Nahl Sûresi 41. Ayet

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ  ...

Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi..
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ
2 هَاجَرُوا göç edenleri ه ج ر
3 فِي uğrunda
4 اللَّهِ Allah
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 مَا
8 ظُلِمُوا kendilerine zulmedildikten ظ ل م
9 لَنُبَوِّئَنَّهُمْ yerleştireceğiz ب و ا
10 فِي
11 الدُّنْيَا dünyada د ن و
12 حَسَنَةً güzelce ح س ن
13 وَلَأَجْرُ ve mükafatı ise ا ج ر
14 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
15 أَكْبَرُ daha büyüktür ك ب ر
16 لَوْ keşke
17 كَانُوا onlar ك و ن
18 يَعْلَمُونَ bilselerdi ع ل م
 
Buradaki göçten maksat, müşriklerin baskısından bunalan bazı müslümanların, Hz. Peygamber’in tâlimatıyla Habeşistan’a yaptıkları göçtür. Bunlar arasında Hz. Osman, onun eşi ve Hz. Peygamber’in kızı Rukıyye, Hz. Ali’nin kardeşi Ca‘fer de vardı. Fakat burada Resûlullah’ın, kendisi hicret etmeden bir süre önce bazı müslümanları Medine’ye göndermesi de kastedilmiş olabilir (Kurtubî, X, 112; İbn Âşûr, XIV, 158). Tefsirlerde, “…bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz” ifadesiyle büyük bir ihtimalle müslümanların Medine’ye yapacakları hicretin müjdelendiği belirtilmekle birlikte daha başka yorumlar da yapılmıştır. Kurtubî (X, 112) bu yorumları şöyle özetlemiştir: a) Müslümanların Medine’ye gelip yerleşmeleri, b) İleride iyi bir geçim imkânı elde etmeleri, c) Düşmana galip gelmeleri, d) İyilikle anılmaları, e) Fetihlerle yeni beldeler kazanmaları, f) Dünyada geniş bir itibar kazanmaları.
 Allah Teâlâ Mekke’de müşriklerin zulüm ve baskıları yüzünden acı çeken müslümanlara hicretten sonra, daha Hz. Peygamber hayattayken yukarıda sayılan imkânların hepsini nasip etmiştir. Ayrıca O, kendi yolunda olanlara âhiretteki lutuflarının bu dünyadakilerden daha büyük olacağını da müjdelemektedir. Kuşkusuz buradaki büyüklük sadece nicelik bakımından değil nitelik bakımından da üstün bir değeri ifade etmektedir. Nitekim Tevbe sûresinde (9/71-72) başlıca dinî ve ahlâkî vecîbelerini yerine getiren mümin erkeklerle kadınların âhirette elde edecekleri nimetler sıralandıktan sonra tamamen mânevî bir lutuf olan Allah rızâsının hepsinden daha büyük, yani daha değerli olduğu belirtilir.
 “…Keşke bilseler” ifadesinin, önceki âyetlerde haklarında bilgi verilen putperestlerle ilgili olduğu düşünülerek, “Keşke öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret hayatını inkâr edenler âhiret ecrinin daha büyük olduğunu bilselerdi!” şeklinde yorumlandığı gibi müminlerle ilgili olabileceği de düşünülmüştür. Bu takdirde söz konusu bölüm, “Müminler âhiret sevabını açık seçik görselerdi, onun dünya nimetlerinden daha değerli olduğunu anlarlardı” mânasına gelir (Kurtubî, X, 113; Şevkânî, III, 186). İbn Kesîr ise burada hicrete katılmayan müslümanların kastedildiğini ileri sürmüştür (IV, 491). Ancak bu, âyette Medine’ye yapılan büyük hicretten bahsedildiği anlayışına dayandığı için zayıf bir yorumdur.
 Mekke’deki müslümanlar siyasî ve ekonomik bakımdan kendilerinden çok güçlü olan putperestler karşısında tam bir kararlılıkla sabrettikleri, Allah’a güvenip sığındıkları için 42. âyette onlar özellikle bu iki güzel hasletleriyle anılmakta, övülmekte ve gerek dünyada gerekse daha fazlasıyla âhirette kazanacakları lutufların asıl sebebinin de bu erdemleri olduğuna işaret edilmektedir. Ayrıca bu iki âyet sadece ilk müslümanlarla sınırlı olmayıp, onların yaptığı gibi sarsılmaz bir imanla, tam bir sabır ve tevekkülle doğru bildiği yolda kararlılık gösteren bütün müminler için bir müjde ve genel bir anlam içermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 399-400
 
هجر Hecera : هِجْران ve هَجْر bir insanın bir başkasından ya bedenen ya lisanla ya da kalple ayrılması veya onu bu yollardan biriyle bırakması/terk etmesidir. Mufâale babındaki anlamı (مُهاجَرَة) temelde bir başkasıyla tıpkı onun da yaptığı şekilde ilgiyi, alâkayı ve konuşmayı kesmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 31 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Hicret, Hicri, muhacir, tehcir, hicran ve Hâcer’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هَاجَرُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

هَاجَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ ‘nin haberi mahzuftur.

فِي اللّٰهِ  car mecruru  هَاجَرُوا  fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; في سبيل الله (Allah yolunda ) şeklindedir.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  هَاجَرُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel cümlesi  مِنْ بَعْدِ ‘nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

ظُلِمُوا   damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

فِي الدُّنْيَا  car mecruru  نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا , elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi  ى  olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle  ى  ile biter. Fakat çok az olarak  ا  ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. الدُّنْيَا  burada maksûr isim olduğu için takdiren mecrur olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَسَنَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

هَاجَرُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  هجر ’dir.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

نُبَوِّئَنَّهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  بوأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


 وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder.

اَجْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَكْبَرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ‘li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و , muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

يَعْلَمُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, و كان المتخلّفون عن الهجرة يعلمون مقدار ثواب المهاجرين لوافقوهم (Hicretten geri kalanlar, kendileriyle anlaşan muhacirlerin mükâfatını bildiler.) şeklindedir.

 

وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  هَاجَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.

فِي اللّٰهِ  ibaresinde, muzâf mahzuftur. İbarenin takdiri  في سبيل الله  şeklindedir. “Allah uğrunda yani onun hakkında ve onun rızası için’’ demektir.

هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ  Allah yolunda hicret demektir. Hazif hicretin önemini vurgulamaktadır. Bu hicret o kadar önemlidir ki; sanki arada vasıta yoktur. Direk Allah’a (cc) ulaşılmaktadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki mazi fiil cümlesi  ظُلِمُوا , masdar teviliyle  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Siyakından failin müşrikler olduğu anlaşıldığı için  ظُلِمُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. (Âşûr) 

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen  لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabı, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip gayrı talebî inşâî isnaddır. Bu terkip aynı zamanda mübteda olan  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

فِي الدُّنْيَا  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Mef’ûl olan  حَسَنَةًۜ ’deki tenvin tazim nev ve kesret ifade eder.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Ayetteki  حَسَنَةًۜ  kelimesi, mef’ûlu mutlaktan naib olan mahzuf masdar için sıfattır.  Takdiri;  تبوئة حسنة  şeklindedir. Buna göre ifadenin takdiri, “Biz onları, dünyada güzel bir yurda, veya güzel bir beldeye yani  Medine’ye yerleştireceğiz” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ 

 

Cümle  وَ ’la istînafiyyeye atfedilmiştir. İbtidaiyye harfi  لَ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade içindir.

Müsned olan  اَكْبَرُۢ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesidir.  كان ’nin dahil olduğu cümle şarttır.

Şartın, takdiri  و كان المتخلّفون عن الهجرة يعلمون مقدار ثواب المهاجرين لوافقوهم [Hicretten geri kalanlar, kendileriyle anlaşan muhacirlerin mükâfatını bildiler] olan cevabı, mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin muzari fiille gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafat, s.103)

[Keşke bilselerdi] ifadesinde zamir kâfirlere aittir yani Allah’ın bu muhacirlere iki dünyanın hayrını birleştirdiğini bilselerdi, onlara katılırlardı. Ya da zamir muhacirlere aittir ki eğer bunu bilselerdi, daha çok çalışır ve sabrederlerdi demektir. (Beyzâvî)