Nahl Sûresi 31. Ayet

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ  ...

İçinden nehirler akan Adn cennetlerine gireceklerdir. Kendileri için orada diledikleri her şey vardır. Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları böyle mükâfatlandırır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتُ cennetlerine ج ن ن
2 عَدْنٍ adn
3 يَدْخُلُونَهَا girerler د خ ل
4 تَجْرِي akan ج ر ي
5 مِنْ
6 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
7 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
8 لَهُمْ onlar için vardır
9 فِيهَا orada
10 مَا her şey
11 يَشَاءُونَ diledikleri ش ي ا
12 كَذَٰلِكَ işte böyle
13 يَجْزِي mükafatlandırır ج ز ي
14 اللَّهُ Allah
15 الْمُتَّقِينَ korunanları و ق ي
 
Yukarıda 24. âyette inkârcılara, “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda “eskilerin masallarını!” diyerek küstahça bir cevap verdikleri bildirilmiş, daha sonra da ölüm sırasında veya âhirette cehenneme atılmakla noktalanan durumları anlatılmıştı. Burada ise aynı sorunun bu defa müminlere sorulduğu, onların bu soruya “Hayır indirdi” (doğru ve gerçek bilgiler gönderdi) diye cevap verdikleri ifade edilmektedir. Bu suretle onlar, gerektiği şekilde güzel bir davranış sergilediklerinden dolayı bu dünyada güzelliği hak ettikleri gibi kendileri için âhiret hayatı daha da hayırlı ve güzel olacak, onlar hakkındaki uhrevî gelişmeler de pek çok nimetlere ve mânevî iltifatlara mazhar olacakları cennete kabul buyurulmalarıyla noktalanacaktır.
“Allah’a karşı gelmekten sakınma” anlamını verdiğimiz 30. âyetteki ittika kavramı, genel olarak “bütün haramlardan kaçınıp vecîbeleri yerine getirmek” diye açıklanmakta olup amelin imandan cüz olduğunu savunan Mu‘tezile müfessirleri âyeti bu anlayış çerçevesinde yorumlamışlardır. Ancak, Râzî’nin de ifade ettiği gibi (XX, 23) burada ittika kavramı, özellikle şirk ve inkâra sapmış olanların tutumlarından ve âkıbetlerinden bahseden âyetlerin ardından kullanılmıştır. Şu halde bağlamı dikkate alındığında buradaki ittikanın, “küfür ve şirkten sakınma” anlamıyla sınırlı olduğunu düşünmek daha isabetli görünmektedir. Taberî, 30. âyetin “Bu dünyada iyi işleri en güzel şekilde yapanlar” diye çevirdiğimiz bölümünü, “Bu dünyada Allah ve resulüne inanan, Allah’a itaat eden, insanları imana ve Allah’ın emrettiği iyilikleri yapmaya davet eden kimseler” diye açıklamıştır (XIV, 100). “Bu dünyada iyi olanlar” bölümü, “bu dünyada kelime-i tevhid ile imanlarını ikrar edenler” diye de anlaşılmış olup amelin imandan cüz olmadığı anlayışının ürünü olan bu yorum, “Lâ ilâhe illallah diyen cennete girecektir” (Tirmizî, “Îmân”, 17, “Cehennem”, 9) anlamındaki hadise dayanmaktadır. Bununla birlikte 32. âyette müminlere hitaben meleklerin ağzından ifade edilen, “Selâm size; yaptıklarınıza karşılık girin cennete!” hitabından ve başka âyetlerle hadislerden anlaşıldığı gibi müminlerin cennete girmelerinde ve böylece onlar hakkında, “âhiret yurdunun daha hayırlı olması”nda amellerinin de rolü olacağı muhakkaktır. 
Bu dünyada iyi işleri en güzel biçimde yapanların hakkı olan “güzellikler”den maksat, “Müslüman olmanın kazandırdığı onur, inkârcılara karşı elde edilen başarılar, İslâm’ın gerektirdiği şekilde yaşanan dinî ve ahlâkî hayatın ruhlarda meydana getireceği huzur, mutluluk, gönül ve zihin aydınlığı gibi dünyevî güzelliklerdir” diye düşünülebilir (Râzî, XX, 24). İslâm’ı doğru anlayıp inancıyla, ameliyle gerektiği şekilde uygulayan birey ve toplumların dünya hayatlarının da güzel, mutlu ve başarılı olacağı, onların zaman zaman yaşadıkları sıkıntıların ya kendi kusurlarından kaynaklandığı veya geçici bir imtihan olduğu muhakkaktır. Allah’ın müminlere âhiretteki ikramı dünyadakine göre her bakımdan daha üstün olacağı için 30. âyette “…âhiret yurdu ise daha da hayırlıdır” buyurulmuş, ardından özetle başlıca âhiret nimetleri zikredilmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 391-393
 

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ 

 

جَنَّاتُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri;  هي şeklindedir.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَدْخُلُونَهَا  fiili,  جَنَّاتُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَدْخُلُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  يَدْخُلُونَهَا  ‘deki gaib zamirinin hali olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَجْر۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline müteallıktır. 

Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri;  من تحت بيوتها أو أشجارها  (Ağaçlarının veya evlerinin altında) şeklindedir.

لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاؤُ۫نَ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.  ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

يَجْزِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

الْمُتَّق۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ 

 

İstînâfiyye olan ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki  جَنَّاتُ عَدْنٍ , takdiri  هي  olan mahzuf mübtedanın haberidir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَدْخُلُونَهَا  cümlesi,  جَنَّاتُ  için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  تَجْر۪ي  cümlesi ise  يَدْخُلُونَهَا ’daki gaib zamirden haldir.

Hal ve sıfat cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يَدْخُلُونَهَا  fiilinin failinden veya mef’ûlünden hal olan  ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ  cümlesi ise menfi isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mübteda olan ismi mevs’ûl  مَا , muahhar mübtedadır. Sılası müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, takdim kasrıyla tekid edilmiştir.

Ayetteki sıfat, hal ve sıla cümleleri muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir..

مِنْ تَحْتِهَا  ibaresinde muzâfın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. İbarenin takdiri şöyledir: …من تحت بيوتها أو أشجارها (Evlerinin ve ağaçlarının altından…)

Müttakilerin cennetteki durumlarından bahseden bu ayet normal tertibe göre  مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ ف۪يهَا  şeklinde gelmeliydi. Zira cümlede asıl olan fiilin car ve mecrurundan önce gelmesidir. Ancak nazmı celil ayetteki gibi gelmiştir. Beyzâvî, söz dizimindeki bu değişimin hikmetini şöyle açıklar: Ayette  ف۪يهَا  zarfının (car mecrur/şibih cümle)  مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ  fiilinin önüne alınışıyla şuna dikkat çekilmiştir ki insan her istediğini ancak cennette bulur. Müfessirimizin açıklamasından anlaşıldığına göre zarf tahsis için fiile takdim edilmiştir. Yani insanın istediği her şeyi başka bir yerde değil, sadece cennette elde edebileceği vurgulu bir şekilde anlatılmak istenmiştir. (Beyzâvî, III, 395)

جَنَّاتُ عَدْنٍ  mahzuf mübtedanın haberidir,  نِعْمَ ‘nin mahsusu olması da caizdir.

(Beyzâvî )

Allah lafza-i celâlinde tecrîd vardır. 


 كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif vardır.  ذٰلِكَ , teşbih harfi  كَ  nedeniyle cer mahallinde, mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakına müteallıktır. Amili  يَجْزِي  fiilidir.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimal, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cem’ ma’at-taksim sanatı vardır. Cennet nimetleri sayılmış  ذٰلِكَ ’de cem edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük, haşyet ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Zamir makamında zahir ismin zikredilmesi, muttakileri methetmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

يَجْزِي - تَجْر۪ي  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs sanatı vardır.

Allah Teâlâ, kendilerine “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Evvelkilerin düzmeleri” diyen kavimlerin hallerini beyan edip, onların hem kendi günahlarını hem de kendilerine uyanların günahlarını yüklendiklerini belirtip, meleklerin, bu kendilerine zulmeden kimselerin canlarını aldıklarını belirtip, ahirette onların hakkı teslim ettiklerini zikredip ve onlara, “Cehennem kapılarından girin içeriye...” dediğini ifade edince, bunun peşinden, kendilerine, “Rabbiniz ne indirdi?” denildiğinde, “Mahzâ hayır!” diyen müminlerin vasfını getirmiş; bunların vaadinin o kimselerin vaîd ve cezasıyla birlikte zikredilip görülmesi için, o muttakiler lehine dünyada ve ahirette hazırlamış olduğu hayır ve saadetlerin derece ve makamlarını zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)