Nahl Sûresi 22. Ayet

اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  ...

Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. Ahirete inanmayanların kalpleri bunu inkâr etmekte, kendileri de büyüklük taslamaktadırlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَٰهُكُمْ sizin tanrınız ا ل ه
2 إِلَٰهٌ tanrıdır ا ل ه
3 وَاحِدٌ bir tek و ح د
4 فَالَّذِينَ ama
5 لَا
6 يُؤْمِنُونَ inanmayanların ا م ن
7 بِالْاخِرَةِ ahirete ا خ ر
8 قُلُوبُهُمْ kalbleri ق ل ب
9 مُنْكِرَةٌ inkarcıdır ن ك ر
10 وَهُمْ ve onlar
11 مُسْتَكْبِرُونَ büyüklük taslarlar ك ب ر
 
“Sizin tanrınız bir tek tanrıdır” cümlesi İslâm tevhid akîdesinin en kısa ifadesidir ve bu ilkeyi benimsemek müslüman olmanın birinci şartıdır. Oysa müşrikler putları aracı tanrılar saymak ve onlara tapmakla bu ilkeyi ihlâl etmişlerdi. Kur’an’da birçok yerde bu ilkenin hemen ardından âhirete inanma yükümlülüğü gelmektedir. İşte burada müşriklerin âhirete de inanmadıkları bildirilmekte, ayrıca şu hususlara da işaret edilmektedir: Müslüman olmak için öncelikle kalpten inanmak gerekir; oysa bilhassa putperestlerin kibir ve böbürlenme gibi kaba duyguları onların, Peygamber’in kendilerine bildirdiği konuları tarafsız ve samimi olarak düşünüp gerçeği bulmalarını ve bu suretle kalplerinin imana ulaşmasını engellemektedir. Âyette onların, gerek saklı tuttukları gerekse açığa vurdukları her türlü inanç, düşünce ve davranışlarının Allah’ın bilgisi dahilinde olduğu belirtilmekte, böylece dolaylı olarak bunların hesabını verecekleri bir yargılama zamanının geleceği uyarısında bulunulmaktadır.–

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 387
 
نكر Nekera : Kabul etmemek, hoşlanmamak, bilmemek ve tanımamak anlamına gelen إنْكارٌ kelimesi irfanın (عِرْفانٌ) zıddıdır. Bu anlamda hem نَكَرَ hem de أنْكَرَ şekillerinde kullanılır. Bu kökün aslı kalbe kişinin düşünemeyeceği şeylerin gelmesidir ki bu da bir tür cehalet ve bilgisizliktir. Bu kavram bazen sadece dille yapılan inkar hakkında kullanılır. Dil ile inkarın sebebi de kalp ile inkardır. Şu kadar var ki bazen dille inkar edilen bir şey kalpte olduğu gibi mevcuttur. Bu durumda kişi yalan söylemiş olur. Nahl, 16/83 ayeti buna bir örnek teşkil etmektedir. مُنْكَرٌ sağlıklı akılların kötü gördükleri veyahut akılların çirkin veya güzel bulma noktasında herhangi bir karar veremediği halde şeriatin kötülüğüne/fenalığına hükmettiği her türlü fiildir. Birşeyin tenkiri (تَنْكِيرٌ) ise onun tanınmayacak hale getirilmesidir. Bu bağlamda تَعْرِيفٌ ‘de onu tanınacak hale getirilmesidir ki gramerciler tarif kavramını bir ismin belli kalıplara girmesi anlamında kullanırlar. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 37 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri inkar etmek, münker, münkir ve nekiredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

İsim cümlesidir.  اِلٰهُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلٰهٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

وَاحِدٌ  kelimesi  اِلٰهٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاحِدٌۚ  sayı,  اِلٰهٌ  onun temyizidir. 1 ve 2 sayısında önce temyiz, sonra sayı gelir. Sayı sıfat, temyiz mevsûf olur. Bu yüzden sayı temyize cinsiyet, sayı, belirlilik-belirsizlik ve îrab bakımından uymak zorundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ 

 

İsim cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır. 

قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

قُلُوبُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُنْكِرَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’âl babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُنْكِرَةٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfi veya haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olup mahallen merfûdur.

مُسْتَكْبِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “ و  ve zamir” veya yalnız “ و ” gelir. Bazen “ و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُسْتَكْبِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاحِدٌ  kelimesi  اِلٰهٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

["Sizin ilâhınız bir tek İlahtır."]

Bu kelam, hüccetin ikamesinden sonra iddia edileni sarahatle (açıkça) belirtmek ve neticeyi özetlemektir. Yani sizin ilahınıza hiçbir şeyde hiçbir şey ortak olamaz. (Ebüssuûd)

 

 فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ  şeklinde menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçen kişilerin biliniyor olmasının yanında onlara tahkir ifade eder.

Müsned olan  قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ  cümlesinde  قُلُوبُهُمْ  mübteda,  مُنْكِرَةٌ  haberdir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. 

قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ  cümlesi, deliller onlara apaçık belli olduktan sonra dahi inkârlarına devam ettikleri, bu sebeple inkâr halinin onlar üzerinde sabit ve devamlı olduğunu göstermek amacıyla isim cümlesi olarak kurulmuştur. (Âşûr)

وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  cümlesi makabline matuftur. Cümlenin atıf sebebi tezâyüftür. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ  cümlesi, onların büyüklenme halinin pekişmişliğine ve karakterlerindeki yerleşmişliğine delalet etmek amacıyla, isim cümlesi olarak kurulmuştur. (Âşûr)

مُسْتَكْبِرُونَ  -  مُنْكِرَةٌ  -  لَا يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُؤْمِنُونَ  ve  مُنْكِرَةٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  اِلٰهٌ  kelimesinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada ifadelerin yine tekidsiz geldiğini görürüz. Ancak biliyoruz ki Mekke toplumu Medine toplumu gibi tevhid ehli bir topluluk değil, bilakis Allah’a ortak koşan müşrik bir topluluktu. Muktezâ-i zâhire göre, inkâr eden bu topluluğa gelen tevhid ayetlerinin birden fazla tekid edatı ile desteklenmesi gerekirken, bu ayetler tekidsiz bir şekilde nazil olmuştur. Haberin muktezâ-i zâhirden çıkması dediğimiz bu durumda haber, zahiren durumun gereğine uygun olmamakla birlikte muktezâ-i hale mutabıktır. Zira bazen aktarılan haberin hakikat olduğu o kadar barizdir ve doğruluğu tartışılmazdır ki o haber verilirken tekid ile desteklenmesine ihtiyaç duyulmaz. Ayrıca muktezâ-i zahirden çıkan bu tarz haberler, muhataba bu haberin her akıl sahibinin ulaşabileceği ve kabul edeceği açık bir gerçek olduğu mesajını yansıtır. Burada da Allah Teâlâ, birliğinin apaçık bir gerçek olduğunu izhar için hiçbir tekide başvurmaksızın mesajı yalın halde iletmiştir.

لَا يُؤْمِنُونَ  -  مُسْتَكْبِرُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)