Nahl Sûresi 7. Ayet

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ  ...

Onlar ağırlıklarınızı, sizin ancak zorlukla varabileceğiniz beldelere taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَحْمِلُ ve taşırlar ح م ل
2 أَثْقَالَكُمْ ağırlıklarınızı ث ق ل
3 إِلَىٰ (uzak)
4 بَلَدٍ şehirlere ب ل د
5 لَمْ
6 تَكُونُوا olmadığınız ك و ن
7 بَالِغِيهِ varıyor ب ل غ
8 إِلَّا dışında
9 بِشِقِّ zahmetler çekmek ش ق ق
10 الْأَنْفُسِ canlar(ınız) ن ف س
11 إِنَّ doğrusu
12 رَبَّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
13 لَرَءُوفٌ çok şefkatlidir ر ا ف
14 رَحِيمٌ çok acıyandır ر ح م
 
Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah’ın, putperestlerce ileri sürülen ortaklardan münezzeh olduğu, 2. âyetinde O’ndan başka tanrı bulunmadığı ifade buyurulduktan sonra 18. âyete kadar olan bölümde de bu gerçeği kanıtlamak üzere O’nun varlığının, birliğinin ve yaratıcı kudretinin bazı delilleri gösterilmekte, insanın yararlanmakta olduğu ilâhî lutuf ve nimetler hatırlatılmakta, nimetin sahibini tanıyıp O’na şükretmek gerektiği uyarısında bulunulmaktadır. 
 Tasavvuf ve felsefe kültüründe “büyük âlem” denilen yer ve göklerle “küçük âlem” denilen insanın yaratılması ve yaratılış keyfiyeti, insanı kuşatan canlı ve cansız tabiatın ona yararlı olacak şekilde nimet ve imkânlarla donatılması hep Allah’ın varlığına ve hikmetli yaratıcılığına delâlet etmektedir. 8. âyette Allah’ın, burada sayılanlar dışında, o günkü insanların veya her devirde yaşayanların bilmedikleri daha başka şeyler de yaratmakta olduğu ifade edilmek suretiyle hem yaratılışın akıp giden bir süreç olduğu belirtiliyor hem de insanlarda, gördükleriyle yetinmeyip tabiatın gizliliklerini keşfetme merakı uyandırılması hedefleniyor, bu keşiflerin Allah inancının gelişip güçlenmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.
 Yeryüzünde insandan başka hiçbir varlık Allah’a karşı gelme gücüne ve özgürlüğüne sahip değildir. Bu sebeple 3. âyette insanın yaratılış sürecine dikkat çekilerek (bu hususta geniş bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14), “bir damla su”dan, bir spermden yaratılan insanın, yaratanına karşı çıkacak kadar irade ve eylem gücüyle, özgürlüğüyle donatıldığına, “alelâde bir nesne iken böylesine yüksek ve şerefli bir düzeye ulaşması”na (Râzî, XIX, 226); bunun da ilim ve hikmet sahibi yüce yaratıcının varlığı, birliği ve ulu kudretinin delili olduğuna dikkat çekilmesi son derece anlamlıdır. 
Müfessirler, 5 ve 6. âyetlerde, diğer maddî ve psikolojik faydaları yanında bilhassa tüylerinden, sütlerinden ve etlerinden istifade edilmek üzere yaratıldığı bildirilen ve en‘âm kelimesiyle ifade edilen hayvanların koyun, keçi, sığır ve deveden ibaret olduğunu belirtirler. 8. âyette ise at, katır ve eşek cinsinin diğerlerinden ayrı zikredilmiş; bunların taşıma aracı ve ziynet olarak yaratıldığı bildirilirken etlerinden ve sütlerinden söz edilmemiştir. Bazı fakihler bu ifadeleri de dikkate alarak, bu üç hayvanın etlerinin ve sütlerinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerin Allah’ın yaratıcılığı ve nimetleriyle ilgili olduğu, buradan hareketle etleri yenen ve yenmeyen hayvanlar hakkında hüküm çıkarmanın isabetli olmayacağı kanaatindedirler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1145 vd.; Râzî, XIX, 229-230; İbn Âşûr, XIV, 107-110).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 379-380
 
Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah’ın, putperestlerce ileri sürülen ortaklardan münezzeh olduğu, 2. âyetinde O’ndan başka tanrı bulunmadığı ifade buyurulduktan sonra 18. âyete kadar olan bölümde de bu gerçeği kanıtlamak üzere O’nun varlığının, birliğinin ve yaratıcı kudretinin bazı delilleri gösterilmekte, insanın yararlanmakta olduğu ilâhî lutuf ve nimetler hatırlatılmakta, nimetin sahibini tanıyıp O’na şükretmek gerektiği uyarısında bulunulmaktadır. 
 Tasavvuf ve felsefe kültüründe “büyük âlem” denilen yer ve göklerle “küçük âlem” denilen insanın yaratılması ve yaratılış keyfiyeti, insanı kuşatan canlı ve cansız tabiatın ona yararlı olacak şekilde nimet ve imkânlarla donatılması hep Allah’ın varlığına ve hikmetli yaratıcılığına delâlet etmektedir. 8. âyette Allah’ın, burada sayılanlar dışında, o günkü insanların veya her devirde yaşayanların bilmedikleri daha başka şeyler de yaratmakta olduğu ifade edilmek suretiyle hem yaratılışın akıp giden bir süreç olduğu belirtiliyor hem de insanlarda, gördükleriyle yetinmeyip tabiatın gizliliklerini keşfetme merakı uyandırılması hedefleniyor, bu keşiflerin Allah inancının gelişip güçlenmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.
 Yeryüzünde insandan başka hiçbir varlık Allah’a karşı gelme gücüne ve özgürlüğüne sahip değildir. Bu sebeple 3. âyette insanın yaratılış sürecine dikkat çekilerek (bu hususta geniş bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14), “bir damla su”dan, bir spermden yaratılan insanın, yaratanına karşı çıkacak kadar irade ve eylem gücüyle, özgürlüğüyle donatıldığına, “alelâde bir nesne iken böylesine yüksek ve şerefli bir düzeye ulaşması”na (Râzî, XIX, 226); bunun da ilim ve hikmet sahibi yüce yaratıcının varlığı, birliği ve ulu kudretinin delili olduğuna dikkat çekilmesi son derece anlamlıdır. 
Müfessirler, 5 ve 6. âyetlerde, diğer maddî ve psikolojik faydaları yanında bilhassa tüylerinden, sütlerinden ve etlerinden istifade edilmek üzere yaratıldığı bildirilen ve en‘âm kelimesiyle ifade edilen hayvanların koyun, keçi, sığır ve deveden ibaret olduğunu belirtirler. 8. âyette ise at, katır ve eşek cinsinin diğerlerinden ayrı zikredilmiş; bunların taşıma aracı ve ziynet olarak yaratıldığı bildirilirken etlerinden ve sütlerinden söz edilmemiştir. Bazı fakihler bu ifadeleri de dikkate alarak, bu üç hayvanın etlerinin ve sütlerinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Ancak âlimlerin çoğunluğu bu âyetlerin Allah’ın yaratıcılığı ve nimetleriyle ilgili olduğu, buradan hareketle etleri yenen ve yenmeyen hayvanlar hakkında hüküm çıkarmanın isabetli olmayacağı kanaatindedirler (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1145 vd.; Râzî, XIX, 229-230; İbn Âşûr, XIV, 107-110).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 379-380
 
رأف Raefe : رَاْفَةٌ lafzı merhamet etme, şefkat gösterme veya acımadır. Merhamet eden, şefkat gösteren ve acıyana da رَإِفٌ ve رَؤُوفٌ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Râfet ve Rauf’dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَحْمِلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. 

اَثْقَالَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى بَلَدٍ  car mecruru  تَحْمِلُ  fiiline müteallıktır.

لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ  cümlesi  بَلَدٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَكُونُوا  nakıs,  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. تَكُونُوا  ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

بَالِغ۪يهِ  kelimesi  تَكُونُوا ’nün haberi olup nasb alameti  ي ’dir.  Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِشِقِّ  car mecruru  الِغ۪يهِ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَنْفُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

بَالِغ۪يهِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بلغ  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

   

اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكُمْ  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

رَؤُ۫فٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin  haberi olup lafzen merfûdur.  رَح۪يمٌ  ise ikinci haberdir.

رَؤُ۫فٌ  ve  رَح۪يمٌۙ  isimleri mübalağa sıygasındadır.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ 

 

Ayet  وَ la 5. ayetteki …ف۪يهَا دِفْءٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Muzari fiille gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

بَلَدٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

اَثْقَالَكُمْ den murad; ağırlıklar, yolcunun eşyasıdır. Yahut kendi bedenleridir. İbni Abbas (ra) memleketlerden muradın, Yemen, Mısır ve Şam olduğunu İkrime ise Mekke olduğunu söylemiştir. (Ebüssuûd)

لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ  cümlesi  بَلَدٍ  için sıfattır. Menfi muzari nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

كَان ’nin haberi olan  بَالِغ۪يهِ , ism-i fail kalıbında ve izafet formunda gelmiştir.

لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ  cümlesi  بَلَدٍ  için sıfattır. Uzaklık anlamında kullanılmıştır. Çünkü gidilecek yer uzaksa yolcunun beldeye ulaşması meşakkatlidir. Yani ağırlıklarını taşıyacak hayvan olmadan ulaşamazlar demektir. (Âşûr)

Veciz ifade için izafetle gelen  بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ , müsned olan  بَالِغ۪يهِ ’daki zamirin mahzuf haline müteallıktır.   

Nefy harfi  لَمْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, hal sahibi ile hali arasındadır.

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَحْمِلُ - اَثْقَالَكُمْ - بِشِقِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِشِقِّ الْاَنْفُسِ  ifadesi iki tevilden birine göre istiaredir. O (tevil) de mananın “Bu beldelere, ancak büyük meşakkat ve yorucu mesafe uzaklığı yüzünden (bitkin düşen) canlarınızın yarısıyla ulaşabilirsiniz.” şeklinde olmasıdır. Çünkü  شِقِّ  bir nesnenin iki parçasından biridir. Arapların (çok sevilen biri için söyledikleri) شقيق النفس (canın yarısı) sözleri de bu manadadır ki o (sevilen), sevenin canıyla kaynaştığı için onun yarısı gibidir.

Allah Teâlâ’nın burada zikrettiği  شِقِّ  kelimesinin “meşakkat, yorgunluk, gayret ve çaba” anlamında olduğunu söyleyen görüşe göre ifade istiare sınırı dışına çıkar, hakikat olur. Buna göre Yüce Allah sanki “Nefislerinizin ancak meşakkat ve yorgunluk çekmesiyle ulaşabileceğiniz beldeler” demiş olur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ  [Yüklerinizi ulaşamayacağınız memlekete taşır.] çünkü hayvanlar olmasa ve yaratılmasa idi, hele sırtınızda yükle hiç ulaşamazdınız, اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ [Ancak külfet ve meşakkatle ulaşırdınız.] Fetha ile  بشَقٍ  da okunmuştur, o da lügattir. Meftuh olması durumunda  بشَقٍ  kelimesi  شَقَ الامر ’den mastar olduğu da söylenmiştir ki aslı çatlamak manasındadır. Meksûr  بِشِقِّ  ise yarı manasında olup, sanki zorluktan yarı gücünüz gider demektir. “Şüphesiz Rabbiniz elbette çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” çünkü onları yaratarak yararlanmanız ve işinizi kolaylaştırmak için size acımıştır. (Beyzâvî)


اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ cümlesi  والأنْعامَ خَلَقَها  için ta’liliyyedir. Yani “Onları bu menfaatler için yaratmıştır. Çünkü Rabbiniz çok affedici ve mağfiret edicidir.” demektir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبَّكُمْ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Allah’ın  رَح۪يمٌ  ve  رَؤُ۫فٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

 رَبَّ  , رَؤُ۫فٌ  , رَح۪يمٌۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.