ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ضَرَبَ | misal verir |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | مَثَلًا | misaliyle |
|
4 | عَبْدًا | bir köle |
|
5 | مَمْلُوكًا | başkasının malı olan |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يَقْدِرُ | gücü yetmeyen |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | شَيْءٍ | hiçbir şeye |
|
10 | وَمَنْ | ve kimseyi |
|
11 | رَزَقْنَاهُ | rızıklandırdığımız |
|
12 | مِنَّا | katımızdan |
|
13 | رِزْقًا | rızık ile |
|
14 | حَسَنًا | güzel |
|
15 | فَهُوَ | ki o |
|
16 | يُنْفِقُ | infak eder |
|
17 | مِنْهُ | ondan |
|
18 | سِرًّا | gizli |
|
19 | وَجَهْرًا | ve açık |
|
20 | هَلْ | olurlar mı? |
|
21 | يَسْتَوُونَ | bunlar eşit |
|
22 | الْحَمْدُ | Hamd |
|
23 | لِلَّهِ | Allah’adır |
|
24 | بَلْ | fakat |
|
25 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
26 | لَا |
|
|
27 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
Bu iki âyette insanların içinde yaşadıkları tecrübelerden yola çıkılarak, onların sağ duyusuna hitap edilmek suretiyle şirk inancının anlamsızlığına ve mantıksızlığına dikkat çekilmektedir. Burada örnekleri verildiği gibi gerek ekonomik ve sosyal yönden gerekse psikolojik ve ahlâkî bakımdan farklı seviyelerde bulunan iki insan arasında bile bir denklik kurulması apaçık bir haksızlık ve mânasızlık olarak görüldüğüne göre Allah ile diğer varlıklar arasında nasıl bir benzerlik kurulabilir?
İlk âyetin asıl amacının, müminle kâfir arasında bir karşılaştırma yaparak bunların birbirlerine denk tutulamayacağını anlatmak olduğu ileri sürülmüşse de (Taberî, XI, 148-149; Râzî, XX, 83-84), müfessirlerin çoğunluğuna göre her iki âyetin de asıl amacı, Allah’ı her türlü ortaklık iddialarından tenzih edip tevhid ilkesini vurgulamaktır. Ayrıca burada dolaylı olarak yüce Allah’ın insanlar için olumlu ve gerekli gördüğü bazı imkânların ve niteliklerin de altı çizilmiş bulunmaktadır ki bunları muktedir olma, geniş maddî imkâna sahip bulunma, infak etme, ifade gücü, özgürlük, üzerine aldığı işi hayırlı ve başarılı bir şekilde sonuçlandırma, adaleti hâkim kılma ve istikamet sahibi olma şeklinde sıralayabiliriz.
سوي Seveye :
مُساواة metre, tartı ve ölçekle yapılan geçerli denkliktir. Kimi zaman bu kelimeyle keyfiyet/nitelik ifade edilir.
إسْتَوَى fiili iki şekilde kullanılır: Birincisi: İki ya da daha fazla fail alır, örneğin Zeyd ve Amr şu hususta birbirlerine denk oldular gibi.. لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ (Bunlar Allah katında bir değildirler.) Tevbe 9/19 ayeti de bu kullanıma misal teşkil etmektedir.
İkincisi: Bir şeyin kendi zatındaki denk, düz, doğru ve muadil olması anlamındaki kullanımıdır. ذُو مِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ (Üstün akıl sahibi (melek) doğruldu) Necm 53/6 ayeti de buna misal oluşturmaktadır.إسْتَوَى fiili عَلَى harfi ceri ile müteaddi olduğunda istilâ yani ele geçirme/üzerinde hakimiyet kurma anlamı taşır. إلى harfi ceri ile geçişli olduğunda ise ya bizzat ya da tedbir ve planlama yoluyla bir şeye erişme/ulaşma manası taşır.
سَوِيٌّ miktar ve keyfiyet/nitelik açısından ifrat ve tefritten korunan şeye denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 83 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri seviye, tesviye etmek, müsavi, istiva, (mâ) siva ve seyyanendir.
(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ
Fiil cümlesidir. ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. عَبْداً kelimesi مَثَلاً ‘den bedel olup lafzen mansubdur.
مَمْلُوكاً kelimesi عَبْداً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ cümlesi عَبْداً ‘ın ikinci sıfatı olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْدِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
عَلٰى شَيْءٍ car mecruru يَقْدِرُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, عَبْداً kelimesine matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlu sılası رَزَقْنَاهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
رَزَقْنَاهُ sükûn üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَّا car mecruru رَزَقْنَا fiiline müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri; من عندنا (Katımızdan)‘dır.
رِزْقاً ikinci mef’ûlun bih veya mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. حَسَناً kelimesi رِزْقاً ‘ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنْفِقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مِنْهُ car mecruru يُنْفِقُ fiiline müteallıktır. سِراًّ hal olup fetha ile mansubdur. جَهْراً kelimesi وَ ‘la سِراًّ ‘e matuftur.
يُنْفِقُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مَمْلُوكاً kelimesi sülâsî mücerred olan ملك fiilinin ism-i mef’ûludur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ
هَلْ istifham harfidir. يَسْتَوُ۫نَ kelimesi ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَوُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb/ اِضْرَابْ denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki halbuki bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَعْلَمُونَ haber olup mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْلَمُونَ kelimesi ن ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
مَمْلُوكاً ve لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ cümleleri, ضَرَبَ fiilinin mef’ûlü مَثَلاً ’den bedel olan عَبْداً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَبْداً ve مَثَلاً kelimelerindeki tenvin muayyen olmayan cins, رِزْقاً ’daki tenvin ise nev ve tazim ifade eder. شَيْءٍ ’in tenkiri kıllet ve nev içindir. Menfi siyakta tenkir umuma işaret eder.
عَبْداً ‘e atfedilen müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam veya رِزْقاً kelimesinin mef’ûlu mutlak kabul edilmesi durumunda faide-i haber talebî kelamdır.
حَسَناً kelimesi رِزْقاً için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Sıla cümlesine matuf olan فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراً , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette عَبْداً ve مَمْلُوكاً kelimelerinden sonra gelen لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ sıfat cümlesinin ilavesi, hür olduğu halde köle denilenleri (Allah’ın kölesi gibi) birbirinden ayırmak için yapılan ihtiras ıtnâbıdır.
سِراًّ ve جَهْراًۜ kelimeleri يُنْفِقُ fiilinin failinden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَبْداً - مَمْلُوكاً ve يُنْفِقُ - رِزْقاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, رَزَقْنَاهُ ve رِزْقاً kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
سِراًّ kelimesinin جَهْراًۜ kelimesine takdiminin sebebi gizli infakın daha fazla sevap kazandırdığından olabilir.
سِراًّ (gizlice) ile جَهْراًۜ (açıkça) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
ضَرَبَ اللّٰهُ ile رَزَقْنَاهُ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Bu, Allah Teâlâ’nın kendisi ve kendisine ortak koşulan putlarla ilgili olarak getirdiği meseldir. Onların Allah’a ortak koşan hallerini, tasarruftan aciz bir köle ile işinde dilediği gibi tasarrufta bulunan efendiyi bir tutan kişinin haline benzetmiştir. Bu köle ile efendi, Allah Teâlâ’nın kulu olma konusunda eşittir. Allah’a şirk koşanlar da onun kulu olmalarına rağmen âlemlerin rabbi olan Allah’ı ne zannediyorlar ki; en aciz mahlukları ortak koşuyorlar? İşte böyle; kölelerle hürler bir olur mu? Putlar da hiç bir şey yapamayan kölelere benzer. Yüce Allah’a gelince mülk onundur. Rızık onun elindedir. Kâinatta istediği gibi tasarruf eder. O halde nasıl olur da Allah Teâlâ ile putlar bir tutulur? Mürekkeb mürekkebe benzetilmiş, müşebbeh hazf edilmiştir. İstiare-i temsiliyye oluşmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Âşûr)
Cenab-ı Hak, her köle, sahip olunmuş ve tasarrufa kadir olmadığı halde daha niçin, "Hiçbir şeye gücü yetmeyen, kendisine başkasının sahip olduğu bir köle" diye tavsif etmiştir. Biz deriz ki burada عَبْداً [köle] kelimesinin zikredilmesi, onunla hür olanın farklı olduğunu göstermek içindir. Çünkü hür hakkında da bazan, "O, Allah'ın kulu kölesidir" denir. Ayetteki [Hiçbir şeye gücü yetmeyen] tabiri de bahsedilen bu köle ile مُكاتَب ve مَأْذُون (tasarrufa izin verilmiş) köle arasındaki farkı göstermek için getirilmiştir. Çünkü bu iki çeşit köle, tasarrufta bulunabilirler.
"Ayetteki [Kendisine... rızık nasip ettiğimiz] ifadesindeki منْ edatı, zahire göre bu, mevsûfedir. Sanki köleye denk düşsün diye, [Kendisine rızık nasip ettiğimiz bir hür] denilmiştir. Bunun mevsûle olması da imkânsız değildir.
Cenab-ı Hak ayette, iki kişi hakkında cemi olarak, "Bunlar müsavi olurlar mı?" buyurmuştur. Bu [Hürler ve köleler, denk midir?] manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)
Kulun kölelikle nitelenmesi onu hürden ayırmak içindir, çünkü hür de bir kuldur. Gücünün yetmemesi de mükâtep ve izinli köleden ayırmak içindir. Onu mal sahibi olana alternatif göstermesi de kölenin mülk sahibi olamayacağına delildir. مَنْ edatını عَبْداً ‘e uyması için mevsûfe kabul etmek daha uygun görünüyor. (Beyzâvî, Âşûr)
Önce gizli harcamanın zikredilmesi, onun açık harcamadan üstün olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. هَلۡ , istifham harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp takrir, ikrara zorlamak ve tevbih manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ يَسْتَوُنَ [Hiç bunlar eşit olur mu?] Burada هَلْ يَسْتَوِيَانِ hiç bu ikisi eşit olur mu?” buyurulmayıp da çoğul kipi zikredilmesi yalnız iki kişi değil, iki grup arasında karşılaştırma kastedildiğine işarettir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan اَلْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere müteallıktır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah lafzının tekrarlanması hiç şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder.
Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet duygularını artıran tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberiyye formunda gelen اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ cümlesi nimetlere şükredenlerin cevabı olarak irşad manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Muhyiddin Derviş, Îrab)
Bu beliğ cümle; hamdin Allah’ın mülküne mahsus olduğuna delalet etmek için gelmiştir. Bu ifade ya iddiaî veya izafî kasrdır.
İddiaî kasır olmasını şöyle açıklayabiliriz: Hamd sadece nimete yapılır. Allah’tan başkası nimet verdiğinde bu nimet onun eliyle gelmiştir ama veren yine Allah’tır.
İzafî kasr manasını da şöyle açıklayabiliriz: Müşrikleri red için gelmiş ifrâd kasrıdır. Çünkü onlar Allah’a hamd ettikleri gibi putlarına da hamd ediyorlardı. (Âşûr)
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[O insanların çoğu bilmiyorlar] denilmesi, bazılarının bunu bildiklerini, fakat inat olarak gereğini yapmadıklarım zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)