وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَتَّخِذُوا | yapmayın |
|
3 | أَيْمَانَكُمْ | yeminlerinizi |
|
4 | دَخَلًا | bozan bir şey |
|
5 | بَيْنَكُمْ | aranızı |
|
6 | فَتَزِلَّ | kayar |
|
7 | قَدَمٌ | ayak |
|
8 | بَعْدَ | sonra |
|
9 | ثُبُوتِهَا | sağlam bastıktan |
|
10 | وَتَذُوقُوا | ve tadarsınız |
|
11 | السُّوءَ | kötülüğü |
|
12 | بِمَا | dolayı |
|
13 | صَدَدْتُمْ | engel olduğunuzdan |
|
14 | عَنْ | -dan |
|
15 | سَبِيلِ | yolu- |
|
16 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
17 | وَلَكُمْ | ve sizin için vardır |
|
18 | عَذَابٌ | bir azab |
|
19 | عَظِيمٌ | büyük |
|
ذوق Zeveqa :
ذَوْقٌ ağızda bir tadın olmasıdır. ذَوْقٌ sözcüğü kök itibarıyla kendinden az miktarda tadılan yiyecek ve içecek için kullanılır. Zira miktar çok olduğunda buna أكْلٌ denir. Kur'an-ı Kerim'de azapla ilgili ذَوْقٌ kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü örf bakımından her ne kadar az miktarda yenen şeyler için kullanımı yaygın olsa da çok yenen şeyler için de kullanılabilir. Bundan dolayı Yüce Allah her iki hususu da bildirmesi için bu sözcüğü özellikle tercih etmiştir. Bu kelime rahmetle ilgili de kullanılmaktadır ve Kur'an'da bunun da misali mevcuttur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 63 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zevktir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَتَّخِذُٓوا fiili نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَخَلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيْنَ mekân zarfı olup دَخَلاً ’e müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
تَزِلّ mansub muzari fiildir. قَدَمٌ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önce geçen mukadder masdara matuf olarak mahallen merfûdur. Takdiri, لا يكن منكم اتخاذ ايمان فزلل قدم (Sizden yeminlerini … edinen olmasın yokda onların ayağı kayar.) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْدَ zaman zarfı olup تَزِلَّ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. ثُبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّخِذُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la تَزِلَّ fiiline matuftur.
تَذُوقُوا fiili نْ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte تَذُوقُوا fiiline müteallıktır.
صَدَدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدَدْتُمْ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
و istînâfiyyedir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَاب muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
دَخَلاً ’deki tenvin kıllet, nev ve tahkir ifade eder.
Fa-u sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَتَزِلَّ قَدَمٌ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, önceki nehyin sebebini bildirmektedir.
وَلَا تَتَّخِذُٓوا cümlesi nehyi açıklar, تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ cümlesi makablindeki تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ (Nahl Suresi, 92) sözünü tekid eder. فَتَزِلَّ قَدَمٌ cümlesinden, عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ cümlesine kadar olan bölüm de دَخَلاً ile kısaca ifade edilen mana için tefrîğdir. (Âşûr)
قَدَمٌ ’daki tenvin tazim içindir.
قَدَمٌ ’nin müfred ve nekre olarak zikredilmesi, bir tek ayağın bile hak yolda iken kaymasının önemli olduğunu, çok sayıda ayağın kayması halinde ise bunun büyük bir önemi haiz olduğunu ifade etmek içindir. (Keşşâf)
Yeminlerinizi aranızda hile vasıtası yapmayın anlamındaki cümlenin benzeri 92. ayette de geçmişti. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَزِلَّ قَدَمٌ ifadesi istiaredir. Burada قَدَمٌ (ayak) ile kastedilen dinde sebattır. Bir şey üzerinde sabit durup istikrarlı olmak sadece ayak ile gerçekleştiği için bu mananın ayak lafzıyla anlatılması güzel düşmüştür. Allah Teâlâ’nın فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا [Ayağınız sebat etmişken kayar.] sözüyle kastedilen ise muhtemelen, “Dininiz zayıflar, kesin inancınız bulanır da kayan ayak bir tarafa meyletmiş sütun gibi olur.” şeklindeki anlamındadır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ cümlesi, aynı üslupla gelerek, masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel başındaki harf-i cerle birlikte تَذُوقُوا fiiline müteallıktır.
Masdar harfine dahil olan بِ harfi sebebiyet bildirir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَذُوقُوا [tadarsınız] fiilinde istiare vardır. Kötülük; çirkinlik hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbeh bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan tadarsınız ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” zararın tesirini idrak etmek anlamında müsteâr olarak kullanılmıştır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır.
سَب۪يلِ kelimesi lügatte “yol” manasınadır. Araplar, inançları, insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzettiler. (Fahreddin er-Râzî)
Veciz ifade amacıyla gelen سَب۪يلِ اللّٰهِۚ izafetinde Allah lafzına izafesi سَب۪يلِ ’i tazim içindir.
وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
\
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. Siyaktaki önemine binaen takdim edilen لَكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَظ۪يمٌ۟ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
السُّٓوءَ - زِلَّ - عَذَابٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, تَزِلَّ - ثُبُوتِ arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Allah Teâlâ ilk ayette ahitleri ve yeminleri bozmaktan sakındırınca, bu ayette de yine sakındırarak yeminlerinizi aranızda hile ve fesada alet edinmeyin buyurmuştur ki bundan murad, mutlak manada yeminleri bozmaktan sakındırmak değildir. Aksi halde aynı konuda, faydasız bir tekrar yapılmış olurdu. Aksine, bununla kastedilen, kendilerine bu hitabın yöneltildiği o kimseleri, yeltendikleri ve yaptıkları hususi (belli) bazı yeminleri bozmaktan nehiydir. İşte bu sebepten müfessirler şöyle demişlerdir: “Bu ayet ile ahdi bozmama hususunda, Resulullah’a (sav) biat eden (söz veren) kimseler kastedilmiştir. Çünkü Hak Teâlâ'nın ‘Aksi halde ayak (İslâm'da) sebat etmişken kayar.’ ifadesi ile anlatılan tehdit daha önce bulunan bir ahdi bozmaya uygun düşmez. Bu ancak, Allah'a ve O'nun kanunlarına iman hususunda Resulullah'a verilen sözü bozma işine uygun düşer. O halde ayetteki ayak (İslâm'da) sebat etmişken kayar ifadesi, iyi halden sonra belaya, nimetten sonra sıkıntıya düşen herkes için zikredilmiş bir mesel (bir durum)dur. Çünkü Müslüman olma hususundaki sözünü bozan, yüksek mertebeden kaymış ve böyle bir sapıklığın içine düşmüş olur. Ayetteki Allah'ın yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötü azabı tadarsınız cümlesi buna delalet eder.Cenab-ı Hak, ayrıca sizin için (ahirette) büyük bir azap var yani ‘Tadacağınız o fena azap, büyük bir azap ve çetin bir cezadır.’ buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)