadesindeki felâket kelimesinin âyet metnindeki aslı “elbise” anlamına gelen libâstır. Burada elbise nasıl bedeni sarar kuşatırsa, yaptıkları yüzünden müstahak olanlara Allah’ın vereceği açlık ve korkunun da onları kuşatacağı, kaplayacağı, çektikleri açlık ve korku duygularının dışlarına yansıyacağı anlatılmak istenmiştir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 446-447
 
İslâm’a ve Müslümalara aşırı derecede düşman olanlardan biri Mudar kabilesiydi. Resul-i Ekrem onlara: “ Allah’ım! Mudar kabilesine ağır bir baskı uygula! Onlara Yusuf zamanındaki kıtlık yılları gibi bir kıtlık yaşat!” diye beddua etti
(Buhâri, Ezan 128; Müslim, Mesacid 294,295).
 

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  قَرْيَةً  kelimesi  مَثَلاً ’den bedel olup lafzen mansubdur.  كَانَتْ اٰمِنَةً  cümlesi  قَرْيَةً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

كَانَتْ  nakıs mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هي ’dir.  اٰمِنَةً  kelimesi  كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur.  مُطْمَئِنَّةً  kelimesi ise  كَانَتْ ’in ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

يَأْت۪يهَا  fiili,  كَانَتْ ’in üçüncü haberi olarak mahallen mansubdur.  يَأْت۪يهَا  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رِزْقُهَا  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَغَداً  hal olup fetha ile mansubdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  يَأْت۪يهَا  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  مَكَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

مُطْمَئِنَّةً  kelimesi, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan  إفعلَلَّ  babının ism-i failidir.

اٰمِنَةً  kelimesi sülâsî mücerredi olan أمن  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  كَفَرَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

بِاَنْعُمِ  car mecruru  كَفَرَتْ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celali muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اَذَاقَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

لِبَاسَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْجُوعِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الْخَوْفِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,   بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَذَاقَهَا  fiiline müteallıktır.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَصْنَعُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَصْنَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ 

 

وَ  istînafiyedir. Ayetin ilk cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

قَرْيَةً , mef’ûl olan  مَثَلاً ’den bedeldir. Bu kelimelerdeki tenvin muayyen olmayan bir cins ve tahkir ifade eder.  قَرْيَةً ’in güven verici, mutmain edici ve rızkının bol oluşu özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

قَرْيَةً  için sıfat konumundaki …كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا  cümlesi, nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰمِنَةً  ve  مُطْمَئِنَّةً  kelimeleri,  كَانَ ’nin iki haberidir. Üçüncü haberi  يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ , muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve hükmü takviye, teceddüt ve zem makamı oluşu sebebiyle de istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s. 103)

رِزْقُ ’nun, يَأْت۪يهَا  fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir. Ayrıca tecessüm ifade etmiştir. 

رِزْقُهَا  için hal olan  رَغَداً , anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَكَانٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

اٰمِنَةً - الْخَوْفِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icab sanatı vardır.

Atıfla gelen  فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  بِاَنْعُمِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  اَنْعُمِ  tazim edilmiştir.

كَفَرَتْ  fiilinin faili  قَرْيَةً ’dir. Aslında küfreden karyenin halkıdır. Şahıs yerine mekânın zikredilmesi hal mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

قَرْيَةً (memleket)i eminlikle tavsif etmek her ne kadar eminlik onun ahalisine ait ise de caizdir. Çünkü Mekke emniyetin mahalli ve o ahalinin yeridir. Zaman ve mekânlar ise kendilerinin içinde bulunanların sıfatları ile tavsif edilebilirler. Mesela, “Güzel, sıcak ve soğuk yer” denilir. (Fahreddin er-Râzî)

اٰمِنَةً  kelimesi emniyete;  مُطْمَئِنَّةً  kelimesi bu beldenin havası onların mizaçlarına uygun düştüğü, orada itminan bulup yerleştikleri için sıhhate ve  رِزْقُ  kelimesi de kendisine her bir yandan bol bol gelir ifadesiyle kifayete işarettir.

Burada  اَنْعُمِ (nimetler) kelimesi, cem-i kıllettir (azlık ifade eden çoğuldur). Buna göre mana (O beldenin halkı, az nimet çeşitlerine karşı nankörlük ettiler de Allah da onları cezalandırdı) şeklinde olur. Binaenaleyh burada uygun olan, “Onlar Allah’ın büyük nimetlerini inkâr ettiler de böylece azabı hak ettiler.” denilmesi idi. Öyleyse bunun cem-i kıllet olarak getirilmesinin sebebi nedir? diye bir soru sorulabilir. Buna şöyle cevap verilir: Bundan murad, en düşük olan ile en yüce ve büyük olana işaret etmektir yani “Azıcık nimetlere bile nankörlük etmek, azabı gerektirdiğine göre çok ve büyük nimetlere karşı nankörlük haydi haydi azabı gerektirir.” demektir. Dolayısıyla bu, Mekkeliler için bir meseldir. Çünkü onlar, emniyet, itminan ve bolluk içinde idiler. Hak Teâlâ onlara sonra da en büyük nimet olan Hz. Muhammed (sav)’i lütfetti. Ama onlar bu hususta da nankörlük edip, ona çok eziyetler verdiler. Bundan ötürü Cenab-ı Hak onlara belaları musallat kıldı. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin nüzulü sırasında vaki olan bir durumun mazi sıyga ile ifade edilmesi muhatabın dikkatini çekerek dinlemeye teşvik etmek içindir. Mazi fiilin şimdiki zaman manasında kullanılması kabilindendir. (Âşûr)

كانَتْ آمِنَةً مُطْمَئِنَّةً  ifadesinden sonra gelen  كَفَرَتْ  fiilinin takip ifade eden  ف  ile gelmesi nimetin hemen akabinde küfrettiklerini ifade içindir. Ancak arkadan gelen  فَأذاقَها اللَّهُ لِباسَ الجُوعِ والخَوْفِ  ifadesindeki  ف  harfi örfî manadaki takip manasındadır. Çünkü bir zaman geçtikten sonra vuku bulmuştur. Onlar küfürlerinde ısrarcı olmuşlar, Resul (sav) onları defalarca dine davet etmiş, uyarmış bunun üzerinden çok uzun olmayan bir zaman geçtikten sonra bu ceza gelmiştir. (Âşûr)


 فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

 

 

فَ , atıf harfidir. Müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)

Veciz ifade kastı amacına matuf  لِبَاسَ الْجُوعِ  ifadesi sıfat tamlaması yerine izafetle gelmiştir. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz. İzafette mevsufun, bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf Suresi 20, s. 238)

Mecrur mahaldeki  masdar harfi  مَا ’nın sılası,  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel,  بِ  harfiyle beraber,  اَذَاقَهَا  fiiline müteallıktır.

كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi şeklinde gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, zem makamı olması hasebiyle de istimrar ifade eder.

Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103) 

Bu ayette,  لِبَاسَ (elbise) kelimesi açlık ve korku anında insanı kaplayan ızdırap yerine kullanılmış olup  اَذَاقَهَا  (tattırma) kelimesi de  لِبَاسَ  kelimesinin (müstearun leh’in) cümledeki manasına uygun olarak zikredilmiştir. Yani libas kelimesiyle uyum arz eden “giymek” fiili yerine, “tattırmak” fiili kullanılmıştır. Müstearun leh’e uygun olan kelime ile yapılan bu istiare, istiare-i mücerrededir.

Açlık, nefisteki kuşatıcı etkisi dolayısıyla elbiseye benzetilmiştir. Zevk de açlıkla ilgili bir sözdür. O da isabet etmek manasında müsteardır. Bu sebeple istiare mücerrededir. Açlığın yüzlerini sararttığı bir deri bir kemik bıraktığı da söylenebilir. Temsîli istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

مُطْمَئِنَّةً - الْخَوْفِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَذَاقَهَا  - كَانُوا -  ile  يَصْنَعُونَ  kelimeleri arasında müfred ve cemi olmak bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı) 

كَانَتْ - كَانُوا - مَكَانٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası,  الْجُوعِ - الْخَوْفِ  ve  رِزْقُهَا - بِاَنْعُمِ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ  ifadesi istiare-i mekniyyedir. Elbise çirkinlik hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbehün bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan  اإلذاقة [tattırmak] ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” zararın tesirini idrak etmek anlamında müstear olarak kullanılmıştır. Korku ve açlık onları kaplayıp kuşatınca müstear leh’e nazaran  اإلذاقة [tattırma] ifadesi kullanılmıştır.  Zemahşerî de şu açıklamaları yapmaktadır: “Şayet  اإلذاقة [tattırma] ve اللباس [elbise]  ifadelerinin ikisi de istiaredir. Bunların birlikte gelmeleri nasıl uygun olmuş ve müstear olan “tattırma” ifadesi yine müstear olan “elbise” üzerine nasıl vaki olabilmiştir” derseni şöyle derim:  اإلذاقة [tattırma] ifadesi Araplar arasında belaların, sıkıntıların ve bunlardan insanlara dokunan şeyler hakkında yaygın olarak kullanıldığı için onlara göre (mecaz değil) hakikat konumundadır. Dolayısıyla onlar  ذَاقَ فُلاَنٌ اَلْبَؤْسَ وَ اَلضَّرَّ  (falan kimse sıkıntı ve zararı tattı) ve  اَذَاقَهُ اَلْعَذَابُ  (ona azabı tattırdı) derler. Böylece zarar ve acının tesirinden idrak edilen şey acı ve iğrenç/kötü tatlı bir yemekten hissedilen şeye benzetilmiştir. Elbiseye gelince o da kendisini giyen kimseyi kuşatması sebebiyle insanı bürüyüp saran, etrafında meydana gelen bir takım olaylar elbiseye benzetilmiştir. اإلذاقة [Tattırma] ifadesinin “açlık ve korku elbisesi” hakkında kullanılmasına gelince bu durum açlık ve korkunun onları kuşatıp bürümesinden ibaret olarak vaki olduğu için “onlara kendilerini kuşatan bir açlık ve korkuyu tattırdı” denilmiş gibi olmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Tatma aslında ağızla olur. Sonra bu kelime mecazî olarak, “bilme-öğrenme” manasında da kullanılmıştır ki bu, denemek-imtihan etmek demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Onları tamamıyla kuşatan açlık, korku ve zararları, insanı örten elbiseye benzetilmiş ve bunun için istiare yoluyla "libas/elbise" kelimesi kullanılmıştır. 

Daha önceki kelamda güvenlik, rızıktan önce zikredildiği halde, burada rızıksızlıktan kaynaklanan açlığın güvensizlikten kaynaklanan korkudan önce zikredilmiş olması, tattırmaya daha münasip olmasından dolayıdır. (Bunun için ayetin metnindeki kelimeler diziminde onunla yan yana zikredilmiştir.) Yahut onunla rızkın gelmesi arasındaki münasebetin gözetilmesi içindir. (Ebüssuûd)

اللِّباسُ  aslında örten şey için kullanılan bir kelimedir. Ayeti kerimede açlık ve korkuya izafe edilmesi insanı örten, kuşatan hal için müstear olarak kullanıldığına delildir. (Âşûr)

Ayeti kerimede 2 istiare vardır:  الإذاقَةِ  kelimesindeki istiare, tebeî tasrîhidir.  اللِّباسِ  kelimesindeki istiare aslî tasrîhidir. İkinciyi birinciye tabi kılmak ve ikinci müstear kelimeyi birincinin mefûlu yapmak harika bir düzenlemedir. Böylece açlık ve korku karye ehlini kuşatan hallerden ikisi olmuştur. Bu iki hal onlardan ayrılmaz ve onlara müthiş bir elem verir. (Âşûr)